10 Temmuz 2011 Pazar

Derinin Kısası


"Eğer insan kısa cümleler kuruyorsa, uzun yorgunlukları vardır."
Bob Dylan

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Önce Cesaret

Eğer cesur değilsen samimi olamazsın. Eğer cesur değilsen sevemezsin.
Eğer cesur değilsen güvenemezsin. Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin. O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler...

OSHO


Özgür İrade Kaybedildiğinde!


Şu anda pek çoğumuz yaşamımızın kendi kontrolümüzde olduğuna inanıyoruz. Ve de bu durumdan şikâyetçi değiliz. Peki, özgür irademize duyduğumuz inancı yitirirsek ne olur? Son yıllarda bazı psikologlar bunu öğrenmeye çabalıyor. Çalışmalardan birinde Minnesota Üniversitesi’nden Kathleen Vohs ve Santa Barbara’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden Jonathan Schoolerın birlikte yürüttükleri bir deneyde, bir grup denekten Stanley Crick’in The Astonishing Hypothesis isimli kitabından bir alıntıyı okumaları istendi.
Kitap, özgür iradenin yalnızca bir illüzyon olduğunu, insanların nöronlardan oluşmuş bir yumak olduğunu savunuyor. Bu pasajı okuyan deneklerde, okumayanlara göre özgür iradeye duydukları inancının daha zayıf olduğu anlaşıldı. Daha sonra kopya çekseler bile fark edilmeyeceklerine inandırılan deneklerden, matematik testi çözmeleri istendi. Özgür iradeye duydukları inançları büyük ölçüde sarsılmış olan deneklerin kopya çekmeye daha meyilli oldukları saptandı (Psychological Science, vol 19, p 49).
İnsanların özgür iradelerine duydukları inancın sarsılması ile ilgili bir diğer çalışmayı da Florida State Üniversitesi’nden Roy Baumeister yürüttü. Baumeister ve ekibi deneye katılanlardan özgür iradeyi güçlendiren veya zayıflatan metinler okumalarını istedi. Bu iki zıt düşünce şu satırlarla dile getiriliyordu:
Özgür iradeyi güçlendiren ifade: “Bazen davranışlarımı etkileyen çevresel ve genetik faktörleri kontrol altında tutabiliyorum ve beni etkilemelerine izin vermiyorum
Özgür iradeyi sarsan ifade: “Özgür iradeye duyulan inanç, evrenin bilimsel yasalar tarafından yönetildiği düşüncesine ters düşer.”
Daha sonra gönüllülerden bir dizi senaryo çerçevesinde, başka bir insana yardım etmeye ne kadar gönüllü oldukları soruldu.
Tahmin ettiğiniz gibi özgür iradeye inancı sarsılmış olan insanlar, diğer gruba göre yardım etmekte daha az istekliydi. Bilim insanları bu insanların ayrıca yabancılara karşı daha saldırgan bir tutum sergilediklerini gözlemledi (Personality and Social Psychology Bulletin, vol 35, p 260).

Buradan çıkartılar sonuç şu: Özgür iradeye olan inançlarımızı yitirmek çevremizdeki insanları da olumsuz etkiliyor. Ayrıca bu durum yaşam başarımızı da engelliyor. Vohs ve Baumeister ile birlikte çalışmalar yapan Florida State Üniversitesi’nden Tyler Stillman, özgür iradelerine güvenen insanların iş hayatlarında daha olumlu beklentiler içinde olduğunu ortaya koydu. Bu da yalnızca bir yanılsama olabilir mi? Stillman ve meslektaşlarına göre bu bir yanılsama değil. Bilim ekibi bir deneyde, bir iş yerinde amir pozisyonundaki kişilere emrinde çalıştırdıkları kişilerin çalışmalarını değerlendirmelerini istediği zaman, özgür iradeye inanan kişilerin performansının, diğerlerinden daha yüksek olduğunu keşfetti.
Bütün bunlar, hayalimizde canlandırdığımız 2500 yılının deterministik dünyasında yalancı, üçkâğıtçı, şiddete eğilimli, çalışma arzusunu yitirmiş kişilerin çoğunlukta olacağını gösteriyor. Böyle bir dünyada sosyal uyumun olmayacağı da kesindir.
Cumhuriyet Bilim Teknik

Az Önce Düzdü

Elini verir misin, dedi kız.
Güzelliğine dalmış, irkildim.Uzattım sonra.
Avucumdaki çizgileri bir süre dikkatlice inceledikten sonra, birden "ay" diyerek geri çekildi.
Nooldu?
Bana baktı şaşkın. "Yaşam çizgin, az önce düzdü, şimdi havaya doğru dikildi."
Yüzüm kıpkırmızı olurken, gülmeye çalıştım. Bir şey diyemedim...

