İzlediğiniz fotoğraf Timurtaş Onan : Beyoğlu Geceleri albümünden.
Metropolde yaşayanlar bilirler, varolmak gerçekten zor. Bu kadar göç
alan kalabalık bir şehirde insanların yaşamlarındaki uçurumlar New York
gibi metropollerde olduğu gibi kaçınılmaz. Herkese yer olmadığı apaçık
ortada. Beyoğlu’nda da bunu gözlemleyebiliyor insan. Bir tarafta eğlenen
bir kesim bir tarafta üç beş kuruş için orada bulunan geceinsanları,
karton kutuların üstünde yatan evsizler, kendini alkole vermiş eski
sinema emekçileri ve usunu yitirmiş umutsuz kişiler. Büyük bir kalabalık
ama yalnızlık diz boyu,coşku ve öfke bir arada.Eğlence yerleri de
enteresan; Jazz kulüpleri,türkü barlar ,elektronik müzik yapan
kulüpler,travesti pavyonları, Rock barlar hepsi yan yana.
31 Temmuz 2012 Salı
Geyikli Gece / Turgut Uyar
Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıktaHer şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden
"Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli
Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor
Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında
Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mi diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı
Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk
"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
"Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum"
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden
"Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli
Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor
Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında
Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mi diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı
Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk
"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
"Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum"
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
21 Temmuz 2012 Cumartesi
Özlemi tanıyanlar ne çektiğimi bilirler
Özlemi tanıyanlar ne çektiğimi bilirler
Yalnız ve bütün zevklerden uzak
Göğün o tarafına bakıyorum
Ah! Beni seven ve tanıyan çok uzakta
İçim anıyor, içim sancıyor
Özlemi tanıyanlar ne çektiğimi bilirler
Goethe
Ben evde bir köşede oturuyordum. Mektubunu derhal açamadım. Bir müddet yanımda dolaştırdım. Okusam derhal bitecekti.
...
Hava bozdu, benimle beraber matem tutuyor.
Oğuz Atay
1 Temmuz 2012 Pazar
Bertolt Brecht İyilik Neye Yarar?
İyilik neye yarar,
Öldürülürse iyiler çarçabuk,
ya da iyilik görenler?
Özgürlük neye yarar,
yaşarsa bir arada
özgürlerle tutsaklar?
Akılsız olmak madem ekmek sağlar herkese,
akıl neye yarar?
İyi insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
iyilik beklenmesin!
Özgür insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
kavuşsun özgürlüğe herkes,
özgürlük sevgisi geçersiz olsun!
Akıllı insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
akılsızlık zararlı olsun!
BERTOLT BRECHT
Çeviri: A. KADİR
Öldürülürse iyiler çarçabuk,
ya da iyilik görenler?
Özgürlük neye yarar,
yaşarsa bir arada
özgürlerle tutsaklar?
Akılsız olmak madem ekmek sağlar herkese,
akıl neye yarar?
İyi insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
iyilik beklenmesin!
Özgür insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
kavuşsun özgürlüğe herkes,
özgürlük sevgisi geçersiz olsun!
Akıllı insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
akılsızlık zararlı olsun!
BERTOLT BRECHT
Çeviri: A. KADİR
30 Haziran 2012 Cumartesi
Revolver
“Kendinizle ilgili bilmediğiniz bir şey vardır, varlığını bile inkâr
edeceğiniz bir şey, ta ki bir şey yapmak için geç kalana kadar.
Sabahları uyanmanızın tek sebebi budur, aşağılık patronunuzdan çile
çekmenizin nedeni, döktüğünüz kan, ter ve gözyaşının… çünkü bunlar,
insanların sizi aslında ne kadar çekici, iyi, cömert, komik ve akıllı
olduğunuzu bilmeleri içindir…”
“Hepimiz onaylanmış keşleriz, hepimiz sırtımızın sıvazlanmasını isteriz, küçük hediyeler almayı severiz…”
26 Haziran 2012 Salı
Biraz ciddiyet!
“Beyler! Tanzimat ilân ettik olmadı,
ardından iki tane Meşrutiyet ilân ettik, yine olmadı;
onların ardından Cumhuriyet ilân ettik, yine olmadı.
Ne dersiniz, bu sefer biraz da ciddiyet ilân etsek olmaz mı?”
ardından iki tane Meşrutiyet ilân ettik, yine olmadı;
onların ardından Cumhuriyet ilân ettik, yine olmadı.
