3 Şubat 2011 Perşembe
Azil
- "zaman, gidecek yeri olmayanların evidir..."
- "sevgi, tırmananları birbirine bağlayan bir halattı.."
- "yeryüzü ve dışındaki tek azınlık yanıtlardır,
herşeyi ve herkesi sorular yönetir, soru ve yanıtların
nadir evliliklerinden doğan melezler de bildiklerimizdir
melezlerin ışığı neyi aydınlatıyorsa onu görürüz,
gerisi karanlıktır, hiçbir gözün alışamayacağı kadar
karanlık, hayata karanlıktan geldiğini bilmelisin,
anavatanın karanlıktır, karanlığın kuralları,
tarihi yoktur doğumundan bir kaç saat sonra gözlerini
açmanın nedeni, ışığın seni beklediğini bilmendir, kurallar,
buluşmaların gecikmesini yasaklar..."
- "düşünce şeytandan, davranış tanrıdandır, hangi düşüncenin
davranışa dönüşeceğine karar veren insandır..."
- "aynı zihinde yeralan karşıt düşünceler birbirini
yok eder ve ışığa dönüşür..."
-"hayatın karşılarına çıkardığı seçim kavşaklarında
donarak ölmelerinin nedeni, karşıt düşüncelerin
çarpışmalarından kaynaklanan ışıktan gözlerini
alamadıkları için körleşmeleridir, kör ve felçli..."
- "çelişki , buz tutmuş bir göldür,
çelişki göldeki çatlağa saplanıp donmaya başlamandır,
çelişki , yardım istemek için açtığın ağzına dolan sudur..."
- "her düşünce bir diğerini doygunlukları ve aralarındaki
uzaklık ölçüsünde çeker..."
- "düşünceler mükemmel , ancak davranışlar kusurludur,
bir insanı sevdiğini düşünmek, ona bunu söylemek ve
ardından ona sarılmakla anlatılamayacak kadar
mükemmeldir, bir insanı öldürmek, ondan nefret
ettiğini düşünmenin yanında daima kusurludur,
hiçbir davranış düşüncenin gerçek tercümesi değildir..."
-"davranışa dönüşen düşünceler daima geçmişe aittir..."
- "ilişkilerin zaman içinde sıcaklığını yitirmesi doğaldır,
geçmişe özlem duymak sadece zaman kaybıdır..
- " PTT den kampanya: yirmibeş yıl sonrasına mektuplar.."
- "teknoloji, insan davranışını, ahlakını, sosyoekonomik ilişkileri,
geri dönüşü imkansız kılacak biçimde değiştiriyordu,insanlığın
binbir çabayla 2000 yılda yarattığı ahlak, elli yılda televizyon
tarafından çiğnenmiş ve 10 yılda da internet tarafından
yutulmuştu, toplum gözünde suç olan, bireyin dünyasında
vazgeçilmez hale gelmişti, toplum ile birey arasında genişleyen
ahlak farkı, ikisinin de hastalanmasının temel nedeniydi,
toplum ile birey arasına teknoloji girmişti..."
- "İsa, Meryem'in ikizidir, doğduğunda karnındadır,
sonra rahmine düşmüş ve Meryem, Isa'yı doğurmuştur,
bu yüzden bakire diye bilinir, kendi ikizini doğuran bir kadın,
hepsi bu büyütmemek lazım, milyonda bir ihtimal ama
sadece gazete haberi kadar değerli, önemli olan Tanrının bir
enstruman yaratmış olmasıdır, insan denen bir enstruman,
ancak yarattığı müzik enstrumanını çalamayan bir usta gibi
Tanrı da insandan doğru sesler çıkaramamıştır, bu yüzden
Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de Şeytan
en güzel melodilerini onunla bestelemiştir, ne bakire anneler
ne de Sami ırktan gelen peygamberler mucizedir, mucize;
Tanrının elini koparıp dünyaya fırlatması ve sonrada ondan
geri dönmesini beklemesidir, ancak elin önce bir el olduğunu
anlaması sonra da Tanrıya ait olduğunu farketmesi gerekir,
mucize elin ait olduğu bedene dönmesidir,
sonunda Tanrı sıkıntıdan patlamıştır,
buna da "bing bang " denir..."
