9 Ocak 2018 Salı

Pozitivizmin dünyayı nasıl sığlaştırdığını ve insana dair olan şeyleri yozlaştırdığını gösteren bir alıntı

Newton fiziğinin ki günümüzde “Klasik Fizik” diyoruz, tanımladığı evren ve dünya, belli kurallara göre işleyen, “deterministik”, yani başı sonu belli olan bir sistemdi. Açık, kesin bir sistemdi. Kainatı oluşturan cisimcikler belirli fizik kurallarına göre hareket ederlerdi. Birbirleriyle olan ilişkileri nedensellik çerçevesindeydi. Nedensellik kurallarını keşfedersek, bizi sistemin nasıl işlediğini kesin olarak öğrenmekten alıkoyacak hiçbir şey yoktu. Ortada, belirsiz, bulanık veya saçaklı olan hiçbir şey yoktu.
Klasik fiziğin dünyası bir ya-ya da dünyasıydı. Bir şey ya doğruydu ya da yanlış. “Hem doğru hem de yanlış” olması, söz konusu bile olamazdı, çünkü “doğru” tekti. Örneğin, ışık. Işığın, ya cisimcik bölüklerinden ya da dalga serilerinden oluşması gerektiği düşünülürdü. Işığın hem dalga serilerinden hem de cisimcik bölüklerinden oluştuğunu söylemeye kalkan birisi, Kosko’nun demesiyle, kendisini anında sokakta bulurdu. Ve dolayısıyla, Newton’un düşünceleri, fiziğin dışındaki diğer tüm bilimleri de etkiledi. Sadece bilimleri değil, sanatı, edebiyatı, hatta müziği etkiledi. Örneğin, Newton’un münferit atomlardan oluşan kainat fikri, ekonomide, Adam Smith’in kişisel çıkarlarını kovalayan bireysel girişimcilerden meydana gelen insanlık görüşünü doğurdu, kapitalist/liberal anlayışın mesnedi oldu. Smith, Newton’un akıl yürütme yöntemini izledi: Sistemi mümkün olan en küçük parçacıklarına böl, parçacıkların davranışlarını gözlemle, bütünün geleceğine dair karar ver, tahmin yürüt.
İstemediğiniz kadar başka örnekler de var. Mesela, ideoloji. Newton’un siyah-beyaz dünyasında insan, ya sağcı olur ya da solcu. Hem sağcı hem de solcu olabildiği iddiası saçmalıktır; tıpkı, hem demokrat hem de jakoben olabildiği iddiası gibi saçmalık. Mesela, din. İnsan, ya kafir olur ya da mümin. İki konum arasında bir konumda olmak, patates dininden olmak kadar saçma sayılır. Mesela, edebiyat. Roman karakterleri ya iyi ya kötü, ya kahraman ya korkak olur, bir hedefe hizmet eder. Örneğin müzik. Müzikte notalar do-re gibi şaşmaz aralıklarla kesin olurlar. (Bach’ın “matematikseldir” diye övünmesi bundandır) Türk müziğinin ara tonları yok sayılacaktır, çünkü aklın yolu birdir, “doğru” tektir; biraz o, biraz da bu olmak, yozluktur, şahsiyetsizliktir. En iyi ihtimalle kafa karışıklığıdır, mistisizmdir. S. 20-22
Alev Alatlı (2009). Aklın Yolu Bir Değildir!, Ankara: Destek 