Kafesin dondurucu soğuğu


“Bir tarih kitabının üzerinde bunalmaktansa doğru dürüst sevişmeyi öğrenmek mübahtır.”

“Onaltı dümen ve sürekli erdemlilik yılı. Onaltı sıkıntılı yıl geride ne kaldı? Yalıtılmış, ufak görüntüler. Yeni kitapların kokuları, bir ekim resmini yaptığımız yapraklar, uygulamalı çalışmalarda kesilmiş kurbağanın formol kokulu iğrenç karnı, tatile çıkacakları için öğretmenlerin de insan olduklarının fark edildiği ve sınıfın daha tenha olduğu senenin son günleri. Artık sebebini bilmediğimiz tüm o büyük korkular, sınav akşamları. Düzenli bir alışkanlık. Bununla sınırlıydı. Artık biliyor musunuz Bay Brul, çocuklara onaltı yıl süren düzenli bir alışkanlığı dayatmak alçaklık? Zaman bozuldu, Bay Brul. Gerçek zaman, eşit saatlere bölünmüş ve mekanik değildir. Gerçek zaman özneldir. İçinde taşırsın. Her sabah saat yedide kalkın. Öğlen yemek yeyip, dokuzda yatın. Asla kendinize ait bir geceniz olmaz. Denizin alçalmayı bırakıp durduğu bir an, tekrar yükselmeden önce gecenin ve gündüzün birbirine karışıp eridiği ve nehirlerin okyanusla karşılaşmalarındakine benzeyen bir coşku seti oluşturduğu, dingin bir zamanın varolduğunu asla bilemezsiniz. Onaltı yıl gecelerimi çaldılar, Bay Brul. Beşinci sınıfta, altıncı sınıfa geçmemin tek ilerleyişim olması gerektiğine inandırdılar beni. Son sınıfta bitirme sınavını vermem gerekiyordu. Ardından bir diploma. Evet bir amacım olduğunu sanıyordum Bay Brul. Ama hiçbir şeyim yoktu. Başlangıcı ve sonu olmayan koridorda, bir embesiller römorkunda, diğer embesilleri izleyerek ilerliyordum. Hayatımızı diplomalarla geçiştiriyoruz. Aynı zorlanmadan yutturmak için kapsüllerin içine acı tozlar konması gibi. Görüyor musunuz Bay Brul, hayatın gerçek tadını sevebilirmişim bunu şimdi anlıyorum.”

Boris Vian, L’herbe Rouge (Kırmızı Ot)
Altıkırkbeş Yayınları, Temmuz 1994, 1.Basım, Çeviren Ayça Sezen, sf.94

7 Temmuz 2011 Perşembe

Aylak Adam - Yusuf Atılgan


Dışarda çiğnenmemiş kar, üstüne bastıkça gıcırdıyordu. Kitapçının köşesinden tenha caddeye dönerken içinde bir boşluk vardı. Saatine baktı: ona geliyordu. ”Nereye gideceğim? Keşke polis kuşkulanıp karakola götürseydi beni. Değişik bir gece olurdu. Belki onu da bulup getirirlerdi. Birlikte çıkardık. Sonra, sıkıntı. O bitti. Haşet’te kitap arayacağım. Niye koşuyorsun? Davete geç mi kaldınız? Her zaman geç kalanlar bulunur. Hindi dolması daha bitmemiştir. Bu gece insanların hindi yemesi gerekir. Bulamayanlar üzülür. Yılbaşı hindisi…ooo! Eğlenmek de zorunludur bu gece. Sinemalar, tiyatrolar, barlar doludur. Evlerde toplantılar vardır. “Neydi o yılbaşı donattığımız masa. Şu Mehmet bey ne şakacı adam. Kırdı geçirdi bizi.. Ama karısı.. Sorma kardeş.” Küçük kumarlarımız vardır. On kuruşluk tombalalar. Şimdi kim bilir kaç evde, kim bilir kaç kadının ‘aman ayol, bu ne kötü şans böyle’ sözüne karşılık kim bilir kaç erkek “üzülmeyin; kumarda kaybeden aşkta kazanır” diyordur. Kim bilir kaç erkek de acele edip bu sözü ondan önce söyleyemediler diye onu kıskanıyordur. Biliyorum sizi. Küçük sürtünmelerle yetinirsiniz. Büyüklerinden korkarsınız. Akşamları elinizde paketlerle dönersiniz. Sizi bekleyenler vardır. Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?” yanından geçen kadına döndü:
- Merhaba, dedi.
Der demez pişman oldu. Kadın durmuş ona bakıyordu. Sol elini cebinden çıkarıp kulağını kaşıdı. Kadın,
- Sizi tanımıyorum, dedi.
Buna verilecek karşılık belliydi: “Öyleyse tanışalım” deyip kadının koluna girmesi, “Ne soğuk. Sıcak bir yere girip bir şeyler içsek.” demesi gerekiyordu. Kolaylıklardı bunlar. Kadın bunları bekliyordu ondan. Oysa;
- Ben de, dedi.