- "genetik ve kültürel mirasın insana acıdan başka birşey
vermesine olanak yoktur, her insanın boşluğa doğma hakkı
olmalıydı, vatansız, toplumsuz, ailesiz ve kişiliksiz olmak
her insanın hakkıydı..."
- " asil yaşayan adil ölmez..."
- "hayat yatılı bir misafirlik değil, günübirlik gidilen bir piknikti.."
- "klonlanması gereken insan değil evrendir, ancak o zaman,
her şey yeniden ve eksiksiz yaratılabilir, çünkü insan bir sonuç,
evrense nedendir..."
- "doğmalardan ve temeli benden önce atılmış olan
hiçbir şeyden kaçmıyorum, sadece derime yapışmadıklarını
söylüyorum, bu benim doğam,kaygan derili bir insan olarak
hiçbir şey tarafından tutulamam, tutulmam için üzerime,
derimin kayganlığını yok eden kavramlar sürmeliyim,
bunların ilki de ailedir, aileye bulanmış her insan
bir gün Devlet ve Tanrıyla yaşamak zorunda kalır..."
- "Asil, yaşayan bir delidir, anımsamadığı için geçmişi,
önemsemediği için geleceği yoktur..."
- "bir belgesel konusu : "ne kadar kötüsün ? "
- "hiçlik yoktur, bir pencere düşün, onu açarsın ve içine doğru
çekilirsin, vakum varsa hiçlik yoktur, hiçbir yerde altın
bulamayacağını anlayan bir madencinin
kazmayı kendine vurması gibi.."
2 Şubat 2011 Çarşamba
Çocuktuk
ve bilmiyorduk hergün bir yerlerde birilerinin öldüğünü
Henüz çocuktuk
ve ölenler
onlarda çocuktular.
...
Büyüdük,
Kimi zaman eğlendik
kimi zaman güldük
Ve açlığı gördük
Dayanılmaz birşeydi bu
Yaşamanın ve nefes almanın ötesinde
Ama bilmiyorduk
Orda bir yerde ölen çocuklar olduğunu
Bir yelerde bir AFRİKA olduğunu!..
Fakat
İnsanlar soluyor
Yaşamın kıyısına bile varamadan
AFRİKA'DA ÇOCUKLAR ÖLÜYOR
İNSANLAR Bİ DERİ Bİ KEMİK
Cesaretin var mı? Hey can..
Cesaretin var mı? Dayanmaya
Tükenir gücün
Öfken
Okunur yüzünden
Öfken açlığadır
İsyanın açlığa!
31 Ocak 2011 Pazartesi
Ümit Yaşar Oğuzcan - Jet Sosyete
Jet Sosyete
Bir gün Nis’te gezerler ,bir gün Montekarlo’da
Roma’da tatlı hayat, Paris’te en son moda
Kristal kadehlerde şampanya, viski-soda
Acayip bir şey gibi bakarlar sefalete
Bir adı hot sosyete, bir adı jet sosyete
Yüzlerde tonla boya, tırnaklar manikürlü
Hangi bahsi açsanız hepsi de en kültürlü
Oyunlar çeşit çeşit, eğlence türlü türlü
Dayanmışlar pek çoğu birer kirli servete
Bir adı hot sosyete, bir adı jet sosyete
Sahtekarlık denince ne ararsan bulunur
Sadakat bir aptallık, vefa en büyük kusur
Zinanın adı flört, sevginin adı amur
Gırtlaklarına kadar batmışlar rezalete
Bir adı hot sosyete, bir adı jet sosyete
Doğru yolu görenler yürümeyi şaşırır
Erkekler birbirinin sevdiğini aşırır
Kadınları her sene dokuz çocuk düşürür
Değişiklik adını verirler ihanete
Bir adı hot sosyete, bir adı jet sosyete
Katılırlar her çeşit eğlence kervanına
Yatlarla yanaşırlar çılgınlık limanına
Benziyor kadınları kuyumcu dükkanına
Asil olmak yetişir, lüzum yok fazilete
Bir adı hot sosyete, bir adı jet sosyete
Tabesabah eğlenip, akşama dek uyurlar
Uyanınca dikkatle giderilir kusurlar
Bol bol gülerler amma güç mutlu olurlar
Kanıksamış her biri her türlü saadete
Bir adı hot sosyete, bir adı jet sosyete
Karıştırmaya gelmez mazilerini onların
Bir servete mal olur partileri onların
Sabun köpüğü gibi sevgileri onların
Binbir hata işleyip düşmezler nedamete
Bir adı hot sosyete, bir adı jet sosyete
Kompliman en ucuzu, nükteyse en bayağı
Şoförde üniforma, frak giyer uşağı
Denktir birbirine ipi ile kuşağı
Değer verirler yalnız parayla saadete
Bir adı hot sosyete, bir adı jet sosyete
Duydukları rehavet, asla yorgunluk değil
Dünyalarında ilim, sanat olgunluk değil
Mutlu azınlık onlar, bitli çoğunluk değil
Nasırlı kalplerinde yer yoktur merhamete
Bir adı hot sosyete, bir adı jet sosyete
Ümit Yaşar Oğuzcan
Sözüm Meclisten Dışarı
s.155
28 Ocak 2011 Cuma
Özdemir Asaf
Şarkılar değil de
Hep kulaklar bitiyor,
Onarmak zordur.
