28 Ocak 2016 Perşembe

Sanatın Dili Nasıl Bir Dünyayı Resmeder


Bilindiği üzere en sık kullanılan dil günlük dildir. Felsefeci de, sanatçı da, bilim adamı da günlük yaşamını sürdürürken bu dili kullanır. Günlük dil dünyayı bir biçimde resmeden bir araçtır.

Burada “bir biçimde” derken günlük dilin en yaygın iletişim aracı olmasına rağmen, yalnızca tikeller (tikel durumlar, nitelikler vb.) hakkında konuşmaya yaradığının altı çizilmelidir. Ancak tikeller hakkında konuşmak için tikellerden daha fazlasına ihtiyaç vardır. Kavramlar, yani tümeller… “Bu masada dört kitap var” önermesi “bu masa” diye gösterilen tikel hakkındadır ama “masa”, “dört”, kitap” gibi kavramlar olmaksızın dile getirilemez. Günlük dil kuşkusuz tikeller dünyasını resmeder

Günlük dil kuşkusuz tikeller dünyasını resmeder. Ancak resmi yaparken kaçınılmaz olarak kullandığı aygıtların başında tikel nesne adları olduğu kadar tümellerin adları da bulunmaktadır. Her yargı verme bir tümeli gerektirir. Tümeller olmadan yargıda bulunulamaz. Ancak günlük dil içine doğan, bu dil içinde yaşayıp giden bireyler, sorulduğunda genellikle tikeller hakkında konuştuklarını söylerler; tikeller hakkında konuşabilmek için tümelleri de konu edinmeleri gerektiğini fark edemeyebilirler.

Bilim ve felsefe dilinin konusunun görünenin ardındaki şey olduğunu söylemek mümkündür. Duyulara konu olan ile bunların ardındaki bulunduğunu sandığımız/aradığımız şeyin birbirleriyle ilişkisinin ne olduğu, görünmeyenin görüneni açıklayıp açıklamadığı sorusu, yalnızca felsefe ve bilimin değil, kendine özgü yollarla sanatın da meşgul olduğu bir sorudur.

“Sanat dili nasıl bir dünyayı resmeder?” sorusuna bir cevap bulabildiğimizi düşünüyorum: Bu öznel deneyim dünyasını resmeder; diğer dillerden bu yönüyle ayrılır. Bu durumu bilim dili – sanat dili ayrımı üzerinden gösterebiliriz:
Bilimin dili nesnel, gözlem ve deneyim ile olgu olarak saptayacağımız bir dünyayı resmeder. Dünya olguların dünyasıdır ve bilim dili bu dünyanın fotoğrafını çeker; onları birbiriyle ilişkili olgular biçiminde düzenler. Örneğin “bütün metaller ısıtılınca genleşir” cümlesi zihnin kurucu olduğu mantıksal bir resmin ifadesidir. Mantıksallık, resmin herkes için ortaklaşa olmasını mümkün kılar. “Metal” derken, “metal”in ortak, iletilebilir anlamına işaret ederiz. Kant’ın terimiyle bu ve benzeri yargılar deney yargılarıdır. (Algı yargısı değildir). Böylece bilim görüneni dile getiren algı yargılarından hareketle onun ardındaki yasaya ulaşır. Bu yasayı da deney yargısı biçiminde ifade eder.

Oysa sanatın dili söz konusu olduğunda durum değişir. Artık mantıksal bir resimden değil, olguyu metaforlar yoluyla kendine nesne yapan öznel bir dilden söz edilecektir. Yazının merkezi noktası da bu öznel dilin neye yöneldiği/neyi nesne kıldığıdır. Burada Paul Klee’nin özdeyiş haline gelmiş şu sözünü hatırlamakta fayda var: “Sanat görüneni yansıtmaz, görünmeyeni görünür kılar.” Başka türlü dendikte, sanat eseri bir şeyi temsil eder, ama temsil ettiği şey taklit ettiği şey değildir. Nitekim bir resim yalnızca bir nesnenin tuvale aktarılmış biçim ve renklerinden çok daha fazla birşeydir. Bu biçim ve renkler yalnızca sanatçının dışındaki nesneye ait değildir, sanatçının yarattığı nesneye de aittir.

