17 Kasım 2011 Perşembe

Terk Etme Beni




Terk etme beni
Unutmak zorundayız,
Her şey unutulabilir
Geçip giden her şey…
Unutmalı:
Geçen yanlış anlaşılmalarla,
Yitip giden zamanı…
Ve zaman geçip gider
Anlamaya çalışmakla.
Geçen o saatleri
Ki zaman zaman
‘’niçinler öldürür’’
Kalplerdeki mutluluğu…
Terk etme beni…
Bense yağmur taneleri sunacağım
Yağmur yağmayan ülkelerden getirilmiş.
Yaracağım toprağı,
Ölümümden sonrasına kadar,
Sarmalamak için bedenini, altın ve ışıklarla.
Sana bir ülke vereceğim: sevginin kral olacağı,
Senin kraliçe olacağın.
Terk etme beni…
Delice sözler yazacağım, sadece senin anlayabileceğin.
Sana, oradaki sevenlerden bahsedeceğim.
İki kez kalplerinin öpüştüğünü gören…
Sana rastlayamadığı için ölen
O kralın öyküsünü anlatacağım.
Terk etme beni…
Biz sıkça görürüz eski bir volkandan ateş fışkırdığını
Çok eski olduğunu sandığımız.
Bazen bunun gibi, yanmış topraklar
En verimli nisandan daha çok ürün verebilir.
Ve akşam gökyüzünde birleşmez mi onlar
Kızıl ve siyah ışıklar vermek için?
Terk etme beni…
Artık ağlamayacağım,
Artık konuşmayacağım,
Bir tek burada saklanıp,
Senin dans edip gülümsemeni,
Şarkı söylemeni ve
Gülmeni görmek için.
Bırak olayım: gölgenin gölgesi
Elinin gölgesi köpeğinin arkasında
Terk etme beni…
Terk etme beni…
Terk etme beni…
.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Sunay Akın - Seni Düşünmek



“Ezginin Günlüğü, komşunun çocuğundan ödünç istediğimiz Orta Atlas’ı anımsatır bana… Coğrafya ödevimize yardımcı olan o kitabın sayfalarındaki haritalarda, aradığımız, dağı, dereyi ya da denizi bulmamız için bize rehber olan komşu sevgisidir, dostluktur… Elimizde pusula olmasa da, avucumuzda henüz soğumamış olan insan sıcağıdır yol gösteren, dağları deviren, denizleri aşan…

Sanat eserleri şairi besler, büyütür… Bir resim, bir heykel ya da bir şarkı… Ezginin Günlüğü’nün dinlediğim her eseri yelkenlerime rüzgar oldu, gecenin karanlığında deniz feneri gibi yolumu aydınlattı… Şiirin kapı komşusu olan müziğin güler yüzlü komşusudur, Ezginin Günlüğü… Sokağımızı dolduran, genişleten şarkılar onun açık penceresinden taşmıştır… Beyaz perdeleri bir duvak gibi salınır rüzgarda… Eşiğinde de hep çamura, toza, toprağa bulaşmış, evi kirletmesin diye içeri alınmayan bir çocuk ayakkabısı vardır…

Ezginin Günlüğü’nün kapağı ne renktir, bilemem... Çünkü bu günlük hiç kapanmamıştır, sürekli açıktır sayfaları… Şunu söyleyebilirim yalnızca; Sayfalarından biri Asya, öteki Avrupa kıtasıdır… Tam ortasından da bir deniz akar, gider… Ezginin Günlüğü İstanbul, İstanbul Ezginin Günlüğüdür… Bu yüzden, sayfaları çevirirken bir bakarsınız ki, yosun kokmaktadır parmaklarınız…

Neler dökülmez ki Ezginin Günlüğü’nden hayatımıza; kurutulmuş boynu bükük bir papatya, vapur dumanı, sevdiğimiz bir şairin fotoğrafı, tırnağımızla düzelttiğimiz yıldızlı çikolata kağıdı, o gün doğacak bir kız çocuğuna önerilen adı sevdiğimiz için salkıdığımız bir saatli maarif takvimi yaprağı… Yani hisse senetlerine karşı, hissi senetler…

Dize gelmeyen şairlerin dizeleri dalga olur, alır götürür bizi güzel kıyılara… Ezginin Günlüğü’nü dinledikçe uçan halılara, define adasına, Alaattin’in sihirli lambasına, deniz kızlarına daha çok inanıyorum… daha bir seviyorum Pal Sokağı’nın çocukları’nı, Don Kişot’u Şarlo’yu…

Teşekkür ederim Ezginin Günlüğü… Birbirinden güzel şarkıların için sana teşekkür ederim… Sen olmasaydın hayatımızda pek çok şey eksik kalacaktı!”