Ne dersiniz, bu sefer biraz da ciddiyet ilân etsek olmaz mı?”
Sakallı Celal
13 Haziran 2012 Çarşamba
Hasret - Nazım Hikmet
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.
Yüz yıldır bekler beni
bir şehirde bir kadın.
Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
yol yüz yıllık.
Yüz yıldır alacakaranlıkta
koşuyorum ardından.
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.
Yüz yıldır bekler beni
bir şehirde bir kadın.
Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
yol yüz yıllık.
Yüz yıldır alacakaranlıkta
koşuyorum ardından.
Nazım Hikmet
4 Haziran 2012 Pazartesi
Nazım Hikmet - Ben İçeri Düştüğümden Beri
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız: ´Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...´
Bana sorarsanız: ´On senesi ömrümün...´
Bir kurşun kallemim vardi, ben içeri düştügüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsaniz: ´Bütün bi hayat...´
Bana sorarsanız: ´Adam sende bi hafta...´
Katillikten yatan Osman; ben içeri düştügümden beri
Yedibuçugu doldurup çikti.
Dolaşti dişarda bi vakit,
Sonra kaçakçiliktan tekrar düştü içeri, alti ayi doldurup çikti tekrar.
Dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocugu olacakmiş baharda...
Şimdi on yaşina basti, ben içeri düştügüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yilin titrek, uzun bacakli taylari,
Rahat, geniş sagrili birer kisrak oldu çoktan.
Fakat zeytin fidanlari hala fidan, hala çocuktur.
Yeni meydanlar açilmiş uzaktaki şehrimde, ben içeri düştügümden beri...
Ve bizim hane halki, bilmedigim bir sokakta, görmedigim bi evde oturuyor
Pamuk gibiydi bembeyazdi ekmek, ben içeri düştügüm sene
Sonra vesikaya bindi
Bizim burda, içerde
Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için
Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsiz
Ben içeri düştügüm sene, ikincisi başlamamişti henüz
Daşov kampinda firinlar yakilmamiş, atom bombasi atilmamişti Hiroşimaya
Bogazlanan bir çocugun kani gibi akti zaman
Sonra kapandi resmen o fasil, şimdi üçünden bahsediyor amerikan dolari
Fakat gün işigi her şeye ragmen, ben içeri düştügümden beri
Ve karanligin kenarindan, onlar agir ellerini kaldirimlara basip dogruldular yari yariya
Ben içeri düştügümden beri güneşin etrafinda on kere döndü dünya
Ve ayni ihtirasla tekrar ediyorum yine
´Onlar ki;
toprakta karınca,
su da balık,
havada kuş kadar çokturlar.
Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar,
Ve kahreden yaratan ki onlardır,
Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır´
Ve gayrısı
Mesela, benim on sene yatmam
Laf´ı güzaf...
Nazım Hikmet
Ona sorarsanız: ´Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...´
Bana sorarsanız: ´On senesi ömrümün...´
Bir kurşun kallemim vardi, ben içeri düştügüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsaniz: ´Bütün bi hayat...´
Bana sorarsanız: ´Adam sende bi hafta...´
Katillikten yatan Osman; ben içeri düştügümden beri
Yedibuçugu doldurup çikti.
Dolaşti dişarda bi vakit,
Sonra kaçakçiliktan tekrar düştü içeri, alti ayi doldurup çikti tekrar.
Dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocugu olacakmiş baharda...
Şimdi on yaşina basti, ben içeri düştügüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yilin titrek, uzun bacakli taylari,
Rahat, geniş sagrili birer kisrak oldu çoktan.
Fakat zeytin fidanlari hala fidan, hala çocuktur.
Yeni meydanlar açilmiş uzaktaki şehrimde, ben içeri düştügümden beri...
Ve bizim hane halki, bilmedigim bir sokakta, görmedigim bi evde oturuyor
Pamuk gibiydi bembeyazdi ekmek, ben içeri düştügüm sene
Sonra vesikaya bindi
Bizim burda, içerde
Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için
Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsiz
Ben içeri düştügüm sene, ikincisi başlamamişti henüz
Daşov kampinda firinlar yakilmamiş, atom bombasi atilmamişti Hiroşimaya
Bogazlanan bir çocugun kani gibi akti zaman
Sonra kapandi resmen o fasil, şimdi üçünden bahsediyor amerikan dolari
Fakat gün işigi her şeye ragmen, ben içeri düştügümden beri
Ve karanligin kenarindan, onlar agir ellerini kaldirimlara basip dogruldular yari yariya
Ben içeri düştügümden beri güneşin etrafinda on kere döndü dünya
Ve ayni ihtirasla tekrar ediyorum yine
´Onlar ki;
toprakta karınca,
su da balık,
havada kuş kadar çokturlar.
Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar,
Ve kahreden yaratan ki onlardır,
Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır´
Ve gayrısı
Mesela, benim on sene yatmam
Laf´ı güzaf...
Nazım Hikmet
13 Mayıs 2012 Pazar
En yaygın dil fakirliktir
İzlediğiniz fotoğraf Çin'li bir köylünün yaşantısını anlatıyor. Maddi
gücü olmayan tarımcılar traktör ya da tarlayı sürecek hayvanları
olmadığı için daha güç ve zahmetli yöntemlere baş vuruyorlar.
Ne dersiniz, fakirlik o kadar yaygın bir dil ki İngilizceden bile daha yaygın. Fakir olunca ne burada ne de dünyanın başka bir ucunda yaşamak kolay değil.
Ne dersiniz, fakirlik o kadar yaygın bir dil ki İngilizceden bile daha yaygın. Fakir olunca ne burada ne de dünyanın başka bir ucunda yaşamak kolay değil.
395 metre yükseklikte bal hasatı
İzlediğiniz fotoğraf Fransız fotoğrafçı Eric Valli tarafından Nepal'de çekilmiştir.
Fotoğrafta izlediğiniz Nepal kabilelerinde ''Gurung'' denilen bal toplayıcılarından biri. Kendisi 63 yaşında ve yirmili yaşlarından beri her yıl 395 metrelik bir uçurumda bal hasat ediyor.
Fotoğrafta izlediğiniz Nepal kabilelerinde ''Gurung'' denilen bal toplayıcılarından biri. Kendisi 63 yaşında ve yirmili yaşlarından beri her yıl 395 metrelik bir uçurumda bal hasat ediyor.
Para, tüm kesimden insanların vaz geçilmez bir organıdır.
İzlediğiniz fotoğraf Micah Albert tarafından Kenya'da çekilmiştir.
Çöp toplayıcılar, genellikle toplumun en düşük ekonomik sınıfıdır. Fotoğraftaki çöp toplayıcı tüm gün 50 cent kazanabilmek umuduyla kauçuk ve hurda topluyor.
Para, tüm kesimden insanların vaz geçilmez bir organıdır. Sağlık çoğu zaman kimin umrunda?
Çöp toplayıcılar, genellikle toplumun en düşük ekonomik sınıfıdır. Fotoğraftaki çöp toplayıcı tüm gün 50 cent kazanabilmek umuduyla kauçuk ve hurda topluyor.
Para, tüm kesimden insanların vaz geçilmez bir organıdır. Sağlık çoğu zaman kimin umrunda?
Sessiz fotoğraf denemesi
Roland Barthes Camera Lucida kitabının bir yerinde Gustav Janouch ile
Franz Kafka'nın fotoğraf hakkındaki bir diyaloğundan bahseder. Janouch
Kafka'ya "Görüntü için gerekli koşul görmedir" der. Kafka'nın cevabı ise
basit olur: "Biz nesneleri aklımızdan çıkarmak için fotoğraflarız.
Öykülerim gözlerimi kapamamın bir yoludur." Daha sonra Barthes devam
eder: "Fotoğraf sessiz olmalıdır (yaygaracı fotoğraflar vardır, onları
sevmem): bu bir ölçülülük sorunu değil, bir müzik sorunudur. Mutlak olan
özellik ancak bir sessizlik hali ve çabası içinde sağlanabilir".
(Camera Lucida, Fotoğraf Üzerine Düşünceler, Altıkırkbeş Yayınları,
Şubat 2000)
Ba-şar-mak
İzlediğiniz fotoğraf yazar ve fotoğrafçı Merih Akoğul tarafından
Adana'da Down Sendromu ve Otistik çocuklara eğitim verilen bir okulda
çekilmiştir.