Bir yürek üşümüş
Kapamış kapılarını,
Onarmak zordur.
Bir şey yitirilmiş
Hiç eskimeyecektir,
Onarmak zordur.
İnsanin içine düşen korku
Özgürlüğünden olmuştur,
Onarmak zordur
Ölümü düşünmek yenilmek,
Sevmek ölümü yenmektir,
Onarmak zordur
BEN DEĞİLDİM
Bir aksam ustu pencerenden bakıyordun
Ağır ağır, yollara inen karanlığa.
Bana benzeyen biri geçti evinin önünden.
Kalbin başladı hızlı hızlı çarpmaya..
O gecen ben değildim.
Bir gece, yatağında uyuyordun..
Uyanıverdin birden, sessiz dünyaya.
Bir rüyanın parçasıydı gözlerini açan,
Ve karanlıklar içindeydi odan...
Seni gören ben değildim.
Ben çok uzaktaydım o zaman,
Gözlerin kavuştu ağlamaya, sebepsiz ağlamaya.
Artık beni düşünmeye başladığından
Bıraktın kendini aşk içinde yasamaya..
Bunu bilen ben değildim.
Bir kitap okuyordun dalgın..
İçinde insanlar seviyor, ya da ölüyorlardı.
Genç bir adamı öldürdüler romanda.
Korktun, bütün yininle ağlamaya başladın..
O ölen ben değildim..
ÖZDEMİR ASAF
Yalnızlık
yalnız kaldınız sanırsınız,
biliyorum.
yalnız
bırakılmışsınız,
biliyorum.
ötesi yok.
2
ötesi var:
yalnızlık
müziğin
bile seni dinlemesidir.
yalnızlık
insanın kendine mektup yazması
ve
dönüp dönüp onu okuması
yalnızlığın da ötesidir.
Özdemir Asaf
ALDANI-ALDATI
Benim düşlerimin içinde
O uyuyordu,duyuyordum.
Ben bir uykusunda onun,
Bir düş'ünde bulundum...
Uyuyordu,duyuyordu,
Avundum.
II
Benim düşlerimin içinde
O uyumuyordu,biliyordum.
Ben ne bir uykusunda onun,
Ne de bir düş'ünde bulundum...
Bulunsaydım,
Vururdum....
Özdemir Asaf
neredeydik, neredeyiz, nereye...
‘babam ve annem okuma yazma bilmiyordu.. benim üniversite okumam için çok çalıştılar.. 15 yaşında hayata başladım.. 5 kardeştik.. 15 yaşında aileme bakan bir kişiydim.. ortaokulda mahalle arasında oynarken , büyüklerin baskısıyla kaleye geçtim.. 24 yıl kaleciliği sevmeyerek yaptım..
ben o zaman fakir bir ailenin çocuğu olarak , denizde yüzüyordum , kumsalda geziyordum , özgürdüm , organik meyve yiyordum.. bugün ekonomik durumu iyi olan bir baba olarak çocuğumu yüzmeye götüremiyorum , organik meyve yediremiyorum..
ben hiç kaleci eldiveni giymedim.. zonguldak maden işçilerinin eldivenleriyle toprak sahada antrenman yapıyordum. eskiden fakirler oynuyordu , zenginler seyrediyordu.. yani açlar oynarken , toklar seyrediyordu.. şimdi ise toklar ve zenginler oynuyor , fakirler seyrediyor..
sadece sonuçsal kaygı ve ekonomik beklenti var.. o zaman olmaz.. eskiden yokluktan çıkarırken , şimdi eskisi gibi başarılı sporcular çıkaramıyoruz..’