Sunay Akın - Seni Düşünmek

Size Siz Olmayı Diliyorum


Size, bitmeyen rüyalar ve
birkaçını gerçekleştirme isteğini diliyorum

Size, ne sevmek gerekiyorsa sevmenizi
ve ne unutmak gerekiyorsa unutmanızı diliyorum

Size ,tutkular diliyorum
Size, sessizlikler diliyorum
Size ,kuşların cıvıltılarıyla uyanmanızı
ve çocuk kahkahaları diliyorum

Size, ilgisizliğe ve zorluklara
çağımızın olumsuz erdemlerine dayanmanızı diliyorum

Size, özellikle siz olmanızı diliyorum

Jacques Brel

15 Kasım 2011 Salı

Zifiri Karanlık Bir Adam Jacques Brel

‘j. clouzet : sizce nedir şefkatin anlamı..

jacques brel : şefkati seviyorum ben.. şefkati vermeyi de seviyorum almayı da.. ama genelde şefkatten yoksunuz hepimiz.. şefkati alma yürekliliğini gösteremiyoruz çünkü verme yürekliliğini de.. çünkü şefkat annelerimizden ve babalarımızdan gelmeliydi her şeyden önce.. aileyse bir zamanlar olduğu gibi değil artık.. yavaş yavaş yok oluyor şefkat ve en acısı , yeri hiçbir şeyle doldurulamıyor.. özellikle de kadınların eskisi denli müşfik olmadıklarını söylemek gerek.. bir tutkunun dışavurumudur aşk.. şefkatse bambaşka bir şeydir.. tutku yok olabilir günün birinde , şefkat hiç değişmez , hep olduğu gibi kalır.. öyle sanıyorum ki , şarkılarımdaki aşkla şefkati anlatmak istiyorum aslında.. bu hep böyle oldu ama ancak şimdi ayrımsayabiliyorum kimi gerçekleri..



j. clouzet : kadınların erkeklere önemsenebilecek birtakım şeyler getirebileceklerine inanıyor musunuz , dengeyi örneğin..

jacques brel : hayır.. kadınlar bir denge getirmezler erkeklere.. çünkü hep de verdiklerinden daha fazlasını alırlar , almak isterler sizden.. zamanla dengemizi yitirebilmemize de neden olurlar dahası.. sahip olduğumuz her şeyi kendilerine vermeye bizi zorunlu kılarlar da ondan.. bu oyunu oynamayı kabullenirsek , sonuçta bir boşlukta , yoksul ve soysuzlaşmış olarak buluveririz kendimizi.. ve oldukça sağlıklı mahluklar olduklarından , günün birinde bir başkası için terk ediverirler bizi.. aynanın karşısındadırlar.. biraz ruj sürerler dudaklarına.. yeniden başlar her şey.. hayır , kadınlar birtakım şeyler getirebilirler erkeklere , yadsıyamayız bunu.. ama bir denge değildir kuşkusuz getirdikleri..



j. clouzet : yalnızlığın size çok çekici geldiği doğru mu..

jacques brel : evet.. yalnız yaşamak günün birinde mutlaka gerçekleştireceğim bir tasarı.. tamıtamına bir yalnızlık isteği değil bu , kente yakın bir evde yaşayıp , kent merkezine örneğin haftada birkaç kez gidebileceğim bir yaşama düzeni daha çok..

bir münzevi olarak değil , kabuğuna çekilmiş bir kişi olarak yaşamak istiyorum yalnızca.. beni yavaş yavaş rahatsız etmeye başlayan kimi yanlış anlamaları kendimden uzak tutabilmek için böyle davranacağım.. böylelikle yalnız bir insan olmadığıma başkalarına inandırmak için umutsuzca sürdürdüğüm bu oyuna da son vermiş olabileceğim.. aslına bakılırsa sapına kadar bir yalnızım çünkü..’

