
yalnızca olayların
ahlaksal yorumu vardır.
Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama,
Ortalama insanda
On dokuz yıl öldürücü kuraklık ve kırkyedi yıl acımasız komünist baskısı altında yaşamış olan 101 yaşında Moğol kadını. Tarihe göre, komünistler, Moğol insanlarının bağımsız ruhunu sevmezdi. 1.22 cm boyda, 31.75 kilo ve mükemmel sağlıklı biri.
102 yaşında Çinli adam, 4 yaşında çalışmaya başlamış bir çiftçi. Nahif vücuduna göre kocaman elleri var. “Çalışmayı hiç bırakmadım.” dedi.
103 yaşında, Portekizli dul. Kocasının kaybından sonra yas için tamamen siyah yün giysiler giyiyor. Kocası, Portekiz’deki pek çok balıkçı gibi 20’lerinin başlarında ölmüştü. Pek çok Portekizli kadın Katolik inançlarına kuvvetle bağlı, Ve hayatlarının geri kalanını dul olarak yaşar.
104 yaşında Navajo Yerlisi Amerikalı kadın. Arizona’daki Chelly Kanyonu kenarında yaşıyor. Fotoğrafı çekilirken, ben parmaklarımı hareket ettirememekten şikayet ederken o -24 derece sıcakta, 20 dakika ince bir ceketle oturdu. ”Soğuk değil” diyordu.
105 yaşında Sicilya doğumlu İtalyan adam 101 yıl evvel ailesi bir gemi ile Amerika’ya gelmiş. Ailesine yiyecek için pazarlık eden annesini ve Hürriyet Heykeli’ndeki dalgaları hatırlıyor. 18 yaşında, Teksas’ta bir çimento fabrikasında çalışırken “Kara El” (Mafya) aile üyelerini “almakla” tehdit etti ve haraç baskılarından kaçmak için ailesi Kaliforniya’ya taşındı. 1920’lerde aylaklarla trenleri sürdü. Yellowstone Park’ta çalışırken Başkan Hoover’ın elini sıktı. 40’ında çiçek işine başladı ve buradan 3 kere emekli oldu. Sonunda 89 yaşında emekli oldu. 105. yaşgününde iki kadeh kırmızı şarap içti ve doktoru ve sarışın hemşiresi ile dansetti.
108 yaşında İngiliz ataları olan Amerikalı adam. Daha sonra 101 yaşına kadar yaşamış olan babasından miras kalacak olan Montana Çiftliği’nde büyüdü. 1500 baş sığırı vardı ve Kentucky soylu atlara binerdi. 50 yıl evvel viski içip kumar oynamayı severdi. Şimdi formda, 102’sinde ve günde 30 şınav çekiyor. Her Pazar siyah kovboy çizmelerini, beyaz takımını, pembe kravatını ve Stetson şapkasını giyerek kiliseye 1 mil yürür. “İçki –sigara içmem ve kadın peşinde koşmam. Onlar benim peşimdedir” diyor.
106 yaşında Coeur d'Alene yerlisi Amerikalı kadın. Yaşayan en yaşlı kabile üyesi. Babasına çiftlikte yardım eder ve buharlı gemileri kullanırdı. İki defa evlendi. İlki geleneksel bir evlilikti. Uzun sürmedi. İkinci evliliği 50 yıl sürdü.
110 yaşından 320 gün almış Amerikan yerlisi, Afrikalı Amerikalı ve İsveç ataları olan Amerikalı adam. Dünyadaki, yaşayan 44. yaşlı kişi. Babası, Başkan Abraham Lincoln Gettysburg Konuşmasını yaparken bir platformda onun yanında duruyormuş. Babası, Lincoln'un suikastından sonra Başkan olan yardımcı-başkan Andrew Johnson’un gayrimeşru oğluydu. O, zeki, dik kafalı, kör, konuşkan ve I.Dünya Savaşı'nın yaşayan son gazilerinden biridir. “Nasıl bu kadar uzun yaşadınız?” diye sordum. “Kadınlar, bira ya da viski etrafında vaktimi boşa geçirmedim.” dedi.
