Bizler ideolojinin kurguladığı, bizden istenenin
yapıldığı bir toplum içinde yaşıyoruz. Pek çok değerlerimizi yitirdik dememiz
de çok da yanlış olmaz. Toplumu yönlendirenler tarafından görevlerimizi yapmak
için kendimizi feda etmememiz ve hayattan zevk almamız vurgulanıyor; “Gerçek
potansiyelinizi fark edin”, “kendiniz olun”, “tatmin olacağınız bir yaşam
sürün”.
İdeoloji kafa karıştıran bir şeydir, gerçek bakış
açımızı bulandırır.
İdeoloji bize basit bir şekilde empoze edilmez.
İdeoloji denen şey sosyal dünyayla sürekli ve doğal olarak geliştirdiğimiz bir
ilişkidir. Anlamı, dünyayı bu şekilde keşfederiz. Bizler bir anlamda
ideolojimizden zevk alırız.
İdeolojinin dışına çıkmak bizi üzer, bu acı veren
bir deneyimdir. Bunu yapmak için kendinizi zorlamanız gerekir.
Psikanalizin en temel ilkelerinden biri zevkle
basit hazlar arasındaki farkı keşfetmektir, ikisi aynı şey demek değildir.
Zevk, alınan hazzın bozulmuş şeklidir. İnsan acı çekerken bile zevk duyabilir.
İşte bu uç unsur görev ve zevk arasındaki basit ilişkiyi temelden ayrıştırır.
Bu aynı zamanda ideolojinin kendini bulduğu yerdir. Özellikle de dini
ideolojinin varlığını ortaya koyduğu noktadır.
İnsan çölde gerçekten susuyor. Koladan başka ne
içilebilir ki? Niye? Çok uzun zaman önce Marx bu konuda önemli bir açıklama
yapmış. Ürün bizim satın aldığımız ve tükettiğimiz basit bir nesne değildir
aslında. Ürün denilen şeyler, ideolojik ve hatta metafizik özelliklerle dolu
nesnelerdir. Bir ürünün varlığı her zaman görünmez bir üstünlüğü yansıtır, ve
kola için yapılan klasik tanıtımlar bu görünmez satır arası içeriği çok açık
ifade eder.
Gerçek olan nedir? Kolanın diğer olumlu
özelliklerinden biri değildir elbet.
Yaşadığımız, post modern olarak tanımladığımız
toplumlarda zevk almaya mecbur tutuluruz. Zevk almak sapkınca bir göreve
dönüşür adeta. Arzu etmek, belli bir nesneye karşı duyulan arzu değildir
kesinlikle. Bu aynı zamanda arzulamaya karşı duyulan bir arzu olagelmiştir.
Arzulamaya karşı duyulan arzu… belki de en çok arzuladığımız şeye
kavuştuğumuzda artık onun bir şey ifade etmemesinin nedeni de budur, o
isteğimiz artık tatmin olduğundan ötürü arzulamayız. En büyük melankolik
deneyimlerden biri, bir şeye olan arzumuzun tamamen kaybolmasıdır. Duygu olarak
sadece doğal ihtiyaçlarımızı karşıladığımız döneme de geri dönemeyiz artık.
Diyelim ki bize sunulan üründen vazgeçtik ve sadece ihtiyaç duyduğumuz ürüne
yöneldik. Susadığımız zaman su içeriz mesela. Bu duruma geri dönemiyorsunuz.
Aşırılık sonsuza dek sürüyor.
Kola durdukça ısınıyor, artık gerçek kola gibi
değil. İşte sorun da bu. Üstün bir durumdan en alt seviye bir durumu geçişi
bilirsiniz. Kolayı soğuk olarak sunduğunuzda belli bir cazibesi vardır. Ama
ısınınca bir anda berbat bir şeye dönüşüyor. Ürünlerin en temel diyalektiği
budur. Burada ürünlerin gerçek ve nesnel özelliklerinden söz etmiyoruz. Sözünü
ettiğimiz şey ürünlerin yanıltıcı, aldatıcı özellikleri.
Meşhur, “neşeye övgü” adlı eserin özelliği nedir?