Yusuf Atılgan, Aylak Adam
Yapı Kredi Yayınları, Roman

Edip Cansever - Buz Gibi

Buz Gibi

Aşk iyidir bak
Duyumunu artırır insanın
Hele don gömlek sabahları
Tıraş olacağını duyarsın
Yeni gömleğini giyeceğin gelir
Bir yeni biçim eklersin insan olacağa
Masaya, merdivene, aynalı dolaba
Derken ardından şıpın işi bir kahvaltı
Amanın dersin bu ne delice gidiş?
Paldır küldür açar mıydı fıstık ağacı?
İspinoz düşünür müydü?
Deli olan kaşınır mıydı?
Kolların upuzun Walt Whitman’ı okumaktan
Ağzın desen bir karış açık
Sokaklar yok mu, o sokaklar
Önce bir yeşile işkilli
Evlerde büyümeler, alıp başını gitmeler olacak
Kızıp duracaksın üstüne başına konan toza
Televizyondaki işe
Usanmak, hızını eksiltmek dendi mi
Cin ifrit kesileceksin birden.

Hey gidi duyumuna yandığımın dünyası
Alıp vereceğin olacak ille

Aşk maşk buz gibi yaşayacaksın…

Edip Cansever


4 Temmuz 2011 Pazartesi

Ölüm mü? Ne buluş!


HÔTEL DIEU (1980-1990 arası..)
bilinçli bilinçsiz tehlikeyi bile bile garip bir çekiciliği var ölümün, ona yardım etmek için gerekeni yapıyoruz..
ölüm birkaç kez elimden kurtuldu kaçtı, boşuna saklanıyor, nasıl olsa onu yakalarım.. er geç şurasında ne kaldı ki..
kimin aklına gelir..
nâzım, dünyanın bir gün yok olmasına yakınıyor şimdiden.. dünyanın ölümüne ağlıyor peşin. böylesi bir ağıt hiç yakılmamıştı yeryüzünde.. yeryüzünün geleceği için acı duyulmamıştı.. ne geniş bir insanlık açısı.. bunca uzaklara kederlenen şair , bunca yakın küçücük olaylarımıza da yakınmayı becermiş..
içimde bir savaştır gidiyor.. ekranda görebilsem olan biteni.. .evirme hareketlerini, saldırışları, geriye çekilmeler, kimi kimi..
hızır aleyhisselam doktor kıyafetinde koridorda dolaşıyor.. arkasında bir sürü saygılı melekler, zar zor kanatlarını saklıyorlar beyaz giysileri altında..
..
INSTITUT GUSTAVE-ROUSSY VILLEJUIF (1991)
lanet olası uykusuzluk..
hastabakıcıya bakılırsa, hastanelerde, tiroid hastaları gün geçtikçe çoğalıyor..
neden ola..
stres, sıkıntı, yorgunluk ihtimal.. ölümü sakın adam yerine komayın, yoksa kendini bir şey sanabilir..
tek sorun, çıkış kapısını fazla itişsiz kakışsız tutturmak..
..
ölüm havası, ölüm hevesi..
ölüme ortak çıkmak..
ölüm mü ? ne buluş !
sabah ışığı cam mavisi..
kimseye söylemedim bugüne kadar : sakat doğmuşum, ruhum yok benim.. ya da varsa, nerde olduğunu bilmiyorum.. iyi saklanmış..
doğduğum gün çoktan ölmüştüm..
öldüğüm gün çoktan doğmuştum..
bu konuda tecrübeliyim.. doğmadan önceki yokluğum, ölümümden sonraki yokluğum kadar, sonsuza dek sürmüştü.. önceki ve sonraki, yokluk kavramına ulaşmak.. ikisi bir yerde bitişiyor mu yoksa.. iki uçta bir sonsuzluk halkası mı çiziliyor zaman ve mekan dışı böylece..
siyah delik..’
‘ÖLÜM MÜ ? NE BULUŞ !’ , ABİDİN DİNO, SEL Yayıncılık, Ocak 2005 , 68 Sayfa..

3 Temmuz 2011 Pazar

çimenler toz toplamıyor insanlar toprağı kazmadıkça..