ŞENOL GÜNEŞ
Türkiye Spor Yazarları Derneği’nde yaptığı konuşmadan..
(Daha fazlası ve başka yazılar için : Express , sayı 116 , Ocak 2011..)
Yer altında kör bir köstebektim Charles Bukowski
‘siz bana nehirlerden ve yağmurdan söz edin , ben size uyuşturucu ve ıstırap bağımlısı sıska bedenleri anlatayım , kadınsız ve işsiz ve ülkesiz , verilenden daha iyi bir yaşamı hayal ederek , akortsuz piyanolar çalan eşcinsellerden geçilmeyen barlarda ve bok suratlı kasa sahipleri ıslık çalar ölü parayla..’
‘herkesin savaştan yana olduğu bir dönemde savaşa karşıydım.. iyi savaşı kötü savaştan ayırt edemiyordum -hala edemem.. ortalıkta henüz hippiler yokken hippiydim ben ; beat kuşağı gelmeden önce beat’tim..
bir protesto yürüyüşüydüm tek başıma..
yeraltında kör bir köstebektim ve ortalıkta benden başka köstebek yoktu.. daha henüz yer altı oluşmadan yer altı’ydım ben.. pis genç bir adamdım..
ben hip’tim zaten..’
‘yalnızlık gittikçe daha tatlı bir hal alıyor , bir zamanlar hapis yatan bir adam tanırdım.. onu deliğe tıkmışlardı..
ona ‘şimdi dışarı çıkmak istiyor musun’ diye sorduklarında , ‘hayır’ dedi.. yine de onu çıkardılar.. deli olduğunu düşünüyorlardı.. gördüğüm en akıllı adamlardan biriydi.. evet , evet..’
‘bir yazar yazacağı bir sonraki satır kadar vardır.. onun gerisinde kalanlar bir bok ifade etmez.. eğer o bir sonraki satırı yazamazsanız , insan olarak ölmüşsünüz demektir.. sadece bu bir sonraki satır , daktilo döndükçe ortaya çıkan bu satır vardır , bu sihirdir , gürlemedir , bu güzelliktir.. bu ölümü yenebilecek tek şeydir..’
Charles Bukowski..
26 Ocak 2011 Çarşamba
Kinyas ve Kayra
Sözlerimin sonunu duymadığın zaman.
Cümlelerimin sonunu duymadığın zaman.
Değiştiriyorum son kelimelerimi.
Değiştiriyorum sonumu.
Kendimi ölümsüz olarak görüyorum. Mekân ve zamandan kopalı yıllar oluyor. Bir kıza âşık olmuştum. Onu görmek için altı saat yol almam gerekiyordu. Bir sabah, treni kaçırdım. Âşık olmaktan vazgeçtim. Kendinden vazgeçmenin ne olduğunu asıl ben bilirim. Benim adım Kaygusuz Abdal. Tanrı'dan vazgeçtim. Ölmekten vazgeçtim. Çünkü ölürsem ve eğer yukarıda beni ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmem gerekecekti. Ölmek istemiyorum, çünkü Tanrı'yı da öldürürüm diye korkuyorum. Ve böyle bir vefata benim dışımda kimse dayanamaz... Platon'un Mağara İstiaresi'ne karşılık, ben de Kuyu İstiaresi'ni yazdım: doğdukları andan itibaren düşen insanların, yanlarından hızla geçen fırsatlara ve başka insanlara tutunup tırmanmalarını ve bunu sadece doğdukları andaki yüksekliklerine erişebilmek için yaptıklarını anlattım. Ancak ellerini ağızlarına sokup, parmaklarını ısırıp hiçbir şeye tutunmamaya kararlı olanları da anlattım. Ve sordum, Tanrı'nın yukarıda mı yoksa aşağıda mı olduğunu. Eskiden poker oynardım. Şimdi de, Tanrı’nın aşağıda, kuyunun dibinde olduğuna oynuyorum. Hayatım masada, birkaç kırmızı oyun fişiyle.
