22 Ocak 2011 Cumartesi

On the Road - Yolda

“Yolda’yı sanırım 1959’da okudum. Hayatımı değiştirdi; tıpkı herkesin hayatını değiştirdiği gibi.”
-Bob Dylan-


* Amerika’nın ortasında, gençliğimin Doğusu ile geleceğimin Batısını ayıran çizgideydim; belki de olanlar bu yüzden tam orada ve o zaman oldu, o garip kızıl öğleden sonra.

* Sırtüstü uzanmış, gözlerimiz tavanda yatıyor ve Tanrı’nın hayatı bu kadar acıklı kılarken ne planladığını düşünüyorduk.

* İşinde sorunları olmasına ve sivri dilli bir kadınla kötü bir aşk hayatı yaşamasına rağmen, en azından gülmeyi nerdeyse dünyadaki herkesten daha iyi öğrenmişti.

* Kaybettiği her şeyi geri alma derdindeydi, kayıplarının sonu yoktu, hayat sonsuza kadar böyle devam edecekti.

* Onunla bir geceyi daha dünyadan gizlenerek geçirmeye karar verdim, sabah ne olacaksa olurdu.

* Terry’ye, gidiyorum dedim. Bütün gece bunu düşünmüş ve kabullenmişti. Bağda duygusuz duygusuz öptü beni; ardından da asma sırasının yanından ilerlemeye koyuldu. Birkaç adım attıktan sonra dönüp son kez birbirimize baktık, aşk bir düellodur çünkü.

* Ekimde yuvaya dönüyordum. Ekimde herkes yuvaya döner.

* Huzur aniden gelecek ve geldiğini fark etmeyeceğiz.

* İnsanlara kendi şaşkınlığımdan başka verecek şeyim yoktu.

* Hayattaki her şey, hayatın bütün yüzleri aynı küf kokulu odada toplanıyordu.

* Gecenin ortasında bir şeye karar vermeye çalışan ve önlerindeki karanlıkta geçmiş yüzyılların tüm ağırlığını taşıyan üç yeryüzü çocuğuyduk biz.


* Yolculuğumuzun başında yağmur çiseliyordu ve esrarengiz bir hava vardı. Büyük bir sis destanına tanık olacaktık anlaşılan. ”Hey!” diye bağırdı Dean. “Gidiyoruz işte!” direksiyona abanıp gazladı; havasını bulmuştu, herkes farkındaydı. Hepimiz keyifliydik, karmaşayı ve anlamsızlığı arkada bıraktığımızın, zamanla ilgili tek ve yüce işlevimizi yerine getirmekte olduğumuzun farkındaydık: hareket etmek. Ve hareket ettik!

* Sonunda çıkıp yalnız başıma rıhtıma yürüdüm. Çamurlu kıyıya oturup Mississippi Nehri’ni incelemek istiyordum; bunun yerine bir tel örgüye burnuma dayayıp öyle bakmak zorunda kaldım nehre. İnsanları nehirlerinden ayırmaya başlarsanız ne kalır geriye? Bürokrasi...

* Otuz beş sent ödeyip eski filmler gösteren bir sinemaya girdik, balkona yerleştik ve sabah kovulana kadar bir yere kıpırdamadık. O sinemadakilerin hepsi yolun sonuna gelmiş insanlardı: bir söylenti üzerine araba fabrikalarında çalışmaya gelmiş Alabamalı bitik zenciler; yaşlı beyaz serseriler; şaraplarını yanlarında taşıyan, yolun sonuna varmış uzun saçlı zamane gençleri; orospular; sıradan çiftler ve yapacak işi, gidecek yeri, inanacak kimsesi olmayan ev kadınları. Detroit elekten geçirilse bundan daha bitik bir topluluk elde edilemezdi.