‘insanların çoğu bir evin ne anlama geldiği hakkında hiç düşünmemiş gibi görünüyor.. yaşamlarını gereksiz yere yokluk içinde geçiriyorlar.. çünkü komşularının evi gibi bir evlerinin olması gerektiğini düşünüyorlar.. sanki bir insan terzinin onun için dikmeyi istediği her türden elbiseyi giymek ya da zamanla palmiye yaprağından şapkasını ya da dağsıçanı derisinden kasketini giymeyi bırakmak zorundaymış gibi, kendilerine bir taç almaya paraları yetmiyor diye zor zamanlardan söz ediyorlar.. sahip olduklarımızdan daha elverişli ve rahat bir ev her zaman olası, ancak kabul edilebilir ki, bir insanın parası buna yetmeyecektir.. hep daha fazlasını edinmek için mi çalışacağız, ara sıra daha azıyla da yetinemez miyiz.. saygın kişiler ölmeden önce, gençlere böylesine ciddi bir şekilde, ilkeleri ve örnekleriyle, fazladan bir takım parlak ayakkabı ve şemsiyeler ve boş misafirler için boş misafir odaları edinmenin gerekliliğini mi anlatacaklar.. niçin bizim mobilyalarımız da arapların ya da kızılderililerin ki kadar yalın ve basit olamaz.. cennetin habercileri ve insana verilen ilahi hediyelerin taşıyıcıları olarak ilahlaştırdığımız velinimetleri düşündüğümde, beraberlerindeki kişilerin gelip ayaklarına kapandıklarını ya da bir araba yükü gösterişli mobilyaları olduğunu gözümde canlandıramıyorum.. ruhani ve entelektüel anlamda onlardan üstün olduğumuz oranda, mobilyalarımızın araplarınkinden gösterişli olmasına izin verseydim – bireysel bir izin olamaz mı- ne olurdu.. günümüzde evlerimiz mobilyalarla tıka basa doldurulup kirletiliyor.. iyi bir ev hanımı büyük kısmını süpürüp çöp çukuruna atardı ve sabah yapılması gereken işini tamamlamış olurdu.. sabah işi.. aurora’nın kızılı ve menon’un müziği aşkına.. insanın sabah işi ne olmalı bu dünyada.. üç kireçtaşı parçası vardı masamda.. iğrenerek pencereden attım onları, aklımın mobilyalarının tamamı tozluyken bu taşların her gün tozlarının alınması gerektiğini anlayınca.. o halde nasıl sahip olabilirim mobilyalı bir konuta.. açık havada oturabilirim çoğunlukla, çünkü çimenler toz toplamıyor insanlar toprağı kazmadıkça..’

‘NEREDE VE NE İÇİN YAŞADIM..’ , HENRY DAVID THOREAU, Çeviri : YONCA YALÇIN ÇAKMAKLI, NOTOS KİTAP Yayınevi, Aralık 2010, 156 Sayfa..


2 Temmuz 2011 Cumartesi

Kaybedenin Önde Gideni - Charles Bukowski

Sadece sıkıcı insanlar sıkılır.
Sadece yanlış bayraklar dalgalanır.
Size Tanrı olmadıklarını söyleyen insanlar aslında aksini düşünürler.
Tanrı başarısızlıkların bir icadıdır.
Tek cehennem bulunduğun yerdir.

Dallas'tan geçtim ve Pasadena'da aylaklık ettim.
Anam ağlamadı çünkü ağlatacak kimse yoktu.
İki boy aynasını tuzla buz ettim ve beni
hâlâ arıyorlar.
İnsanın asla girmemesi gereken mekânlara girdim.
Acımasızca dövülüp ölü diye bırakıldım.
Kafatasımda cop darbelerinden oluşmuş bir sürü yumru var.
Melekler korkudan altlarına kaçırdılar.
Harikulade bir insanım.

Siz de öylesiniz.
O da öyle.
Güneşin sarı nabzı ve dünyanın görkemi de.

1 Temmuz 2011 Cuma

Fuzuli - Gazel 2


Yarab! Beni aşkın belasıyla dost eyle;

Beni bir an olsun aşkın belasından ayırma.

Dert çekenlerden yardımını azaltma;

Yani beni çok belalara düşür.

Ben var oldukça bela isteğimi eksik etme;

Ben belayı isterim, çünkü bela da beni ister.

Aşkın belasında ağırbaşlılığımı bozma;

Sonra dost kınayıp da vefasız demesin.

Sevgilinin güzelliğini gittikçe daha da arttır.

Geldikçe beni onun derdine daha beter tutkun yap.

Onun ayrılığında vücudumu öyle zayıflat ki,

Sabah yeli beni götürüp ona kavuştursun.

Allahım! Fuzuli gibi bana gururu, kibri nasip edip,

Beni benliğime sımsıkı bağlama.