Az yedim, çok içtim. Hâlâ içiyorum, içki ayırmadım. Alkolü kendime yakıştırdım. Her türlü uyuşturucudan tattım. Bağımlılıktan nefret ettim. Gitmemi, terk etmemi engeller diye. Ne bir maddeye, ne de bir insana bağlandım. Sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullandım, âşık oldum, ikisini de arkama bakmadan bırakıp gittim. Geçmişe tükürüp geleceği çiğnedim. Bugünü ise uyuyarak geçirdim. Benim adım Houdini. Dünyayı bir oyuncağa çevirdim. Ayak basmadığım yer kalmadı. Kalan varsa, onları da amuda kalkar geçerim! Duvarlara, bedenime resimler çizdim. Bir gün öyle gürledim ki önümde duran şarap kadehi çatladı. Benim adım Hitler. Kendi ordumu kurmak için bir sürü kadına tohumlarımı bıraktım... Şimdiyse ağlıyorum. Hepimiz için. Çünkü hiçbiri
işe yaramadı...
Kendimi defalarca buldum, defalarca kaybettim. Gerçek adımı hatırlamıyorum. Kimliğimi bir çocuğa sattım. Çirkinleşmek için çok uğraştım. İsteyene ruhumu kiraladım. Vücudumdaki dikiş sayısını artık bilmiyorum. Hayatımı diktiler. Oysa yırtmak için çok uğraşmıştım... Bir psikiyatra tecavüz ettim, isminin ve unvanının üzerinde yazdığı, masasındaki mermer parçasıyla. Hapse girdim. Çıktım. Hayat bitmedi. Piyano çaldım. Sattım. Benim adım Deacn Moriarty. 140'ı geçince direksiyonun üzerine yattım. Bagajına ceset sığdırabileceğim arabayı seçtim. Nargileyle sevişenleri seyrettim. Beş bin film seyrettim. Her şeyin farkına vardım. Farkına varılacak bir şey kalmayınca da "Sıradaki hayat gelsin!" dedim. Ne gelen var, ne de giden. Sadece Kinyas ve ben... Kendimi tanıyamadım. Zamanım olmadı. Binlerce dilim pizza yedim. Pepperonni ve siyah zeytinli. Benim adım Miss Piggy. Bütün hayatım boyunca kaçtım. Önüme okyanus çıktı. Daha ileri gidemedim. İçinde boğulmak istedim. Gözlerimi sahilde açtım...
Uyumadım. Pişman olmadım. Kendimden bile. Ben gerçektim. Dünyanın en gerçek adamı! Bana ait bir gezegen bulana kadar insanlara ve kendime zarar vermeye devam edeceğim... Biliyorum, beni linç edecekler. Beni bütün dünya öldürecek. En derinde benim cesedim olacak ancak bedenimi toprak bile kusacak... Aranızdayım her gece. Dolaşıyorum sokaklarda, sol elimde Şam'dan taşıyıp geldiğim yakutlu hançerimle...
Gittim, caz dinledim. Duke Ellington'ın plağıyla kendilerini kesen kadınları gördüm... Benim adım yok. Çünkü ben yokum. Delir-dim. Yetmedi. Delirttim. İğrendirdim. Dünya bendim. Acıyı inceledim üniversitelerde. Üç ayrı okulda, üç yıl. Sonra acıttım akademik kariyerleri ve tabiî ki kendiminkini. Ne çalışmak, ne de bir işe yaramak. Hiçbirine inanmadım. Tespihle adam boğdum. Ben doğdum ! Oysa güneş batıdaydı. Ben geceye geldim. Aya misafir oldum... Bunları söylüyorum çünkü anlatılacak başka bir hikâyem yok. Zaten yazma işlerinde de hiç başarılı olamadım. Ben daha çok, fırça ve boyalarla ilgilenendim. Ve dünyaya bırakabileceğim bir miras yok. Bütün değerleri iyi bir pizzanın üstüne içtim...