Genellikle insanlığa övgü olarak değerlendirilir. Kardeşlik ve tüm insanların
özgürlüğü olarak değerlendirilir. Burada göze çarpan unsur, bu iyi bilinen
melodinin evrensel boyutta adapte edilebilir olması. Birbiriyle tamamen tezat
olan politik hareketler için kullanılabilir. Nazi Almanya’sında bu eser,
çoğunlukla büyük toplumsal olayların kutlanmasında kullanılmıştır. Sovyetler
birliğinde Beethoven ilah haline gelmiş ve Neşeye Övgü neredeyse bir Komünist
şarkısı haline gelmiştir. Çin’de büyük kültür devrimi günlerinde neredeyse tüm
Batı müziklerinin yasaklandığı günlerde Dokuzuncu Senfoni kabul görmüştür.
Gelişmiş burjuva müziği eseri olarak yorumlanmasına izin verilmiştir. Güney
Rodezya’da bestenin sözleri değiştirilerek milli marş olarak kullanılmıştır.
Almanya Doğu ve Batı olarak ayrıldıktan sonra katıldıkları olimpiyatlarda bir
Alman madalya kazandığında hem Doğu hem de Batı Almanya’nın marşı olarak Neşeye
Övgü çalınıyordu. Bugün, Avrupa Birliğinin resmi olmayan marşı Neşeye Övgü’dür.
Fantezi dediğimiz şey bireylerin özel meseleleri
değildir aslında. Fanteziler ideolojilerimizin ana merkezini oluşturan
unsurlardır. Psikanaliz açısından fantezi temelde bir yalandır. Yalan
olmasının nedeni yalnızca bir fantezi olması, gerçek olmaması değildir. Tutarlı
olamamanın oluşturduğu boşluğu bu fanteziler doldurduğu için yalan. Görüş
açımızı yitirdiğimizde, ne yapacağımızı tam olarak bilemediğimizde fanteziler
bize kolay çözümler sunuyor. 43.22
Alman Hard Rock grubu Rammsstein, sıklıkla Alman Nazizmiyle flörtte olduğu, Nazi simgelerini kullanmakla suçlanır. Ama konserlerini dikkatlice gözlemlerseniz ne yaptıklarını gayet net görebilirsiniz. Örneğin en çok bilinen şarkılarından biri Raise Raise. Rammstein grubu Nazi ideolojisini oluşturan unsurları minimal düzeyde kullanmaktadır. Bunlar da şehvet duygularını harekete geçirmek için kullanılmaktadır. Belli bir haz yaratılmak isteniyorsa bu küçük yüz hareketleriyle yaratılabilir. Bunların belirgin bir ideolojik anlamı yoktur. Ramsstein’ın yaptığı anlında bu unsurları Nazi söyleminden kurtarmak, özgürleştirmektir. Bu şekilde ideolojik olandan çıkartarak zevk almamızı sağlamaya çalışmaktadır. Nazizimle mücadele etmenin yolu bu unsurlardan zevk almaktır.
Starbucktan bir kapiçino satın aldığımızda aynı
zamanda bir ideolojiyi satın aldığımızın farkında mıyız? Hangi ideolojiyi? Siz
de biliyorsunuz. Bir Starbucks mağazasından içeri girdiğinizde karşınıza
değişik tanıtım afişleri çıkar. Mesela, bizim kahvelerimiz pahalı ama biz
gelirimizin yüzde birini Guatemala’lı fakir çocuklara harcıyoruz, yoksullara
yardım ediyoruz gibi… eskiden basit, sade tüketim söz konusuydu. Bir ürün satın
alır sonra üzüntü duyardınız. Starbucks bu tüketim arzunuzu karşılar ve bir
ürünü tüketirken vicdani rahatsızlığı ortadan kaldırır. Çünkü bir yandan
tüketimde bulunuyor bir yandan da insani görevini yerine getirdiğini
hissediyorsun. Bunu da ürüne yüksek fiyat ödeyerek yapıyorsun. Yani biraz fazla
para vererek sadece bir tüketici olmuyor, çevreye karşı görevini de yerine
getiriyorsun.
Kapitalizm oldukça tuhaf dinsel bir yapıya sahiptir
ve kapitalizmin değişmez tek bir talebi vardır. Sermaye akışı mutlaka
sağlanmalı, çoğalarak daha çok yayılmalı, kendi kendini çoğaltmalı ve bu amaç
için her şey feda edilmeli. Hayatlarımızdan tutun, doğaya, çevreye kadar.