Fuzuli - Gazel

Kimden vefa istedimse ondan hep cefa gördüm.

Bu vefasız dünyada kimi gördümse vefasız olduğunu anladım

Kime çare bulsun diye derdimi anlattımsa,

Onu benden de beter bir dert içinde gördüm.

Kederli gönlümden hiç kimse üzüntümü defetmedi.

Temizlikten dem vuran dostları hep iki yüzlü gördüm.

Suyun eteğini tutsam, akıp benden yüz çevirir.

Aynadan sadakat umsam isteğimin aksini görürüm.

Umut kapısına ayak bastım başıboşluk el verdi.

Hüner ipliğinin ucunu yakaladım, elimde yılan oldu.

Felek bana kara bahtımın yıldızını yüz kez gösterdi.

Ben bahtsız, ona ne zaman baksam, kapkara gördüm.

Fuzuli! İnsanlardan yüz çevirsem beni ayıplama

Çünkü kime yüzümü döndüm, ondan yüz kötülük gördüm.

30 Haziran 2011 Perşembe

Kadı Burhaneddin


Tuyuğ

Güzelin işşi azarlamak ve naz etmek olur,

Gözleri bir büyücü cadı, gamzesi de ortalığı karıştırıcı olur.

Ey gönül! Sen bütün bunlara tahammül et, sabret;

Çünkü, sevgiliye kavuşmak zamanla, yavaş yavaş olur

"Bunca ki yandım yanarım, billah ki usanmamışım"

Kadı Burhaneddin maceracı bir kişiliğe sahip ilginç bir şairdi. Kadı olarak çalıştığı devlet içinde saltanat soyundan gelmese de iktidara ulaşabilen bir kişi. Şair. 18 yıl kendi adını taşıyan bir devleti idare eediyor. İlim adamlığı yanında sanatçı ve siyasi kişiliğini de aynı ölçüde öne çıkarıyor.

Yukarıdaki mısra onun Sivas kalesinde Akkoyunlularca idamıyla sona eren renkli ve maceracı hayatının bir yansıması gibidir. Üzerinde çalışılmayı hak eden, merak uyandırıcı bir isimdir Kadı Burhaneddin.

Tuyuğ

Hakka şükür koçlarun devrânıdur.
Cümle âlem bu demün hayrânıdur.
Gün batardan gün toğan yire değün.
Işk erinün bir nefes seyrânidur.

Şeyyad Hamza(14 yy)

Gazel

Ecel eline kocaman bir kadeh almış

O kadehin içi ibret verici olaylarla dolu


Kimine kadehi yeni sunuyor,kimine de içirmiş,

Kimi de sarhoş olmuş, sürekli olarak toprakta yatıyor.


Zengin, yoksul, büyük, küçük, herkes

O sakinin elinden birer birer içer.


Ne güzel şerbet ki ondan bir defa içen

Ne sabah olduğunu bilir ne akşam olduğunu bilir.


Bu nasıl şerbet ki rengi ve mahiyeti bilinmez;

Kırmızı mı, beyaz mı, yıllanmış mı, taze mi?


Bu saki nice arslan gibi kişilerin sırtını yere getirmiştir.

Nice ejderhalar ona boyun eğmiştir.


Bu saki sultanları (bile) yatırdı.

Ki Anadolu ve Şam onların bir köyü idi.


İnternette bulduğum çeviri:

Ecelin elinde bir ulu kadeh var
Ki içi dolu ders verici olaylar

Kimine ayak sunar kimine içirmiş
Kimi toprakta esrik sürekli yatar

Ki bir bir içer o sakinin elinden
Zengin yoksul küçük büyük olanlar

Ne güzel şerbet ki bir kez içenler
Ne sabah ne akşam olduğunu anlarlar

Ne şerbettir ki bu hiç rengi bilinmez
Kızıl mı ak ham ya olgun anlamazlar

Ne aslanları yatırmış bu saki
Boyun eğmiştir ona ne ejderhalar

Nice sultanları yatırdı bu saki
Ki Anadolu’yu Şam’ı köy sayardı onlar

Özgün Metin:

Ecel tutmuş elinde bir ulu câm
Ki ol câmın içi dolu ser-encâm

Kime ayak sunar kime içürmiş
Kimi esrük yatur toprakta mûdam

Ki bir bir içer ol sâkî elinden
Bay u yohsul ulu kiçi has u âm

Zehî şerbet ki bir kez andan içen
Ne subh olduğunu bilür ne ahşam

Ne şerbettir bu hiç rengi bilünmez
Kızıl mı ak mıdur yâ puhte yâ nâm

Ne arslanları yaturmuş bu sâkî
Ne ejderhâlar olmuştur ana râm

Selâtinleri yaturdu bu sâkî
Ki bunlar bir köyü idi Rum u Şâm

29 Haziran 2011 Çarşamba

Azizler ve Alimle

"Soyut bilgi masum değildir. Zehirdir: Karanlık, şiddet dolu, acımasızdır. Yaşamdan kopuk olmakla kalmaz, yaşamı terörize eder, kanla canla beslenir." (s: 24)