110 yaşından 115 gün almış. Alman ve İngiliz atalara sahip. Pek çok büyüğü 100 yaşını geçene dek yaşamış. 1. ve 2. Dünya Savaşlarında hizmet etmiş ve daha sonra trenyolu frencisi olarak çalışmış. Bunalım zamanında zamanında aylaklarla pek çok ülkeyi trenle gezdi. 102 yaşındayken günde 10 mil yürüyordu. Şimdi günde 3 mil yürüyor ve göz muayenesi tablosundaki en alttaki 3 satırı hala okuyabiliyor. İçmeyi 60 yaşında bıraktı fakat 80’ine kadar sigaraya devam etti. Bir bronzlaşma salonundaki espresso kafede haftada bir kaç saat çalışmaya devam ediyor. “Hala güzel kadınların peşine düşerim” diyor. “Ama bacaklarım yeterince hızlı olmadığından yakalayamam.”
102 yaşında, tüm yaşamını Beijing Otel arkasındaki aynı çamurdan evde geçirmiş olan Çinli kadın. Çin’in son imparatorunun kuralları ile yaşamak, Boksör İsyanı, iki Dünya Savaşı ve Komünist Parti’nin yükselen iktidarı hakkında konuştu. Otelin genişlemesi ile evinin yıkılacağından korkuyor.
112 yaşından 111 gün almış Afrikalı bir Amerikalı.Dünyanın yaşayan 16. yaşlı insanı ve Amerika’daki en yaşlı kişi. Yaşayan en yaşlı 1.Dünya Savaşı gazisi. Zafer madalyası, işgal kuvvetleri madalyası, Fransa’nın en yüksek onuru olan ve Amerikan ordusunda Fransız ruhu ile 1. Dünya Savaşı’nda yer alan, halen yaşamakta olanlara verilen Lejyon Onurunu kazandı. Eve döndü, çiftçilik yaptı, evlendi ve 7 çocuğu oldu ve 75 yıl Pazar Okulu idarecii olarak hizmet etti. Hiç sigara ve alkol kullanmadı, Aspirin de dahil olmak üzere hiç ilaç içmedi. Çocukları arabasının anahtarlarını saklayana kadar 106 yaşına dek araba kullandı.
114 yaşından 226 gün almış Afrikalı Amerikalı kadın. Dünyadaki yaşayan 3.yaşlı insan ve Amerika’daki yaşayan 2. yaşlı. Anne babasının ikisi de köleydiler. Aile, kendi yetiştirdiği yiyecekleri yiyordu. Diyetine hiç dikkat etmedi ve hiç bir zaman kilolu olmadı. Hiç sigara ya da içki kullanmadı ve ilk defa doktor gördüğünde 100 yaşındaydı. 72 yıldır ikinci kocasıyla evli. 3 çocuk, 5 torun, 46 büyük torun, 95 büyük büyük torun, 38 büyük-büyük-büyük torunu var.
Doya doya yenecek aşları
Gerçeği insan hafızasındakiler kadar yaşar, beyninin daha derin katlarındakiler kadar değil.

“Bir tarih kitabının üzerinde bunalmaktansa doğru dürüst sevişmeyi öğrenmek mübahtır.”