* 1942’de dünyanın gelmiş geçmiş en iğrenç oyunlarından birinin yıldızıydım. Denizci olarak Boston’da bulunuyordum, Scollay Meydanı’ndaki Imperial Cafe’ye içmeye gitmiş, altmış bardak bira devirdikten sonra tuvalete kapanmış ve klozete sarılıp uyumuştum. Gece boyunca en az yüz denizci ve çeşit çeşit insan gelip, ben tanınmaz bir şekilde topraklaşana kadar üstüme her türlü duygusal pisliklerini saçmışlardı. Ne fark eder ki? İnsanların dünyasında adsız olmak cennette ünlü olmaktan iyidir. Cennet nedir ki zaten? Yeryüzü nedir? Hepsi zihnimizde.

* Hepimiz aynı yolun yolcusuyuz. Hiçliğin altüst olmuş gölünde ufak dalgalarız.

* Bir gün çocuklarımızın merakla, anne babalarının inişsiz çıkışsız, düzenli, resimlerin dondurduğu gibi durağan hayatlar yaşadıklarını, sabahları kalkıp hayatın kaldırımlarını gururla adımladıklarını sanarak, bizim esas yaşantılarımızın, esas gecelerimizin hırpani deliliğini, bitikliğini, cehennemini ve o anlamsız yol kâbusunu akıllarının ucundan bile geçirmeden bakacakları fotoğraflardı bunlar. Hepsi sonsuz ve başlangıçsız bir boşluğun içinde.

J.Kerouac, Yolda, Ayrıntı Yay., 2008



21 Ocak 2011 Cuma

Cennet ve Cehennemin Evliliği

Arzularını baskı altında tutanlar, arzuları yeterince güçlü olmayanlardır; kısıtlayıcı unsur ya da akıl, arzunun yerini alır ve arzusuz olan üzerinde hakimiyet kurar.
Hep aklındakini söylemeye hazır ol, o zaman korkaklar senden korkar.

İnanması mümkün olan her şey, gerçeğin bir görüntüsüdür.

Tilki geçimini kendi sağlar, aslanın geçimi ise tanrıdandır.

Kişi, kendini aldatmana izin veriyorsa seni tanıyordur.

İlkçağ ozanları sezilebilir nesnelere, tanrılar ve dehalara hayatiyet kazandırıyorlar, onlara ormanların, ırmakalrın, dağların, göllerin, kentlerin, halkların ve gelişmiş pek çok duyuların algılayabildiği şeylerin adlarını veriyorlar ve bunların özelliklerini atfediyorlardı.
Özellikle her kentin ve her bölgenin dehasını araştırıyorlar ve burayı oranın tanrısal varlığının koruyuculuğuna emanet ediyorlardı.
Bir süre sonra birilerinin, tanrısal varlıkları gerçek kılmaya ve nesnelerinden soyutlamaya girişmesiyle üstünlük elde edip halkı köleleştirdiği bir sistem oluştu. Papazlık böyle başladı.
Ozanların anlattığı masallardan yararlanıp ibadet biçimi geliştirdiler.
Sonra bu ibadet biçimlerini tanrıların buyurduğunu söylediler.
Böylece insanlar tüm tanrıların insanın içinde yaşadığını unuttular.

Cehennem meselleri

arzulayıp da eylemeyen hastalık üretir.

biçilmiş solucan sabanı bağışlar.

suyu seveni ırmağa daldır.

çalışan arının üzülmeye zamanı yoktur.

budala ile bilgenin gördüğü ağaç aynı değildir.

tüm sağlıklı besinler bir ağ veya kapan olmaksızın yakalanır.

utanç gururun örtüsüdür.

hapishaneler yasanın taşları, kerhaneler dinin tuğlaları ile inşa edilir.

bir kıtlık yılında sayıyı,ağırlığı ve ölçüyü göz önünde tut.

hiç bir kuş sadece kendi kanatlarıyla çok yükseğe uçamaz.