Sunay Akın - Makiler

DAVET

Dürüst olalım beyler

İlk adım sizden

Sökün savaş gemilerinden

Can simitlerini

SERÇE ve KEDİ

I

Toprağın altından bağlanıyor

Artık telefon telleri

Ve bir telaş

Yüreğini sarıyor serçenin

Gördükçe kedileri

II

Anlar mı serçenin

Neden göç etmediğini

Sobanın kurulmasını

Bekleyen

Kedi

III

Yalnızca rüzgar gelir

Ölü bir serçenin

Cenaze törenine

Ve usulca

Kımıldatır tüylerini

Kediden önce

DİŞİ KUŞ

Kuru bir ot

Gibi yaşıyorum

Gözlerden uzak

Patika bir yolun

Kıyısında


Tek suçum

Sap olmamak

Baltanın

Kanlı oyunlarına

Ama yinede

Umut dolu kalbim

Belki bir dişi kuş

Taşır beni diye

Daldaki yuvasına

ELİŞİ

Savaş haberleriyle dolu

Renkli gazete sayfasını

Katlayıp bir çocuk üst üste

Kesiyor özene bezene

Elindeki makas ile

Ve insanlar oluşuyor kağıttan

Tutuşmuşlar elele

GÖRÜLMÜŞTÜR

Ne yak mektubun ucunu

Ne sevgini sayfalar

Dolusu dile getir

Zarfı kapatırken yalnız

Kuytu dudaklarını

Çokça değdir

SEVMEK

Saçak altına sığınmış

Göçmen kuşun

Kar tanecikleri arasında

Düşen beyaz tüyünü de

Görebilmek

İşte

SEVMEK

BİRARAYA

Eşit olmadığı

Söylenir insanların

Aynı boyda olmayan

Beş parmağı gibi bir elin

Oysa uzanır

Nice yorgun

Emekçinin dudağı

Su dolu

Avucuma

Elimin

Eşit olamayan

Beş parmağımın ucunu

Getirince

Bir araya

ÇOBAN

Oy birliğiyle koyunlar

Keçiyi seçer

Kendilerine başkan

Oysa sürünün başına

Kurdun akrabası

Köpeği koyar

Çoban

DUDAK PAYI

Çay bardağında

Bırakılan dudak payı

Kadar bile

Uzak kalamam

Gözlerine

Yakın olsun isterim

Ellerime ellerin

Yanında beton binaya

Yaslanması gibi

Köhne bir evin

Seni bir çivi

Gibi çaktım

Çünkü beynime

Ve toplayıp

Bütün kerpetenleri

Attım denize


8 Kasım 2011 Salı

Bir Ekol : Şahin Kaygun

Fotoğraf sanatçısı ve yönetmen.Fotoğrafları yanında Afife Jale (1987) ve Dolunay (1988) adlı iki filmin yönetmenliğini yapmıştır.Adanalı sanatçı 1992 yılında 41 yaşında vefat etmiştir.

Şahin Kaygun, fotoğraf “çekmediğini”, fotoğraf “yaptığını” belirtmiştir. O’na göre fotoğraf; makinanın sunduğu hazır görüntüyü kişisel bir vizyona dönüştürecek olanakların araştırıldığı bir alandır. Sanatın genelinde olan müdahale ya da değiştiricilik, Kaygun’un fotoğraflarında iyice yansımasını bulmuştur. Kendisi de çalışmalarında sınırsız müdahale yöntemleri uygulamış, bu nedenle de 1980’li yılların sonunda yaptığı Polaroid fotoğrafları ve 1990’lı yılların başında sergilediği resim-fotoğraf bileşimi Foto-pentür çalışmaları büyük tartışmalar yaratmıştır.






Beyhan Özdemir'e Şahin Kaygun'u tanıttığı için teşekkür ederiz.

Açlık


5 Kasım 2011 Cumartesi

Albert Camus

'' Adam öldürme ve işkence etmenin birer öğreti olduğu ve neredeyse birer kurum haline geldiği bir uygarlıkta, cellatların memur kadrolarına girmeye yerden göğe kadar hakları vardır''

'Bir ülkeyi tanıma yollarından biri,
orada insanların nasıl öldüğünü bilmektir..''