Merih Akoğul, engelli çocuklar fotoğraf projesi için yaptığı röportajdan ufak bir alıntı (Projenin adı “Ba-şar-mak” ) : ''Onları, Tanrı’nın işaretlediği çocuklar olarak görüyorum. Daha değerliler. O çocukların hiçbirinin engeli kendilerinden kaynaklanmıyor. Doğum sırasında boyunlarına kordon dolanıyor oksijensiz kalıyorlar, annel erinin kullandığı ilaçlardan etkileniyorlar, akraba evlilikleri var, bazen Down Sendromunda olduğu gibi kromozom sayısı etken oluyor. Şimdi bu çocuklar benim için çok daha özeller. Projelerimi bitirdikten sonra bana “Neden engelli çocuklar?” ya da “Ailenizde engelli kimse var mı?” diye kaç kez soru geldi. İlle böyle bir şey mi beklemek zorundayız. Yani ülkeyle, vatanla ilgili düşünebilmek için bir çocuğunuzun şehit mi düşmesi mi gerekir? Engellilerle, Down Sendromlularla ya da Otizmle ilgilenmek ve bunlara yönelik projeler yapmak için mutlaka ailenizde bir engelli olması gerekmiyor. İnsanoğlunun başına bir şeyler gelmeden olayların farkında olması gerekiyor.''
Merih Akoğul, engelli çocuklar fotoğraf projesi için yaptığı röportajdan ufak bir alıntı (Projenin adı “Ba-şar-mak” ) : ''Onları, Tanrı’nın işaretlediği çocuklar olarak görüyorum. Daha değerliler. O çocukların hiçbirinin engeli kendilerinden kaynaklanmıyor. Doğum sırasında boyunlarına kordon dolanıyor oksijensiz kalıyorlar, annel erinin kullandığı ilaçlardan etkileniyorlar, akraba evlilikleri var, bazen Down Sendromunda olduğu gibi kromozom sayısı etken oluyor. Şimdi bu çocuklar benim için çok daha özeller. Projelerimi bitirdikten sonra bana “Neden engelli çocuklar?” ya da “Ailenizde engelli kimse var mı?” diye kaç kez soru geldi. İlle böyle bir şey mi beklemek zorundayız. Yani ülkeyle, vatanla ilgili düşünebilmek için bir çocuğunuzun şehit mi düşmesi mi gerekir? Engellilerle, Down Sendromlularla ya da Otizmle ilgilenmek ve bunlara yönelik projeler yapmak için mutlaka ailenizde bir engelli olması gerekmiyor. İnsanoğlunun başına bir şeyler gelmeden olayların farkında olması gerekiyor.''
Küçük bir çocukken
İzlediğiniz fotoğraf Kıvanç Kalaba tarafından Kenya'da çekilmiştir.
Küçük bir çocukken istediğimiz bir şey için ısrar etmek çok daha kolay olurdu.“Bana ne…. İsterim de isterim” nidalarını, etkili bir ağlamayla birleştirip sonuca gidebiliyorduk.
Belki çocuk fotoğraflarının cezbedici unsurlardan birisi de, hissettiklerini en net ve doğal şekilde yansıtmalarıdır.
Küçük bir çocukken istediğimiz bir şey için ısrar etmek çok daha kolay olurdu.“Bana ne…. İsterim de isterim” nidalarını, etkili bir ağlamayla birleştirip sonuca gidebiliyorduk.
Belki çocuk fotoğraflarının cezbedici unsurlardan birisi de, hissettiklerini en net ve doğal şekilde yansıtmalarıdır.
Köprüdeki Kız
İnsanların aşık değilken öyleymiş gibi görünmeleri komik, değil mi?
La fille sur le pont - Köprüdeki kız
10 Mayıs 2012 Perşembe
Çocukluğunu cebine sıkıştırıp kaç buralardan
Çıplak olarak ölü bulunduğunda Romy Schneider’ın avucunda sıkışmış bir kağıt parçasından babası Wolf Albach-Retty’nin bir zamanlar kendisine yazıp bir yaş gününde hediye ettiği şu sözler okunuyordu:
- Çocukluğunu cebine sıkıştırıp kaç buralardan, çünkü sadece senin olan tek şeydir o!
7 Mayıs 2012 Pazartesi
Benim küçük vahşi ayıcığım
“Benim küçük vahşi ayıcığım, [...] Yunancam konusunda beni birazcık da
olsa kutlamamana üzülüyorum. Eğitimimi övecek küçük bir paragraf
ayırabilirdin. Ama siz, sayın Hegelciler, hiçbir şeyi, mükemmel olsa
bile, sizin bakış açınıza tam olarak uygun değilse asla kabul
etmiyorsunuz. Bu yüzden alçakgönüllü olmalı ve kendi başarılarımla
yetinmeliyim. [...] Demek şimdi siyasetle de ilgileniyorsun! Bu
olabilecek en riskli şey. Sana sadece Vale faveque diyebilirim, çünkü
sana iki satır yazmamı bile istememişsin. [...] Bu kadar hasta
olmasaydım, çoktan valizimi hazırlamış yanına geliyor olurdum. [...]