ölü bir beden yaraların öcünü almaz.

en yüce edim, bir başkasını kendi önümüze koymaktır.

budala budalalığında diretseydi, bilge olurdu.

budalalık düzenbazlığın örtüsüdür.

utanç gururun örtüsüdür.

keçinin şehveti tanrının ihsanıdır.

aslanın gazabı tanrının bilgeliğidir.

kadının çıplaklığı tanrının yapıtıdır.

kederin aşırısı güldürür. neşenin aşırısı ağlatır.


son cümleye bayıldım ....


tilki kendini değil, tuzağı suçlar.

zevk döller. üzüntü doğurtur.

erkek aslan kürkü giysin, kadın koyun postu giysin.

kuşa bir yuva, örümceğe bir ağ, insana dostluk.

şimdi tanıtlanmış olan, bir zamanlar sadece hayal ediliyordu.

düşüncenizden açıkça söz etmeye her zaman hazır olun, o zaman alçak kişi sizden sakınacaktır.

inanılması olanaklı her şey hakikatin imgesidir.

kartal hiçbir zaman kargayı öğrenmek zorunda bırakıldığı kadar zaman kaybetmedi.



Arka Kapak
"Cennet ve Cehennemin Evliliği\" William Blake\'in, büyük İngiliz mistiğin kehanet kitaplarının en önemlilerindendir. Bu tuhaf yapıtı zamanında pek çok okurun yadırgadığına inanıyorum. Günümüzde bile anlayan ve seven çok az az okur vardır."




20 Ocak 2011 Perşembe

Eels yada Mr. E


Eels vokalist Mark Oliver Everett tarafından kurulan alternatif/akustik indie rock grubudur. Kulağınızın dibinde’ hadi kalk! İnsan yaşayamaz içinde bir ölüyle ‘ der gibi bağırıp sizi hayata döndürebilecek potansiyele sahip bir grup.Parçalarında Punk tınılarına da rastlayabilirsiniz.




Prizefighter

Well if you need me, I'm right here
No mater what, I'm always near
Yeah, I've been through a lot
And you can't scare me
Now go on baby, if you just dare me
I'll break through any wall
Just give me a call
I'm a dynamiter
I'm a prizefighter

Well if you get sad, I'm your friend
I got an ear I'll always lend
You know that you can always talk to me
Now come on baby, take a walk with me
Tell me all
Tell daddy all
Just give me a call
I'm a go all nighter
I'm a prizefighter

Well, when you're down and all alone,
There's always somewhere you can go
Here I am
A true friend
There's nothing gonna change over here on my end
Don't be scared
It's better shared
You know I always cared
I'm a everything's all righter
I'm a prizefighter

Well, if you need me, I'm right here
No matter what, I'm always near
Yeah, I've been through a lot
And you can't scare me
Now go on, baby, if you just dare me
I'll win your heart
Now let it start
Let it start
I'm a don't do it wrong -- do it righter
I'm a prizefighter



Stüdyo albümleri:

* Beautiful Freak (1996)
* Electro-Shock Blues (1998)
* Daisies of the Galaxy (2000)
* Souljacker (2001)
* Shootenanny! (2003)
* Blinking Lights and Other Revelations (2005)

Mark - solo albümleri:

* Bad Dude in Love (1985)
* A Man Called E (1992)
* Broken Toy Shop (1993)
* I Am the Messiah (2002)
* Levity (2003)

18 Ocak 2011 Salı

Cennetin Dibi



…. Oyunları ruletle de takviye edince, oda sahibi olarak banka ben olduğumdan iyi para kazanıyordum. Ta ki rulette kazanmanın formülünü keşfedene kadar. Jerry, formülüme karşı banka olmayı kabul eden ‘’keriz bir Yahudi’’ buldu ve bir saat içinde babamın yıllık üniversite harç ve masraflarım için yolladığı çeki olduğu gibi kaybettik. Sonradan ‘’Sandy’’ adını taktığım Joseph ‘’Senin çaylaklığının karşılığı olarak harcadığım bir saat için, beş dolar bana yeter’’ deyip üniversitedeki tahsilimin ilk yılını bana iade etti, arkadaş olduk.