Japonya'dan Suriye'ye taşındığımızda on iki yaşındaydım. Arapça öğrenmemek için elimden geleni yaptım. Ama yine de sarmaşık gibi dilime dolandı. Arap'ı ve Bedevi'yi T. E. Lawrence'tan öğrenmiştim. Ve Arap yarımadasında var olabilmek için ya ibne ya da silah kaçakçısı olmak gerektiğini anladım. Ben ikisi de değildim. Ama adına çöl denilen, küreğin batmadığı denizde yaşayan insanların hiç de hak etmedikleri bir tarihleri vardı. Bir zamanlar dünyaya hükmeden esmer savaşçıların düştükleri durumu görünce zamanın ne kadar nankör olduğunu anladım. Geçmiş hiçbir şeydi. Kuma kendini gömüp yeniden Arap medeniyetinin hüküm süreceği günleri beklemek ve o gün gelene kadar birbirlerini öldürmek yapabilecekleri tek işti. Ben de onları seyrediyordum. On altı yaşıma kadar hep seyrettim zaten. Hep iyi bir izleyici oldum. On altımda bozuk Arapça, pokerde kazanılmış bir hançer ve bronz bir tenle Avrupa'ya geldim.
Eski kıta beni bekliyordu. Bir dejenere sürüsünden başka bir dejenere sürüsünün içine düşmüştüm. Burada silah kaçakçısı da yoktu. Hepsi ilk gruba dahildi. Ve daha yakınlaşmadan hiçbirine, nefret etmiştim hepsinden de. İki dünya savaşını da bu geri zekâlıların başlatmış olmasına hiç şaşırmamak gerekiyordu. Birbirlerinden o kadar korkuyorlardı ki aynı metroda beş yüz kişi yolculuk yaparken duyulan tek ses makine gürültüsüydü. Halkı aptal ama azınlıkları var olma çabası içinde yarı tanrılar yaratmış bir toplum. Bu yan tanrılar bugün üstünde yaşadığımız dünyanın edebiyatını, müziğini, resmini, politikasını belirlemiş olanlardı. Ve ben onları sokakta göremiyordum. Kapalı kapılar arkasındaydı Avrupa'yı yönetenler. Halkın karşısına çıktıkları anda çiğ çiğ yeneceklerini bildiklerinden, ukalaca taktıkları yüksek kültür maskesini sadece birbirlerine gösteriyorlardı. Sömürmeye ve sömürülmeye hayatın amacı olarak bakan bu açık tenli ırk, belki de doğanın en büyük hatasıydı... Atom bombası oraya atılmalıymış. Deniz olmalıymış oralarda Balıklar bile daha iyi geçinirmiş birbirleriyle!
Ama bütün bunların ne önemi var? Entelektüel sapkınlıklarıyla ve dünyanın diğer bütün kıtalarına karşı hissettikleri korku ve nefret kokteyli duygularıyla, son olarak da yeryüzünün görüp görebileceği en salak turistleri olma unvanlarıyla Avrupa halkı kendini öldürmek ya da öldürtmek için bütün nedenlere sahiptir. Sosyal devlet dedikleri, bana kalırsa Gestapo düzeninden başka bir şey olmayan sistemleri, sokakta biri düştüğünde ambulans gelene kadar, yerde yatanın kendileri olmadığı için şükretmelerinden ibarettir. Arap hiçbir sakınca görmeden hiç tanımadığı, kendinden geçmiş yerde yatan bir adamı sırtlayıp en yakın hastaneye koştururken Avrupa insanı aynı adama, adını yeni öğrendiği bininci mikrobu kapmamak için bir metreden fazla yaklaşamaz bile. Çünkü Avrupalının altına yapacak kadar korkması için bir şeyin ismini bilmesi yeter, isimsiz canavarlar sadece Arap'ı korkutur. Herkesin kendine göre bir paranoyası var. iklimden, saç renklerinden, el parmaklan uzunluğundan ya da her neden kaynaklanıyorsa! Herkesin tercih ettiği bir ölüm var...
Her neyse, zaten üzerinde yaşadıkları çirkin kara parçasına sıkışmış, birbirini yiyen, Ortaçağ'dan beri gelen eş değiştirerek yaptıkları salon danslarından grup sekse kadar ahlak anlayışlarını değiştirmemiş Avrupalıları hayatımın geri kalan kısmında da çok iyi tanıma fırsatım oldu.