“Onaltı dümen ve sürekli erdemlilik yılı. Onaltı sıkıntılı yıl geride ne kaldı? Yalıtılmış, ufak görüntüler. Yeni kitapların kokuları, bir ekim resmini yaptığımız yapraklar, uygulamalı çalışmalarda kesilmiş kurbağanın formol kokulu iğrenç karnı, tatile çıkacakları için öğretmenlerin de insan olduklarının fark edildiği ve sınıfın daha tenha olduğu senenin son günleri. Artık sebebini bilmediğimiz tüm o büyük korkular, sınav akşamları. Düzenli bir alışkanlık. Bununla sınırlıydı. Artık biliyor musunuz Bay Brul, çocuklara onaltı yıl süren düzenli bir alışkanlığı dayatmak alçaklık? Zaman bozuldu, Bay Brul. Gerçek zaman, eşit saatlere bölünmüş ve mekanik değildir. Gerçek zaman özneldir. İçinde taşırsın. Her sabah saat yedide kalkın. Öğlen yemek yeyip, dokuzda yatın. Asla kendinize ait bir geceniz olmaz. Denizin alçalmayı bırakıp durduğu bir an, tekrar yükselmeden önce gecenin ve gündüzün birbirine karışıp eridiği ve nehirlerin okyanusla karşılaşmalarındakine benzeyen bir coşku seti oluşturduğu, dingin bir zamanın varolduğunu asla bilemezsiniz. Onaltı yıl gecelerimi çaldılar, Bay Brul. Beşinci sınıfta, altıncı sınıfa geçmemin tek ilerleyişim olması gerektiğine inandırdılar beni. Son sınıfta bitirme sınavını vermem gerekiyordu. Ardından bir diploma. Evet bir amacım olduğunu sanıyordum Bay Brul. Ama hiçbir şeyim yoktu. Başlangıcı ve sonu olmayan koridorda, bir embesiller römorkunda, diğer embesilleri izleyerek ilerliyordum. Hayatımızı diplomalarla geçiştiriyoruz. Aynı zorlanmadan yutturmak için kapsüllerin içine acı tozlar konması gibi. Görüyor musunuz Bay Brul, hayatın gerçek tadını sevebilirmişim bunu şimdi anlıyorum.”
Boris Vian, L’herbe Rouge (Kırmızı Ot)
Altıkırkbeş Yayınları, Temmuz 1994, 1.Basım, Çeviren Ayça Sezen, sf.94

Dışarda çiğnenmemiş kar, üstüne bastıkça gıcırdıyordu. Kitapçının köşesinden tenha caddeye dönerken içinde bir boşluk vardı. Saatine baktı: ona geliyordu. ”Nereye gideceğim? Keşke polis kuşkulanıp karakola götürseydi beni. Değişik bir gece olurdu. Belki onu da bulup getirirlerdi. Birlikte çıkardık. Sonra, sıkıntı. O bitti. Haşet’te kitap arayacağım. Niye koşuyorsun? Davete geç mi kaldınız? Her zaman geç kalanlar bulunur. Hindi dolması daha bitmemiştir. Bu gece insanların hindi yemesi gerekir. Bulamayanlar üzülür. Yılbaşı hindisi…ooo! Eğlenmek de zorunludur bu gece. Sinemalar, tiyatrolar, barlar doludur. Evlerde toplantılar vardır. “Neydi o yılbaşı donattığımız masa. Şu Mehmet bey ne şakacı adam. Kırdı geçirdi bizi.. Ama karısı.. Sorma kardeş.” Küçük kumarlarımız vardır. On kuruşluk tombalalar. Şimdi kim bilir kaç evde, kim bilir kaç kadının ‘aman ayol, bu ne kötü şans böyle’ sözüne karşılık kim bilir kaç erkek “üzülmeyin; kumarda kaybeden aşkta kazanır” diyordur. Kim bilir kaç erkek de acele edip bu sözü ondan önce söyleyemediler diye onu kıskanıyordur. Biliyorum sizi. Küçük sürtünmelerle yetinirsiniz. Büyüklerinden korkarsınız. Akşamları elinizde paketlerle dönersiniz. Sizi bekleyenler vardır. Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?” yanından geçen kadına döndü:
- Merhaba, dedi.
Der demez pişman oldu. Kadın durmuş ona bakıyordu. Sol elini cebinden çıkarıp kulağını kaşıdı. Kadın,
- Sizi tanımıyorum, dedi.
Buna verilecek karşılık belliydi: “Öyleyse tanışalım” deyip kadının koluna girmesi, “Ne soğuk. Sıcak bir yere girip bir şeyler içsek.” demesi gerekiyordu. Kolaylıklardı bunlar. Kadın bunları bekliyordu ondan. Oysa;
- Ben de, dedi.
Yusuf Atılgan, Aylak Adam
Yapı Kredi Yayınları, Roman
Buz GibiAşk maşk buz gibi yaşayacaksın…
Edip Cansever