Birlikte üçlü kumar ortaklığı kurduk. İlk kez anne ve baba yuvalarından ayrılan bol paralı, muhallebi çocuklarının yükünü bir hayli hafiflettik. Blöf yapmasını beceremediğimden Jerry ve Sandy beni oynatmadılar; ama ben de kazandıklarımızı keyifle harcamanın yeni yollarını buldum hep: Washington semalarında iki saatliğine kiraladığımız helikopterle alemler, ortak kumar gelirimizle satın aldığımız elden düşme 2 MG spor arabasını kasten çarptırıp, çarpıp, çalıp sigorta şirketlerini yolmak, başkette yapılacak Amerika’nın bağımsızlık günü şölenlerinin arifesinde şehrin bütün görkemli havuz, fıskiye ve çeşmelerini sabaha kadar çaktırmadan döktüğümüz yüzlerce kiloluk çamaşır tozuyla köpürtmek gibi.


Sınıf arkadaşlarımızın para uğruna kendilerini küçük düşürmelerinin doyumsuzluğunu keşfettiğimiz küçük müsabakalar da düzenliyorduk kimi zamanlar. Bir haftada en çok dışkı ve çişini biriktirene şu kadar dolar; hiç tanımadıkları birinin cenaze töreninde ‘’en çok acı çeken’’ ödülünü almak için yarışanlardan birinciye, ikinciye ve üçüncüye çeşitli para ödülleri; Beyaz Saraya aynı gün içinde en çok canlı bomba ihbarı yapana Afgan haşhaşı vs.


Kumarda ve dolandırıcılıkta kazandıklarımızın küçük bir kısmını da CIA’ya bağışladığımızı hatırlıyorum.O günlerde üniversite gençliği Pentagon’a yürüyüş düzenlemek, CIA ve Amerikan yönetimini lanetlemek, Vietnam bayrağını taşıyıp Amerikan bayrağını yakmakla tanındığından, bu düşünceli jestimizin üstüne istihbarat servisinin halkla ilişkiler uzmanları öyle bir atladı ki – Amerika tarihinde bizden başka kimsenin aklına gelmemiş CIA’ya bağışta bulunmak. Tüm TV kanalları ve gazetelerde haber oldu fedakarlığımız. Örnek gençler diye tanıtıldık 1968’erin kamuoyuna. …..


Gündüz Vassaf

17 Ocak 2011 Pazartesi

Yastıklı Şarkı

Gün döküldü yastığa
Gölge bitti
Viran oldu düşler yine
Bir kapı bir pencere bir gökyüzü
Damdan düşmüş evin içine

Vay vay sevdin onu
Vay vay sevdin onu
Sevmesen ölürdün sevdin onu öldün
Sevmesen ölürdüN ama sevdin gene öldün

Ayışığı gel dedi
Gel peşimden
İnat olsun ele güne
Düştüm onun peşine rüzgâr oldum
Sürdüm düşlerimi göğe

Vay vay sevdin onu
Vay vay sevdin onu
Sevmesen ölürdün sevdin onu öldün
Sevmesen ölürdüN ama sevdin gene öldün

Ezginin Günlüğü


16 Ocak 2011 Pazar

Sarhoş Balık İle Topal Martı



Gel yollara düşelim
sırtında yeditepenin
Ardına takılıverip
bir tekir kedinin
Gel dillere düşelim
Fincana fala çıkalım
Camdam cama bakarak
bir oyun kuralım

Çık denizin çık yüzüne
Buluşalım orda senle
Sen zaten sarhoş bir balık
Bir topal martı ben de


Gel dalgaya düşelim
Sandalda rakı içelim
Bir kötü arkadaş edinip
peşinde uçalım
Gel çocuklara soralım
Gel masalları gezelim
En güzel denizi bulup
suyunda yüzelim


Gel denizin gel yüzüne
Buluşalım orda senle
Biz yorgun bir kentin
Aşık yüzleriyiz senle

EZGİNİN GÜNLÜĞÜ


Yabancı - Nilgün Marmara

YABANCI

En yakın yabancı sendin,
Daha sürülmemişken ışığın biberi
Yaramıza,
Yaslanırken boşlukta duran bir merdiveni
henüz.

Güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız,
İlkyaz derken -kışı gözden kaçıran
Yüzlerce eller yukarı, saygı duruşlarımız
En güçsüz kollarla-
Çözüldü aşkın zarif ilmeği
Bulandı aynalar duruluğu.
Çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda
Bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık
olduğunu..

Yabancıların en yakınıydın sen !

NİLGÜN MARMARA

Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın

Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.


BEN SENİ SEVDİM Mİ 
 
Ben seni sevdim mi? Sevdim, kime ne 
Tuttum, ta içime oturttum seni 
Aldım, okşadım saçlarını, öptüm 
İçtim yudum yudum güzelliğini 
 
Ben seni sevdim mi? Sevdim elbette 
Bendeydi özlemlerin en korkuncu 
Çıldırırdım sen ne kadar uzaksan, 
Aşk değil, hiç doymayan bir şeydi bu 
 
Ben seni sevdim mi? Sevdim doğrusu 
Sevdikçe tamamlandım, bütünlendim 
Biri vardı ağlayan gecelerce 
Biri vardı sana tutkun; o bendim 
 
Ben seni sevdim mi? Sevdim en büyük 
En solmayan güller açtı içimde 
Ömrümü değerli kılan bir şeydin 
Sen benim bozbulanık gençliğimde 
 
Ben seni sevdim mi? Sevdim, öyle ya 
Bir çizgiye vardım seninle beraber 
Ve bir gün orada yitirdim seni 
Ben seni sevdim mi? Sevdim, ya sen beni? 

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN


14 Ocak 2011 Cuma

KİM GÖLGESİNDEN KAÇABİLİR Kİ?




Geçtiğimiz yollarda kaybettiklerimizin bize en büyük kötülüğü kendilerini tekrar, tekrar hatırlatmalarıdır.

Bir kere kaybetmekle kurtulamadığımız şeylerdir.

Yoklukları hayatımızdaki varlıkları haline gelir.

Hep ama hep hatırlarız.

Ne biçim kaybetmektir bu?

Kim gölgesinden kaçabilir ki?

Bazen duygularımız bizden erken yaşlanır ve bizden hayatın geri kalanını alır.

Hayatın, kendini anlayanları cezalandırmasıdır bu...

Durup, durup ardına bakan kadınlar vardır.

Geçmişi düşünmekten şimdiyi yaşayamazlar.

Her şeyi didikleyip duran mazisinin gölgesinden,

anılarının yükünden bir türlü kurtulamayan gözleri ufuk yorgunu kadınlar.

Güçlü, köklü bir biçimde yeni arkadaş edinecek yaşları geride bıraktıysan eğer,

hasar görmüş eski arkadaşlıkları onaracak çağı da geride bırakmış oluyorsun.

Zaman ilerledikçe birçok şey, daha zor olmaya baslar. Beklentisi yüksek olan kadınların yalnızlığı daha koyu oluyor. Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar,

bir daha iflah olmuyor, geçip gittiğiyle kalıyor.

Zaman, aşk...... her şey!

Ayrılıkları ayrıntılar acıtır.

MURATHAN MUNGAN

13 Ocak 2011 Perşembe

Biraz Thomas Bernhard

Bunca aptallığın olduğu yerde

Korku sapıklıktır çocuğum.

Gençler inanırlar

Gelecekleri olduğuna

Ama kimsenin yoktur geleceği…



Ağaç yok

Perhiz Çarşambası


Ağaç yok
Seni anlayacak.
Orman yok,
Nehir yok.

Buz değil, kar değil
Don yok.
Kış yok hey!
Ben yok.

Fırtına yok
Doğu değil, batı değil
Dorukta mezar yok,
Ağlamak yok, acı yok-
Ağaç yok...

Thomas Bernhard


12 Ocak 2011 Çarşamba

Küçük Prens





KÜÇÜK PRENS.. – ANTOINE DE SAINT-EXUPERY (1943)

‘Bir yıldızda yaşayan bir çiçeği seviyorsanız, geceleyin yıldızlara bakmak hoştur. Ve geceleri gökyüzüne bakarsın. Her şeyin çok küçük olduğu gezegenimi gösteremem sana.. Belki böylesi daha iyi. Yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun. Böylece gökyüzündeki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin..’


