Ölüm! Kovaladıkça kaçan, kaçtıkça kovalanan insafsız ilahe.
Gören, hangi hakla yalnızlıktan şikayet edebilir? Mevsimler
bütün işveleriyle emrinde, renkler bütün cilveleriyle hizmetindedir. Yıldızlar
onun için, alaimisemanın bütün nüanslarına geçit resmi yaptırır. Şehrin bütün
kadınları onun için giyinip süslenir. Çocukların tebessümü onun içindir.
Sesler, yapışkan, kirli bir sümüklüböcek murdarlığı ile
bütün vücuda dolan sesler…
Görmeyen bir insan, bozuk bir ampul gibi manasız;
bıraktığınız yerde kalan bir paket; içinde eski hatıralar olduğu için arada bir
karıştırılmaya layık… Çocukken oynadığımız bir taşbebek gibi, atmaya
kıyamadığımız acayip bir külçe.
Görmek yaşamaktır, vuslattır görmek. Her bakış, dış dünyaya
atılan bir kementtir, bir kucaklayıştır, bir busedir her bakış.
Gören, hangi hakla yalnızlıktan şikayet edebilir? Mevsimler
bütün işveleriyle emrindedir, renkler bütün cilveleriyle hizmetindedir.
Çiçekler onun için açar, şafak onun için pırıldar. Gütenberg matbaayı onun için
icat etmiştir. Hugo, o okusun diye yazmıştır şiirlerini.
Şehrin bütün kadınları onun için giyinip süslenir.
Çocukların tebessümü onun içindir.
Sevilen bir sesin, seven bir sesin sıcaklığı bütün bu soğuk
düşünceleri dağıtabilir, nerede o ses?
Belki şimdi medeniyet dünyasının yüzlerce bilgini, yeni ölüm
vasıtaları bulmak azmiyle uykusuz… Her şey yalan, herkes yalancı. Ölümden bucak
bucak kaçan, sözde bedbin Schopenhauer’den nefret ediyorum.
Keşke bütün insanlar aynı tanrıya inanabilseydiler. O zaman
dünya cennet olurdu.
Sevmek yaşamaktır. Böcekler Kehkeşanlara kadar uzayan bir
sevgi… Bütün kainatı ve kainattan daha büyük bir yaratıcıyı sevmek, hem de
ruhun ölmezliğine inanarak. Yani ebediyet ölçüsünde bir sevgi. Dinsizlerin
ölümü, insanı tahammül edilmez bir yalnızlığa sürüklemekten başka neye yarar?
Dante Cehennem’i anlayamamış dostum. Cehennem, hatıraların
küllenmesi, ümitlerin susması. Cehennem haykıramamak, ağlayamamak. Cehennem çöl
değil, kuyu: sularında yıldızlar parıldayan kör bir kuyu cehennem. Çölde
yıldızlar konuşur, rüzgar konuşur…
Ne kadar cesur olursak olalım, yokluk bizi ürkütüyor. İz
bırakmadan silinmek, bir kurbağa gibi gebermek, bütün rüyalarımızla, bütün
acılarımızla yok olmak… İnsan zekası bu kadar trajik bir sonu zor kabul ediyor.
Yalnızca paylaşılmayan acılar bizi yıkabilir.
İnsanlar hür doğarlar, eşit haklara sahiptirler: hiçbir
hülya bana bu kadar çocuksu, bu kadar anlamdan yoksun gelmemiştir… Hürriyet
yetenektir, güçtür, bağımsızlıktır.
İnsan tek başına kendisini şekillendiren bir bütün değil. Ve
dünya insan zekasının fetihlerine rağmen, el ele tutuşup hep birlikte şarkılar
söyleyebileceğimiz bir cennet olmaktan daha çok uzak.
Kendimizi tanımak… Şuurun açık kapısından içeri dalan ve
ruhumuzun mahzenlerinde bizden habersiz bir Sabba hayatı yaşayan bir alay
misafir…
Ahlaksızlığın, bencilliğin, kayıtsızlığın ferman ferma
olduğu bir ülkede, bir kitabı, ahlaktan, insanlıktan bahseden bir kitabı
okuyanlar ancak takdire layıktır.
Kelimeleri sana veriyorum okuyucu… Onlar yanıp sönen bir
oyuncak. Boş içleri. Boş mu? Alev var göğüslerinin içinde, barut var, gözyaşı
var. Nihayet bütün dünya kelimelerden ibaret. Ama sende ne varsa kelimede de o
var. Kelime, Narsis’in kendini seyrettiği dere. Çok bakma, içine düşersin!
Kalbi var kitapların, onları bir kerhane sermayesi gibi
haşin parmaklarınla mıncıkladın m senin oldular sanıyorsun. Gaflet. Senin olan,
sadece on dakikalık tenler.
Anlayacak mı; Kim, neyi? Sen kendini anlıyor musun? Aç
uzviyetin sesini yükseltmek istedikçe gırtlağına sarıldın. Kalbinin konuşacak
hali mi var?
Emerson, fikir adamı kendini egoizmle zırhlamalı, diyor.
Evet, cemiyet bir sümüklüböcek gibi ezer seni, zırhlı değilsen. Annen ezer,
kardeşin ezer, çocuğun ezer.
Neden başkalarından farklısın? Hem farklı, hem zayıf. İki
büyük cinayet…
Ya kendine kıyacaksın, ya başkalarına. Başkalarına kıymak da
kendine kıymak değil mi? Başkaları kim? Bizden birer parça. Her tanıdığımız,
varlığımızın bir zeyli. Her ölenle bir parça ben de ölürüm.
Neden en küçük fırtına bu gemiyi dümensiz bırakıyor?
Şuur her gün yeni bir fetihten hoşlanmıyor. Her fetihte
emek, alınteri, tedirginlik var. Yeniye idrakimizin kapılarını kolay kolay
açmıyoruz. Çok kötü bir dinleyici ve daha kötü bir okuyucuyuz.
İbrahim kucağına fırlatıldığı ateş denizini gül bahçesine
çevirmiş. Düşünenin vazifesi bütün ateşten denizleri gül bahçesine çevirmek,
gerekirse yanarak çevirmek.