3 Kasım 2011 Perşembe

Goethe


Ruhların gerçek uyumu halinde insanlar birbirine durmadan yaklaşırlar, görünürde birbirinden uzaklaşsalar bile.
Goethe

Jiddu Krishnamurti

“İnsanların aklına köklü bir devrim fikrini getirmenin ne kadar önemli olduğundan bahsediyorduk. Bu kriz, aslında bir bilinç krizi. Öyle bir kriz ki, artık daha fazla eski kuralları, eski şablonları, eskiden kalma gelenekleri kabul edemez. Hele, dünyanın bugünkü haline bakınca, bunca sefalet, çatışma, yıkıcı zulüm, saldırganlık vb. İnsanoğlu hâlâ eskiden beri bildiğimiz gibi, hâlâ barbar, hâlâ şiddet tutkunu, saldırgan, açgözlü, rekabetçi ve inşa ettiği toplum da bu değerler üzerine kurulu.” –Jiddu Krishnamurti




1 Kasım 2011 Salı

Burzum - Bálferð Baldrs



Geceye inen yoğun sis gibi bu müziğin notaları.Uyuşturucu etkisinde, bir düşünce ötesi yok.Karanlıkta koca bir boşluk. İlginç, bünyede ki tüm kötü düşünceler, kötülükler su yüzüne çıkıyor.Kalbin rutubetli yerlerine ışık tutuyor.Soğuk bir orman ve ormanda karanlık,koyu bir nehir. Başına ne geleceğini bilmeden yol alıyorsun siyahlar giyinmiş insanlarla. Ağaçların arası kötülük dolu.. Yada ortaçağ Avrupa’sının içinde kaybolmak gibi. Sokaklar kan kokuyor ve nefret tıpkı bir veba gibi yayılıyor bedene. Hep koyu her yer koyu, yıldız bile yok. En aydınlık hali alacakaranlık... Karmaşık.

‘Di’

30 Ekim 2011 Pazar

Sevgili Kızım - Düş Hekimi


Sevgili kızım;

tek kullanımlık yaşam, sana verilmiş en değerli hediyedir

ve kalitesi, yüreğinle verdiğin kararlar, esirgememiş emek,

uğraşılarına baktığın pencere ile ilgilidir.

** ** **

Aslında tüm bir yaşam

olması istenen gibi değil;

olmasını istediğin gibi olmalıdır.

Bunun bedeli ağır olabilir;

ama hiçbir bedel,

başkasının yaşamını yaşamaktan

daha ağır değildir.

** ** **

Yaşam şikayetlerle, karalayıp silmelerle, haddini bildirmelerle yitirilmeyecek kadar kısa ve değerlidir.

Ancak görmeye cesaret ettiğin düşler gerçekleşir ve hiçbir yaş düş kurmana engel değildir.

Düşlerin, bedenin varamayacağı limanlara götürecek tek yelkenlidir

ve gidilen yol, varılacak noktadan daha önemlidir.

Yaşamın uzunluğu, brüt yıl sayısı ile değil, ürettiklerinin katsayısıyla, ardında bıraktığın sürülmüş topraklarla ifade edilir. Tek iz bırakmadan, tek çivi çakmadan, tek tohum ekmeden gelinip geçilmiş bir yaşam, açılmadan iade edilmiş bir zarf gibidir.

Her insanın işini sevmesi gereklidir;

sevmediği bir işte çalışmak kader değil, ruhi tembelliktir. Azim, aşk ve sağlık, seveceğin işi bulmada ya da kurmada - olmazsa olmaz - sermayedir. Vicdan ve haksızlığa direnç ise, bu hazinenin koruyucu melekleridir. Akan suları durduracak mazeretler söylense de, gerisi hikayedir.

Önce kendine güvenirsen ve bilgiliysen;

hiçbir yaş yepyeni bir başlangıca engel değildir. Tek kullanımlık yaşam, gerekmese bile her yaşta - her şeye yeniden, yeniden, yeniden başlayabilme inancıyla güzeldir.

Önce kendinden verirsen ve emeğini esirgemezsen;

keyif de çıkagelecektir – gönül penceresinden görebilirsen.

** ** **

İş, yaşamın en önemli dilimidir;

her işte bir keyif gizlidir

ve yaşam hak edilmiş keyifle güzeldir.

Sonlu yaşamının, son anına kadar yeniden başlayabilmen,

sonsuz öğrenmenin, öğretmenin, üretmenin keyfini düşler gibi görebilmen

ve görmemeye - göstermemeye yeminli gözlere de gösterebilmen dileğimle…

düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com