VI

Ah , Küçük Prens , böylece senin o hüzünlü yaşamını yavaş yavaş anladım. Uzun süre seni eğlendiren tek şey günbatımlarının hoşluğu olmuş. Bu yeni ayrıntıyı, dördüncü gün , sabahleyin bana şöyle söylediğinde öğrendim :

- Günbatımlarını çok seviyorum. Haydi bir günbatımı seyretmeye gidelim..

- Ama beklemek gerek..

- Neyi ?

- Güneşin batışını..

Önce çok şaşırmış gibi göründün , sonra kendine güldün. Ve bana dedin ki :

- Kendimi hep gezegenimde sanıyorum!

Elbette , Amerika’da vakit öğlenken herkes bilir güneş Fransa’da batıyordur. Günbatımını seyretmek için bir iki dakika içinde Fransa’ya gidebilmek yeterli. Ne yazık ki Fransa çok uzakta. Ama senin o küçücük gezegeninde altındaki sandalyeni biraz öteye götürmen yeterli olur. Böylece ne zaman canın istese günbatımını seyredebilirsin..

- Bir gün güneşin kırk üç kez battığını gördüm ! demiştin bana..

Biraz sonra da eklemiştin :

- Biliyor musun.. İnsan çok üzgün olunca günbatımlarından hoşlanır..

- Demek kırk üç kez gün batımını gördüğün gün son derece üzgündün öyle mi ?

Ama küçük prens yanıt vermedi..


(Fotoğraf:Erdal Kınacı)

VIII

..

İşte , Küçük Prens sevgisinde iyi niyetliydi , ama çiçekten çabucak kuşkulanmıştı. Önemsiz sözcükleri ciddiye almış ve çok mutsuz olmuştu.

‘Onu dinlememeliydim, dedi bana bir gün itirafta bulunarak , çiçekleri hiçbir zaman dinlememek gerekir.. Onları seyretmeli, koklamalı. Benim çiçeğim gezegenimi güzel kokularla dolduruyordu, ama bundan sevinç duymayı bilemedim. Beni çok sinirlendiren kaplan pençeleri ile ilgili o söze gelince , bu da aslında bende acıma duygusu uyandırmalıydı..’

Şöyle eklemişti :

- O zaman hiçbir şey anlayamamışım ! Onu sözlerine göre değil , eylemlerine bakarak değerlendirmeliydim.. Beni güzel kokulara boğuyor , bana ışık saçıyordu.. Hiçbir zaman onu bırakıp kaçmamalıydım ! O küçük hilelerinin ardındaki sevgisini görmeliydim.. Çiçekler öyle değişik ki ! Ama ben o sıralar onu sevmeyi bilemeyecek kadar küçüktüm..’

XII

Küçük Prensin gittiği bir sonraki gezegende bir ayyaş oturuyordu. Bu ziyaret çok kısa sürdü , ama Küçük Prens’in içine de büyük bir hüzün çökmesine yol açtı..

- Ne yapıyorsun sen orada ? dedi ayyaşa.. onu biri sürü boş , bir sür de dolu şişenin karşısında sessizce oturur durumda bulmuştu..

- İçiyorum , dedi üzüntülü bir halde ayyaş..

- Neden içiyorsun ?

- Unutmak için..

- Neyi unutmak için ? diye sordu acımaya başladığı ayyaşa Küçük Prens.

- Utancımı unutmak için , dedi ayyaş , başını eğerek..

- Neyin utancını ? diye sordu Küçük Prens ; yardım etmek istiyordu..

- İçmenin utancını , dedi sonunda ayyaş ve tam bir sessizlik içine gömüldü..

Şaşırıp kalan Küçük Prens çekip gitti..

‘Büyükler hiç kuşku yok çok tuhaf oluyor..’ dedi içinden , yolculuğu boyunca..

(Türkçesi : YAŞAR AVUNÇ , MAVİBULUT YAYINLARI , 2007-Ağustos)