"Her şeyin gözle görülür olması katlanılmaz bir şey. Gördüklerimizin görülebilecek bütün herşey olması." (s: 25)

"Bir derinlik hayaline saplanmış budalalar olduğumuz için gizli olanı arıyoruz. Gerçekliğin dayanılmaz budalalığını görmemek için elimizden geleni yapıyoruz." (s: 25)

"Burjuva mantığının yasalarıyla partinin gücü ancak otuz-kırk kişi kadardı, ama diyalektik anlamda dallar ülkedeki her fabrikaya uzanıyordu." (s:32)

"Gerçeklikle onun temsili arasında, adı konmamış bir uçurum vardı." (s: 43)

"Dilin de kendi sınırları vardır. Dilin sınırları dünyamızın sınırlarıdır." (s: 114)

"Yalnızca geçmişi unutabilirsek özgür olabiliriz." (s: 125)

"Bizi umutsuzluğa sürüklüyor, sonra da biz şiddetle karşılık verdiğimizde, kendi alınlarındaki Kabil işaretini görmezden gelip, bize vahşi damgası vuruyorlar. Kendilerine, tıpkı Kızılderililerin Batılı göçmenlere baktıkları gibi, yabancı işgalciler gözüyle baktığımızı anlamıyorlar." (s: 126)

"Mizah değerli bir devrim silahıdır." (s: 128)

"İnsanın kim olduğunu söylemesi her zaman zordur. Bu üzülünecek değili kutlanacak bir şey." (s: 130)

"İnsanı hayvandan büyük yapan dildir. Trajedisi de budur." (s: 132)

"Fikir insanın hamurunda vardır. Onunla yaşarlar ya da onunla ölürler." (s: 133)

"Sizin şu felsefe dediğiniz şey, insanlarla ilgilenmemenin bir diğer adı sadece." (s: 135)

"Birey son derece değerlidir. Aynı zamanda yüce bir kurgu." (s: 135)

*Terry Eagleton-Azizler ve Alimler

Ölü Filozoflar Kahvesi


"Bizler yaşlandıkça bu yaşam akıntısı da büyüyor ve onu aşmak gittikçe zorlaşıyor."
J.J.Rousseau

"Tanrı, gerçekliği göstermek için bazen bizi yanıltır."
Descartes

"Düşünmek ruhun kendi kendine konuşmasıdır."
T. Bernaro

"Düşünceler bedenin ve bilincin ötesinde üçüncü bir dünyadır."
Augustinus

"Nesnel bir gerçek olsa da, onu kendime mal eden benim."
Kierkegaard

"İnsanın umudu kalmazsa, çaba da sarf etmez."
Kant

"İnsanın büyüklüğü eyleminden değil, etkisinden gelir."
Laotse

"Suyun ve dağın güzelliğini hissetmiyorsan, artık bir çocuk gibi sevinemiyorsan, çok ileri gitmişsin demektir."
Dschuang Dse

28 Haziran 2011 Salı

Traş olurken yüzümü kestim..



hiçbir zaman olması gerektiği gibi değil , dedi , insanlar

müziğin sesi , sözcüklerin

yazılışı ,

hiçbir zaman olması gerektiği gibi değil , dedi , bütün

bize öğretilenler , peşinden koştuğumuz aşklar ,

öldüğümüz bütün ölümler , yaşadığımız

bütün hayatlar ,

hiçbir zaman olması gerektiği gibi değiller ,

yakın bile değiller..

birbiri arkasından yaşadığımız

bu hayatlar ,

tarih olarak yığılmış ,

türlerin israfı ,

ışığın ve yolun tıkanması ,

olması gerektiği gibi değil ,

hiç değil ,

dedi..

bilmiyor muyum ? diye

cevap verdim..

uzaklaştım aynadan..

sabahtı , öğlendi ,

akşamdı ,

hiçbir şey değişmiyordu

her şey yerli yerindeydi ,

bir şey patladı , bir şey kırıldı ,

bir şey kaldı..

merdivenden inip içine

daldım..

CHARLES BUKOWSKI..

‘Gülün Gölgesinde.. Dünyevi Şiirlerin Son Gecesi 2. Cilt..’ , CHARLES BUKOWSKI , Çeviri : AVİ PARDO , PARANTEZ Yayınları , Kasım 2002 , 174 Sayfa..