Genel olarak normal olmadığımı düşünerek kendimi meşrulaştırıyordum. Anormalliğim o yaşlarda herkesin istediği şeylerden farklı hayaller kurmamla sınırlıydı. Yani bir şeyleri arzulayabiliyordum o sıralar. Gitmeyi, siyah giymeyi, bir kamerayla izleniyormuşçasına yaşamayı, güzel kadınlarla yatmayı, dünyayı çözmeyi, hayata başlama vuruşunu yapanı keşfetmeyi ve yaşıtlarımın çok azının kurgulayabildiği benzer kavramları hayal ediyordum... Her zaman yalnız oldum. Yalnızlığı kendimi geliştirmenin tek yolu olarak gördüm. Ama çevremde olup biteni kaçırmak ve yanımdan akıp giden hayat nehriyle yüzümü yıkamamak da bana aptalca geliyordu. Bu nedenle evde çok az zaman geçirmeye ve sokaklarda yaşamaya başladım. Fahişeleri keşfettim. Silah kullanmayı öğrendim. Poker oynamaya devam ettim. Kitap okumayı bıraktım. Artık en ufak boş zamanımda kilometrelerce uzakta olan bir kasabaya trenle gidip, birkaç kadehten ve caddelerini arşınladıktan sonra evime dönüp uyuyordum. Rüyamda yüzleri, sokakları, tren camındaki pastel renkleri görüyordum, insanlardan istediğim ölçülerde, ilgilendiğim alanlarda yararlanıyordum. İlişkilerim kontrolüm altındaydı. Kimseyi kendime fazla yaklaştırmıyordum. Dünyayı, hayatı olduğu gibi kabul ediyor ancak bütün bunların dışında da bir gerçeğin olması gerektiğinin üzerine yoğunlaşıyordum. Yani bir şekilde, çok uzaklarda kimliğimi büyük bir seremoniyle yaktıktan sonra gözlerimi kapatıp son nefesime kadar huzur içinde yaşayabileceğim bir yer olduğunu düşünüyordum. Aslında bu mümkündü. Ve bir ara çok yaklaşmıştım. Ama Kinyas hâlâ ortaya çıkmamıştı ve gerçekten böylesi bir hayat isteyip istemediğimi bilemiyordum.
Bütün bunları yazmak o kadar zor ki. Şu an bulunduğum noktada hiçbirinin olmadığım görmek... Aslında bu kadar yükselmek ya da alçalmak, daha doğrusu bu kadar ileri gitmek istememiştim hiçbir zaman. Aynaya bakıp kendini tanıyamamak, insanın kendi anılarını bir başkası yaşamış gibi anlatması, dünyanın kendisi dahil üzerindeki hiçbir şeye kayda değer bir var oluş nedeni bulamamak ve zihnin bedenden binlerce kilometre uzakta olması o kadar korkunç ki!
Hava aydınlanıyor. Kayra'nın yazdıklarını okuyormuş gibi yapıp ilgilendiğimi düşünmesini istemiştim. Oysa tek bir kelimesine bile bakmadım. Şimdi kaçamak bakışlar atıyorum ona ve görüyorum ki elinde başka bir votka şişesi, arkamdaki duvarda asılı olan afişleri seyrediyor. Ne yazdıklarıma bakıyor, ne de burada olduğumun farkında. Belki de dünyada sadece onun yanındayken kendimi hâlâ yalnız hissedebildiğim için böylesine garip bir dostluğumuz var. Birbirimize anlatacak hiçbir şey yok ve her şeyimiz var. Ve aynı zamanda, o kadar da umursamıyoruz ki söylenenleri, olanları, aynı odada bulunduğumuzu bile unutabiliyoruz. Onu sevdiğimi söyleyemem çünkü duygularım yok ama hayattaki tek bağımlılığım olduğunu itiraf edebilirim... Yoruldum. Çok yorgunum... Yeryüzüne inme zamanı.
"Kayra! Haydi çıkalım buradan. Biraz dolanalım."