Geceleri uykusuz, seni düşünüyorum ve tüm dualarımı sana yolluyorum...
Benim sevgili Karl’ıma uçup gitsin diye her bir parmağıma bir öpücük
konduruyorum; aşkımın suskun nişaneleri olmasınlar, ona aşkın gizli ve
tatlı, içten sözlerini mırıldansınlar... Hoşça kal, biricik sevgilim...
Hoşça kal küçük Tren. Hoşça kal benim sevgilim. Seninle mutlaka
evleneceğim, değil mi?”
jenny von westphalen'den 10 ağustos 1841'de nişanlısı karl marx'a yazılmış mektuptan bir parça bu. bir kaç gün önce nişanlılar nihayet başbaşa görüşme olanağı bulabilmişlerdir. jenny'nin annesi yanlarında jenny'nin erkek kardeşi edgar'ın da bulunması şartıyla bu görüşmeye izin verir. jenny, o görüşmenin mutluluğuyla yazar bu mektubu. o yıllarda jenny 27 marx 23 yaşındadır. -jacques attali, karl marx evrensel zihin, turkuvaz y.-
jenny von westphalen'den 10 ağustos 1841'de nişanlısı karl marx'a yazılmış mektuptan bir parça bu. bir kaç gün önce nişanlılar nihayet başbaşa görüşme olanağı bulabilmişlerdir. jenny'nin annesi yanlarında jenny'nin erkek kardeşi edgar'ın da bulunması şartıyla bu görüşmeye izin verir. jenny, o görüşmenin mutluluğuyla yazar bu mektubu. o yıllarda jenny 27 marx 23 yaşındadır. -jacques attali, karl marx evrensel zihin, turkuvaz y.-
27 Nisan 2012 Cuma
Okurların yalnızlık hissinin sebebi
"edebiyatçıların eseri kalır, okuyucu ise ölür... okudukça zevkleriniz
incelir, daha tuhaf, daha rafine kitaplara, yazarlara el atmaya
başlarsınız, bu meşgale sırasında muhtemelen hayat gailesi bakımından
dibe doğru kaymaktasınızdır... okuduklarınızı, müstesna olduğunu
düşündüğünüz satırları birilerine anlatmak istersiniz, zira şahsa
mahsusun hazzı kısa sürer, ömrü uzun olan paylaşmaktır... fakat ortalığı
herzamanki gibi kaba saba kelimeler, düşük cümleler işgal etmiştir, o
gürültüde kimse sizi duymaz... okumak hem bir hayat başarısızlığının, ki
unutmayın okumak mağlupların işidir, hem de derin bir yalnızlık
hissinin sebebi olup çıkmıştır... okuduğumuz onca kitabıi hayatınızı
yatırdığınız o zorlu ve hassas meşgaleyi mezara götüreceğinizden
korkmaya başlarsınız... ve siz de bilirsiniz ki yalnız ölmek zordur,
arkanızda mutlaka bir kaç müttefik, bir kaç şahit bırakmak
istersiniz..."
Murat Uyurkulak
Bazuka
25 Nisan 2012 Çarşamba
7 Fotoğraf 7 Yorum
İzlediğiniz muazzam siyah beyaz fotoğraf Sebastião Salgado isimli
fenomen fotoğrafçının giriştiği uzun soluklu fotoğraf projelerinden
birin olan ve Salgado’nun 2004′ten bu yana üzerinde çalıştığı
‘Genesis’ten bir kare.
Fotoğrafın çekildiği yer ABD’nin Alaska eyaletindeki bir ulusal park.
Fotoğrafın çekildiği yer ABD’nin Alaska eyaletindeki bir ulusal park.
İzlediğiniz fotoğraf Chris Jordan’ın Pasifik Okyanusu’nun tam ortasında,
en yakın kıtaya uzaklığı 3,200 kilometre olan Midway Adası’nda
yürüttüğü bir belgesel projesinden.
Yerde yatan Albatros
yavrusunun katili okyanus yüzeyinde dolaşan atıklar. Bu yavru,
ebeveynlerinin yiyecek sanarak denizden topladığı plastik kapaklar ile
besledikleri ve açlıktan ölen binlerce albatros yavrusundan sadece
birisi.
İzlediğiniz fotoğraf Philippe Halsman’ın meşhur Dali Atomicus eseri.