Kitap Hırsızı

"İlk önce renkler. Daha sonra insanlar. İnsanlar genellikle bir günün renklerini sadece gün başlarken ve sona ererken fark ediyorlar, ama benim için günün her anı, her dakikası değişen, içiçe geçen yığınla farklı renk tonu içeriyor. Tek bir saat bile binlerce değişik renkten oluşabilir. Mumsu sarılar, bulutsu maviler. Kasvetli karanlıklar." (s.3-4)

"Çocuklar, çoğu zaman hantal sersemlikteki yetişkinlerden çok daha kurnaz olabiliyor." (s.31)

"Sözcüklerini avucunda biriktirip, iyice yoğurduktan sonra masanın üzerinden fırlatır gibi konuştu." (s.32)

"Sessizlik, kopmak için yakaran bir lastik gibi uzadı. Kız kopardı. "(s.129)

"Her yerde kitaplar! Bütün duvarlar oldukça kalabalık ancak mükemmel sıralanmış raflarla giydirilmişti. Duvarın boyasını görmek neredeyse mümkün değildi. Siyah, kırmızı, gri, her renkten kitabın sırtında değişik renkte ve boyada yazılar vardı. Liesel Meminger'in hayatında gördüğü en güzel şeylerden biriydi.
Hayretle gülümsedi.
Böyle bir oda nasıl olabilirdi! (...)

Gitgide oda küçüldü, ta ki, kitap hırsızı birkaç adımla uzanıp raflara dokunana dek. Tırnaklarının kitapların sırtına değip geçerken çıkarttığı tıkırtı sesini dinleyerek elinin tersini ilk raflarda gezdirdi. Çıkan ses bir çalgı sesi gibiydi ya da koşan ayakların notaları gibi. Peşpeşe raflar boyunca ellerini yarıştırdı. Ve kahkahalar attı. (...)
Kaç kitaba dokunmuştu? Kaç kitabı hissetmişti?
Raflara doğru ilerleyip bu kez daha yavaşça ve elinin içiyle tekrar kitaplara dokundu; avuçlarının içinde her kitabın sırtının oluşturduğu engebeyi hissediyordu. Işıklı bir hüzmeden yayılan parlak hüzmeler gibi büyülü bir histi, kusursuz bir güzellik karşısında duyulan his gibi. Birçok kez neredeyse yerinden çekip çıkaracaktı kitaplardan birini ama düzeni bozmak istemedi. Fazla mükemmeldiler." (s.129-130)


"Çevirdikçe, sayfalar yazılmış hikayenin yükü gibi gürültü çıkardılar." (s.233)

"Hiçbir insanın benimki gibi bir yüreği yoktur. İnsan yüreği bir çizgidir, oysa benimki bir daire ve doğru anda, doğru yerde olabilmek gibi sonsuz bir yeteneğim var. Bunun sonucu olarak insanları hep en iyi ve en kötü anlarında yakalayabiliyorum. Onların hem çirkinliklerini hem de güzelliklerini görüyorum; aklıma takılıyor, ikisini birden nasıl barındırabiliyorlar? Yine de kıskandığım bir yanları var. İnsanlar hiç değilse ölecek kadar sağduyulular (Ölüm) (s.480)

"Sözcüklerden nefret ettim ve onları çok sevdim, umarım onları doğru kullanmışımdır." (s.515)

Markus Zusak - Kitap Hırsızı (Book Thief) (Encore Yayınları)

27 Haziran 2011 Pazartesi

YORGUN SERSERİ Neal Cassady


Bu kadarı yetebilir belki. Kimsenin ortalıklarda olmadığı bir saatte ağlayabiliriz de istersen. Şimdilik bir bira daha söyleyelim. Kadınlar istedikleri kadar girmeye çalışsınlar hayatımıza; biz bir bize yer ayırdık orada. Biliyor musun, aslında her şey başladığı yerde biter ve bir bitki biter oracıkta. Benim bitkim küçük kısır bir zeytin ağacıdır. Güneye doğru yola çıktığımda hep yolumu kesen ve yollarda tüm kasvetimi bir paket sigaraya kurban eden küçük kısır bir zeytin ağacı. Bir gün bir bahçem olacak ve zeytin ağaçları yetiştireceğim. Anason , afyon ve zeytin ağacı. Bir gün bir bahçem olacak ve kurtulacağım tüm lanet arka bahçelerden. İnsan olacağım. Sevgili, koca ya da metres olmayı bırakıp; bırakıp araba yıkamayı, bulaşıkçılığı, dost olmayı, insan olacağım. Kimseye yer ayırmıyorum bahçemde, yalnız ve mutsuz olacağım. Gittiğim güne dek hayatın beyin damarlarındaki bir hava kabarcığı olacağım. Bir gün patlayacağım ve her şey sona erecek. Ne güzel, değil mi? Hala hayal kurabiliyor olmak, bekar olmak, her gün kansere, aids’e ve tüm illetlere biraz daha yakın olmak ne güzel. İstersen cevap da verebilirsin, ya da en iyisi sus biraz. Çünkü hep ben konuşmalıyım ki gerçek gibi dursun tüm bunlar. Sahi, bunca ifrit gerçek olabilir mi?