Kinyas ve Kayra
Sayfa: 22-27
25 Ocak 2011 Salı
Mamma Mia
İyi ki müzik var dünyada. Ya olmasaydı? Korkunç olurdu! Müzik ruhun gıdasıdır derler, sevmem herkesin ezbere bildiği sözleri. Ama öyle. Benim ruhum müzikle besleniyor. Bu müzik hiç bitmesin.
Bu yüzden kararımı verdim, artık bu bir sona erme li
Bana bir bak, hiç öğrenecek miyim?
Nasıl oluyor bilmiyorum ama aniden kontrolü kaybe diyorum
Ruhumda yanan bir ateş var
Sadece bir bakış ve zil sesleri duymaya başlıyoru m
Bir bakış daha ve her şeyi unutuyorum, o-o-o-oh
Tanrım, tanrım, sana nasıl dayanabilirim?
Aman tanrım, yine belli oluyor mu?
Tanrım, tanrım, seni ne kadar özlediğim
Evet, kalbim kırıktı
Ayrıldığımız günden beri üzgündüm
Neden, neden gitmene izin verdim ki?
Aman tanrım, şimdi gerçekten biliyorum
Tanrım, tanrım, gitmene asla izin veremezdim
Yaptığın şeyler yüzünden sinirli ve üzgündüm
Ne kadar çok senin bittiğini söylediğimi sayamadı m
Ve gittiğinde, kapayı çarptığında
Sanırım çok uzun süre uzakta kalamayacağını biliy orsun
O kadar güçlü olmadığımı biliyorsun
Sadece bir bakış ve zil sesleri duymaya başlıyoru m
Bir bakış daha ve her şeyi unutuyorum, o-o-o-oh
Aman tanrım, işte yine başlıyoruz
Tanrım, tanrım, sana nasıl dayanabilirim?
Aman tanrım, yine belli oluyor mu?
Tanrım, tanrım, seni ne kadar özlediğim
Evet, kalbim kırıktı
Ayrıldığımız günden beri üzgündüm
Neden, neden gitmene izin verdim ki?
Aman tanrım, şimdi gerçekten biliyorum
Tanrım, tanrım, gitmene asla izin veremezdim
Aman tanrım, söylesem bile
Hoşçakal, ya beni şimdi terk et, ya da asla
Aman tanrım, bu oynadığımız bir oyun
Hoşçakal sonsuza kadar demek değil
Aman tanrım, işte yine başlıyoruz
Tanrım, tanrım, sana nasıl dayanabilirim?
Aman tanrım, yine belli oluyor mu?
Tanrım, tanrım, seni ne kadar özlediğim
Evet, kalbim kırıktı
Ayrıldığımız günden beri üzgündüm
Neden, neden gitmene izin verdim ki?
Aman tanrım, şimdi gerçekten biliyorum
Tanrım, tanrım, gitmene asla izin veremezdim
Abba Mamma Mia
24 Ocak 2011 Pazartesi
Gülziya Murat Çelik
Unuttuğumuz nedir, söyle?
Anlıyoruz; aşk unutuluşlardan
Payımıza düşen yerdir!
Son bulabilir mi bu yalnızlığın gezintileri
hepimizin harabeleriyken herkesin elleri..!
bir semahla gelirken sabah
ve ardında şafak ve güneş
kendi kaderine sürgülenmiş bir bedeni anlatır semazenler
denenen, bir gidişin müsveddesidir!
İnsan zayıf olandır, ruhunun ağırlığını bir başkasına taşıtır..!
Aynada bize bakan bu gözler daha önce yürünmüş hangi yollardan arta kalanlardır..
söylesene,
ben ölürken
kendini yaşatabilecek misin anlattıklarımla?
Herkesin kıyılarında sınırlarını çocukluğunun çizdiği bir uçurum mutlaka vardır
bir ses gibi çizerse yüzünü gece
unutma Gülziya
ben rengini vermeyen gül
açılıp gireceğim düşlerine.
Düşler,diye devam etti.Düşler insanı her şeyden vazgeçire bilir,ya da her herşeyi yapma güçünü vere bilir. Düşlerine dikkat et dostum; hiçbir zaman içindeki sevginin gerisinde kalmasına izin verme.
kendimi hatırlamak için,
sahi, ben sen miydim?
artık sızacak yeri kalmadı gözyaşlarımızın
nerede birikiyorsak orada kuruyoruz.