Fotoğrafta yer alan kişi de sürrealist ressam Salvador Dali’den başkası
değil.
Halsman’ın insanları zıplarken fotoğraflamakla ilgili sözlerine değinmek gerek: “Birisinde n zıplamasını istediğinizde, tüm ilgisi zıplama eyleminin kendisine yoğunlaştığı için düşen maskelerin ardından gerçek kendisi ortaya çıkıyor”.
Salvador Dali’nin fotoğrafa yansıyan çocuksu ifadesi de, Halsman’ın hipotezini doğrular nitelikte.
Halsman’ın insanları zıplarken fotoğraflamakla ilgili sözlerine değinmek gerek: “Birisinde n zıplamasını istediğinizde, tüm ilgisi zıplama eyleminin kendisine yoğunlaştığı için düşen maskelerin ardından gerçek kendisi ortaya çıkıyor”.
Salvador Dali’nin fotoğrafa yansıyan çocuksu ifadesi de, Halsman’ın hipotezini doğrular nitelikte.
İzlediğiniz fotoğraf 1900′lü yılların başında, Belçika Kralı II.
Leopold’un Afrika’daki sömürgelerinden biri olan Kongo’da, bir din adamı
tarafından gizlice çekilmiş.
Fotoğraftaki adam, kendisi gibi köle olan ve yeterince kauçuk toplayamad ığı için cezalandırılan 5 yaşındaki kızının kesilen sol eli ve sağ ayağına bakıyor. Bu korkunç fotoğraf 1885 ve 1908 yılları arasında Kral Leopold’un Afrika’daki hakimiyeti süresince işlenen 5 milyon cinayet ve sayısız işkenceden sadece birisinin tanığı ve Kral Leopold’un, Afrika’da sahip olduğu topraklardan elini çekmesi ile sonuçlanan medya tepkisini başlatan belgelerden birisi.
Fotoğraftaki adam, kendisi gibi köle olan ve yeterince kauçuk toplayamad ığı için cezalandırılan 5 yaşındaki kızının kesilen sol eli ve sağ ayağına bakıyor. Bu korkunç fotoğraf 1885 ve 1908 yılları arasında Kral Leopold’un Afrika’daki hakimiyeti süresince işlenen 5 milyon cinayet ve sayısız işkenceden sadece birisinin tanığı ve Kral Leopold’un, Afrika’da sahip olduğu topraklardan elini çekmesi ile sonuçlanan medya tepkisini başlatan belgelerden birisi.
Elliott Erwitt izlediğiniz fotoğrafı 1950 yılında Kuzey Karolayna’da
çekmiş. Soldaki çeşmenin üzerinde “Beyaz”, sağdakinin üzerinde ise
“Renkli” yazıyor. Beyazlara mahsus olan çeşmenin sağdakinden farkını
gözden kaçırmak imkansız.
Adını fotoğraf tarihine çektiği ironik ve absürd fotoğraflarla yazdırmış olan Elliott Erwitt’in bu fotoğrafı, ABD’deki ırkçılığı en çarpıcı şekilde ifade eden, en kalp kırıcı eserlerinden biri.
Adını fotoğraf tarihine çektiği ironik ve absürd fotoğraflarla yazdırmış olan Elliott Erwitt’in bu fotoğrafı, ABD’deki ırkçılığı en çarpıcı şekilde ifade eden, en kalp kırıcı eserlerinden biri.
İzlediğiniz fotoğraf James Nachtwey’den. Nachtwey’in fotoğrafladığı
kişi, 1994 yılında Ruanda’da gerçekleşen ve sadece bir ay içerisinde
Hutu’ların 1 milyondan fazla Tutsi’yi öldürüldükleri soykırımdan sağ
kalan bir Tutsi.
Bob Strong’un 2010 yılında Afganistan’da çektiği fotoğraf, insan olma deneyimini katlanılmaz hale getiren bir olayı resmediyor.
Birden bire doğrulup güneşte yanmış yüzüne kıyasla bembeyaz kalmış bedenini apar topar örtecek gibi görünen kişi, hayata gözlerini yalnızca dakikalar önce yummuş, kendi halinde bir Afgan köylüsü.
Birden bire doğrulup güneşte yanmış yüzüne kıyasla bembeyaz kalmış bedenini apar topar örtecek gibi görünen kişi, hayata gözlerini yalnızca dakikalar önce yummuş, kendi halinde bir Afgan köylüsü.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)