Sanatın dünyayı resmederken kullandığı dilin bir tür duygu dili olduğu, resmedilenin zihindışı dünyadan çok, sanatçının resmettiği şey karşısındaki iç halleri, duygu dünyası olduğu iddiasından kalkarak Odgen ve Richard’ın “The Meaning of the Meaning” adlı eserlerinde yaptıkları sembolik dil - duygusal dil (Odgen & Richards, 1923:149) ayrımını benimseyebiliriz. Örneğin “Kız kulesi İstanbuldadır” ifadesi bir tasvir ifadesidir. Kavramların semboller yerine konmasıyla oluşturulmuştur. Oysa, “seni dünyalar kadar seviyorum” ifadesi duyguları gösterir. Ancak duyguların, bu arada sevginin ölçülebilir bir niceliği olmadığı için ancak bir metaforla gösterilebilir.

Sonuç Olarak:
Günlük dil, mümkün olan en ekonomik kullanımla gündelik hayatımızı kolaylaştıran bir araç; bilim dilinin amacıysa doğa hakkında genel yargılara ulaşmaktır. Sanat dilinin amacı ise günlük dilin tikel nesneler hakkındaki algı yargılarını ya da bilim dilinin deney yargılarını tekrar etmek değildir. O, çekilen bir acının, duyulan bir özlemin vb. bu özlem ya da acıyı çeken kişi için ne kadar biricik olduğunu, bu acı ya da özlemi çeken ya da çekmeyen herkese bildirmenin yollarının araştırılmasıdır.

Sanat dili, söz gelimi şiir bahis konusu olduğunda, mevcut günlük dil kalıplarını ve iletişim kodlarını değiştiren bir dil haline gelir. Zira duyguların biricikliğini aktarmak söz konusu olduğunda günlük dilin alışılmış kalıpları bu duyguları yaşasın ya da yaşamasın yeterli olamıyor. Böylece yeni anlatım kalıplarına, yeni biçimlere ihtiyaç hâsıl oluyor. Bu ihtiyacı da sanatçı gideriyor.

Duyguları aktaran dil de aslında bir yerde ölçülerden söz eder. Nitekim “seni dünyalar kadar” seviyorum cümlesi ile “seni 3 kg. seviyorum” cümlesi arasında, duygu miktarı
göstermeleri açısından bir fark yoktur. Ancak, elbette duygular ağırlık ya da uzunluk ölçüleriyle tartılıp ölçülebilir değillerdir. Tam da bu nedenle, yine de bir ölçü belirtmek adına “dünyalar kadar” sevmekten söz edilmektedir. Burada da duyguların dile dökülmesi bir “nicelik”, yani “miktar” ifade ediyor. Ancak buradaki asıl fark, niceliği gösterirken matematiğin diline başvurmak zorunda kalmayışımızdır. Aslolanın iletişim olduğu bu noktada matematiğin “kesin” diline ihtiyaç duymayan bir bildirişim ortamı vardır. Duyguların herkeste ayrı ayrı tezahür etmesi, her bireyin kendi yaşantısını adeta biricik gibi idrak etmesi neticesinde ortak bir duygu yoğunluğundan söz etmek güçtür. Sanatçı bu farklı yoğunlukta olduğu düşünülen duyguları farklı dilsel kalıplarla ifade etmeye çalışır. Oysa matematik dilinin konusu olan olguların ölçülmesinde ortak bir ölçü bulmak ve uygulamak çok daha kolaydır.

[Beytulhikme An International Journal of Philosophy, June 2011, V. 1]

 Prof. Dr. Hakan Poyraz

HEPİMİZ AMERİKA’DA MI YAŞIYORUZ? (İçinde Rammstein olan makale:)