Gerçek olamayacak ne var ya da? Sence, bence ve bencilce. Gerçek olamayacak tek bir an, tek bir figüran girmişse hayatına, gerçeklik seni ne kadar yalanlar. Umurumda değil ne kendi söylediklerim ne de senin bana söylemek istediklerin. Sevişmek üzerine uzun uzun konuşmuştuk bir gece seninle ve sabaha kadar üç esmer iki sarışınla yatmıştın sen ben kaldıramayacağım kadar içmiştim ve kaldıramamıştım. Ne komikti bunca rezalet. Hayatımıza onca zilli girmişti ve birkaç hanım hanımcık yosma. Ki biliyorsun ben hepsinde bir şeyler unuttum ayrılırken. Şimdi düşünüyorum da ne gerek vardı. Ne menem bir haykırıştı o her ayrılık. Hayır, kadınları küçümsemiyorum; onlar zaten küçükler. Küçücük dünyaları hep dar geldi bana. Bense hep kendimi okşadım üşüdüğüm her yanlış durakta.

Büyük serseri büyük vurgunlar yiyendir ve tüm vurgunlardan biraz yitik çıkandır mı demiştin; yoksa ‘ siktir et bunları’ mı?

Eski günlerdeki kadar karanlık olabilseydim umursardım bana vereceğin cevabı; şimdilerde hiç olmadığım kadar net’im, her şey o kadar belirgin ki kimsenin düşünceleri, düşüşleri beni ilgilendirmiyor.

Neyse, bizi nasıl olsa anlamayacaklar dostum. Ardımda hamile bir sevgilim olsaydı yinede düşerdim yola ama kafamda bunca acı varken kıpırdayamıyorum bile. Ardımda mutlu bir an bıraksaydım yinede düşerdim yola ama içimde bunca kirli yalnızlık varken kıpırdayamıyorum bile. Ardımda bir ceset bırakabilecek olsaydım yinede düşerdim yola ama kendi cesedimi sırtımda taşıyorken kıpırdayamıyorum bile. Bir bira daha söyle de susalım biraz, ki azıcık da gece konuşsun.

Lanet olsun mu derdin en çok yoksa Allah belanı versin mi? Sanırım ben bu iki kelimeyi de bakire bir kızın dokunulmazlığı olarak görüyorum ve sen böylesine küfürbaz olabildiğin için imreniyorum sana. Bu kadarı yetebilirdi belki ama ben ağlamak istiyorum yinede. Eski, küflü bir ford’un arka koltuğunda göz yaşlarım ve kusmuğumdan oluşan bir gölün içinde ölü bulunmak istiyorum.

Baki


Baki

Dünyanın süslerinden el çekmeye niyetim var
Yakında yokluk derler bir şehre seyahatim var

Uçtu gitti bu göklerden inleyen gönül kuşum
Fırsat bulamaz oldum yolculuk kederim var

İçse bir aşık -ta kıyamete kadar ayılmaz
Feleğin meclisinde -bilmem kadehinde ne haller var

Bu haller ile ey gönül sağ olmaktansa alemde
Dilberlerin gam derdinden ölmekte incelik var

Gittikçe viran gönül ülkesini harap ediyor
Zamanın bu cefasından bir şaha şikayet var

Baş vermeye razıdır da dünyaya gönül vermez
Ayrılık ehlinin ey Bâkî başında saadet var.

(Günümüz diline uyarlayan: Adnan Durmaz)

Âlâyiş-i dünyâdan el çekmege niyyet var
Yakında adem dirler bir şehre azîmet var

Uçdı bu fezâlardan mürg-ı dil-i nâlânım
Ârâm idemez oldum efkâr-ı seyâhat var

Nûş eylese bir âşık tâ haşre dek ayılmaz
Bezm-i feleğin bilmem câmında ne hâlet var

Bu hâlet ile ey dil sağ olmada âlemde
Derd ü gam-ı dilberle ölmekte letâfet var

Gitdükçe harâb eyler mülk-i dil-i vîrânı
Dehrün bu cefâsından bir şâha şikâyet var

Ser terkine kâ'ildir dünyâya gönül virmez
Terk ehlinin ey Bâkî başında sa'adet var.