8 Ocak 2018 Pazartesi

Osmanlı'da fotoğraf ve Sosyolojik açıdan bu fotoğrafların anlamı

Birkaç yıl önce Osmanlı’da 19 yüzyıldan günümüz Türkiye’sine kadın ve erkeklerin giyimleri üzerinden sosyal değişmeyi analiz etmek istemiştim fakat Osmanlı dönemine ait kıyafetlere ulaşamamıştım. Şuan hem kadınların hem erkeklerin gündelik kıyafetleri ile fotoğrafları, özel günlerde giyinilen kıyafetlerle çekildikleri fotoğraflar da dahil buldum. Hem geçmişe ışık tutan bu fotoğraflar aynı zamanda günümüzle de bazı hususlarda kıyaslama yapmaya olanak sağlıyor.
Osmanlı da gündelik yaşamı, ekonomik yaşamı, şehirlerin durumunu anlamak için fotoğraflar eşsiz kaynaklardır. Osmanlı matbaa kullanmaya hayli geç başlamıştı. İlginçtir resim dinen hoş karşılanmamasına rağmen fotoğraf makinesi daha keşfedileli 10 yıl olmadan Osmanlı'da kullanılmaya başlandı; Ceride-i Havadis 15 Ağustos 1941 yılında fotoğraf makinesinin tanıtımını yapıyordu (görseldeki yazı gazeteden alıntıdır). Osmanlı’da ilk fotoğrafçılar tabii ki gayrimüslim vatandaşlar arasından çıktı. Bunun yanı sıra birçok Avrupalı fotoğrafçı Osmanlı Devletine fotoğraf çekmek için geliyordu. Fotoğrafın nasıl bir ideolojik aygıt olduğunu buradan bile anlayabiliyoruz. Osmanlıya gelip fotoğraf çeken bu fotoğrafçıların fotoğrafları Viyana'da sarayda sergilenirdi. II. Abdülhamit de fotoğrafın gücünün farkındaydı. Hatta kendisinin de fotoğraf çektiği söyleniyor. Abdülhamit de çekilen fotoğrafları başka ülkelerin devlet başkanlarına propaganda yapma amacıyla gönderirmiş.

Kılık kıyafet bir yana Osmanlı’nın zihin dünyasını da fotoğraflara bakarak anlamak mümkün. Örneğin ırkçılığın bizde olmadığını, siyahilere karşı bizde bir ayrımcılığın söz konusu olmadığını anlayabiliyoruz fotoğraflardan. Örneğin Birinci Dünya Savaşında Osmanlı’nın pilotlarından biri siyahi bir vatandaştır. Aynı yıllarda Amerika’da siyahiler beyazlarla aynı tuvalete dahi gidemezken Osmanlı’da pilot dahi olabiliyorlardı. Bu açıdan bakınca modern Amerika mı daha insancıl, daha medeni yoksa hasta adam denilen Osmanlı mı?

Günümüz Türkiye’sinde kafeler, kahvehaneler artık sadece işlek yerlerde bulunmayıp herhangi bir başka dükkanın bulunmadığı, sadece evlerden oluşan sokaklara kadar sızmış durumda. Gerçekten de kafeleri seviyor bizim neslimiz. Sadece gençler değil daha ileri yaşta olanlar da kafelerde vakit geçirmekten keyif alıyor. Örneğin kadınlar artık altın-para günlerini kafelerde yapıyorlar. Bu durum günümüze ait bir özellik gibi gelebilir fakat 19. Yüzyıl fotoğraflarına baktığımızda o dönemlerde de durum pek de farklı değil. Dönemin erkekleri kahvehanelerde vakit geçirmekten hayli keyif aldıkları fotoğraflardan anlaşılıyor.



Kısa bir göz atma yöntemiyle bu sonuçlara hemencecik ulaşmak mümkün. Daha derin gözlemlemeyle Osmanlı dönemi fotoğraflarından daha bir çok bilgi edinmek mümkün. Örneğin doğrudan bazı kadınların bulunduğu fotoğraflarda fotoğraflardaki kadınlar aslında birer model. Müslüman kadınlar fotoğraf çektirmek istemedikleri için gayrimüslim kadınlara Müslüman kıyafetleri giydirilip çekilmiş fotoğraflar. Bu bilgiyi diğer sokak fotoğraflarına bakarak kullandığımızda kadınların yaşam tarzları ile dini yaşam ve sosyal yaşam arasında nasıl bir düzen kurulduğunu görmek mümkün.