HEPİMİZ AMERİKA’DA MI YAŞIYORUZ?
ÖZET
Bu makale ‘Biz Amerika’da yasıyoruz’ müzik videosunu ve içinde geçen sahneleri
‘küresellesme söylemiyle baglantılı olarak analiz eder. Video ile ilgili olarak lise ögrencileri
ile yarı yapılandırılmıs görüsme teknigiyle görüsülmüs ve görüsleri toplanmıstır. Çalısmada
popüler kültür ürünleri ve görünümleri kültürel açıdan tartısılır. Ayrıca küresellesmenin
tanımları ve ortaya koydugu paradoksları irdeler.
Tarihte kültürler arasında iliskiler olmustur. Bununla beraber başarılı endüstriyel devrimler ile gelismis ülkelerin gelismis makineleri kültür ürünleri üretmekte ve
bütün dünyayı etkileri altında bırakmaktadırlar. Kitle kültürü küresel olmaya çalısırken,
geleneksel kültürlerin küresel olma gibi endiseleri yoktur. Onlar sadece yaratıldıgı yerde var
olur ve yasarlar. Böylece degisim diyalektik olmaktan çok tek yanlı olur.
Popüler Kültür ve Halk Kültürü Arasındaki Diger Ayrımlar
‘Popüler kültür’ belli bir topluluk (yerel, cografi, ulusal, dinsel, ırksal veya etnik
baglarla baglanmıs olarak tanımlanabilecek topluluklar) için farklı ifade tarzları ve kimliginde
olan formlar olarak tanımlanabilir. Popüler kültür, kisisel kültürel deger ve inançlar hesap
edilerek yapılmıs insan eseri olan ürünleri kapsar. Bunlar kisiye zevk verip oyalarken
guruplar tarafından da kabullenilirler. Popüler kültür bir medyadır. Ben ‘medya kültürü’
demeyi tercih ediyorum (Kellner:1995).
·          Popüler kültür genis ve kendilerini heterojen olarak tanımlayan insan kitlelerini içine
alır Örnegin bazı tip giysilerin giyilmesi, konusma tarzı, davranıs sekilleri, müzik
seçimi gibi birçok özellik sayılabilir.
·          Popüler kültür normları yüksek derecede bireyseldir ve sürekli degisir. Bu normları
ortaya atanlar sürekli yenileneme ve kendilerini, kültürel taraflara adapte etme
anlamında tekrar tanımlama içinde olurlar.
·          Popüler kültürde güçlü ticari ilgi alanları vardır. Halk kültürü objelerinin popüler
esdeger ürünleri vardır. Bunlar daha ucuzdur ve hızlı üretilirler aynı zamanda çok
kar bırakırlar.
·          Çogu zaman bu popüler ürünleri tüketmek prestij ve bir kimlik olarak algılanır. Bu
kimlik belli çesitte bir müzigi dinlemek, elbiseyi giymek, saç stili, bir tür diyalektik
veya argo olarak karsımıza çıkar.
·          Popüler kültür, kitaplar, filmler, televizyon, kitlesel toplantılar ( rock konserleri, spor
olayları v.b.) ile yayılır ve genelde belli bir yere baglı kalmazlar.
·          Popüler kültür içinde birinin ‘kimligi’ genellikle esnek, moda, birçok sosyal role
genis kültürün içinde bireysel olarak tanımlanabilecek bir kılıga rahatlıkla
uyabilecek bir sekildedir. Popüler kültür kimligi nadiren bir çevre tarafından
kısıtlanır. Buna ulusal ortam da dâhildir.
Buna karsın Halk kültürü asagıda sıralanmıs karakterlerde görülebilir:
·         Halk kültürü geleneksel yasam tarzını benimseyen insanları ve kullandıkları araç
gereçleri kapsar. Bir tanıma göre bu daha basit ve popüler olmamıs ya da
olamayacak eski moda yasama tarzıdır.
·         Halk kültürü genelde kırsal, birbirine tutunmus, tutucu ve genelde kendi kendine
yeten yetinen bir yasam seklidir. Güçlü aile ve asiret yapısı vardır.
·         Gelenek bir üstün özelliktir degisim yavas ve nadirdir.
·         Bireysellik geleneksel toplum deger ve standartlarına göre ikinci sıradadır.
·         Ticaret halk kültürünün bir özelligi degildir ancak halka kültürü bazı yönleriyle
kopyalanabilir, tekrar islenebilir, popüler ve ticari hakle getirilebilir.
·         Halk kültürü halk ve halktan olmayan ürünlerle birlesebilir. Bu materyal olan ve
olmayanlar diye ayrılabilir.
·         Materyal kültürü bir kültür gurubu tarafından üretilen bütün objeleri kapsar.
·         Materyal olmayan kültür ise halk bilimi dedigimiz seydir ve agızdan agza yayılır.
Bunlar halk dansları, halk türküleri destanlar, adetler ve benzerleridir. Digerleri ise
diyalektikler, inançlar ve kendilerine has ‘dünya görüsleridir’.
·         Folk kültür genelde kısmen küçük, bitisik, homojen topluluklarda kisilerarası bir
yayılım gösterir ve belli bir yere has olarak yasar.
·         Halk kültürü içindeki bireylerin ‘kimlikleri’ genellikle öncesinde belirlenmis, katı ve
net olarak bireyden beklentiler açık ve belirgindir.
Kitlesel Popüler Kültürün Özellikleri
Degerler, popüler kültürün merkezinde yer alır. Ortaya popüler ürünler, ikonalar,
kahramanlar, tutkular, ayinler, mitler ve inançlar çıkarır ve insanlar bunlar tarafından
sarılırlar. ‘Kitle’ popüler kültürü (filmler, kayıtlar, popüler edebiyat, televizyon programları
ve diger medya araçlarıyla yapılan gösteriler)
·         Popüler kültür dogası geregi ticari olarak basarılı, kendini idame ettiren,
·         Popüler kültür kendine izleyici kitleleri olusturmayı amaç edinen; kendine inanan ve
destekleyen bir toplum formu olusturan (bu toplum aynı zamanda onu tüketenlerdir
de),
·         Bu topluluklara katılım güçlü toplumsal kimlikleri olan bireylere karsıt olusmus ta
olabilir (ırksal veya etnik),
·         Popüler kültür kendisiyle ilgilenenleri adeta över.
·         Popüler kültür bir çesit yapıskandır ve üyelerini birbirine yapıstırır.
·         Popüler kültür baslangıcında öyle bir hareket olmasa da bir çesit devrimdir.
·         Popüler kültür her zaman ‘yeni’ olanı arar (reklâmlarında her zaman yeni ve
özgürlük vurgusu yapar).
·         Bununla beraber, yeni her zaman yeni degildir. _zleyiciler bir çesit kandırılırlar. Bu
popüler kültürün neden sürekli halk kültüründen çaldıgını açıklar.
Amerikan Popüler Kültürü Neden Bu Kadar Basarılı?
Dünya üzerindeki filmlerin %80 i neden Amerikan yapımı? Neden Amerikan Popüler
kültürü bunca popüler? Erisim ve fiyatlandırma gibi faktörler ayrı tutuldugunda asagıdakilerin
etkisi olabilir;
·         Amerikan kültürünün çogu _ngilizce üretilir. Ancak bütün dünyada anlasılmasa da
bu _ngilizce konusmayan ülkelerdeki bireyler için bir statü durumudur. Bu
toplulugun bireyleri _ngiliz dili kültürüne katılmayı baslı basına bir ayrıcalık olarak
görürler.
·         Amerikan popüler kültürü üreticileri ve izleyicileri çok kültürlü elemanları esliginde
bir çesit melez bir yasam gücü olusturlar.
·         Sonuç olarak çoklu bir kültür düsünüldügünde Amerikan popüler kültürü bir
referans gibi görülebiliyor.
·         Popüler kültür Amerikan toplumu odaklı bireysel mutlu olma aracı gibi
görülebiliyor (yasam, özgürlük, mutluluk arayısı). Böylece popüler kültürün
Amerikan menseli bireysel bir mutluluk aracı oldugunu söyleyebiliriz.
2001 de Hollanda da gerçeklesen ‘Avrupa Birliginde Kültürel Miras Egitimi için Politikalar’ kongresinin sonuç
bildirgesinin giris paragrafı asagıdaki gibidir:
“Kültürler dünyasıyla egitim arasındaki köprüler nasıl kurulur? Nasıl bunca genis ve
farklı kültürler arasında ortak bir Avrupa kültürü olusturulur? Nike, Coca-Cola ve Mc
Donald’s düskünlügü içinde olan çocuklarımızı nasıl kendi kültürel varlıklarına
yönlendirecegiz? Sanatın ve kültürün okullarda daha degerli hale gelebilmesi nasıl
basarılacak? Culture and School Conference Summary (2004 s.1).”
Bottery, (2006: 11) “Paradoksal olarak, kültürel küresellesmenin bir diger yanı, kültürün
standart hale getirilmesidir. Dünyaya tek bir pencereden tek bir açıdan baktırır.” demistir.
Kültür ve küresellesme birbirine zıt iki kavram gibi görünse de kültür küresellesmenin
bir parçası olagelmektedir. Kapitalizm, 'yeni yasam' tarzları ve ürünleri ortaya koyarak yeni
pazarlar yaratarak gelismektedir. Burger King reklamında Osmanlı Sarayını ve Padisahını
görüyorsak, satılmak istenen ürünün kendi degerlerimizle zenginlestirilerek sunulması
anlamına geliyor. Artık Coca-Cola reklamlarında geleneksel bayram sofrasını görüyorsak dev
Amerikan firmalarının sinsice planlanmıs reklam kampanyalarıyla yeni pazarlar olusturmaya
çalıstıklarını rahatça görebiliriz. Lays reklamında oynayan yerel aksana sahip Türk köylü
kadını aynı reklam mantıgının baska bir örnegidir. Aslında aynı çabayı yerli ürünlerimizi

yabancılastırmak için veya Batı bizi böyle görmek istiyor diye göstermek isteyenler de
karsımıza çıkmaktadır.


 Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi www.esosder.org ISSN:1304-0278 Güz-2007 C.6 S.22 (270-282)
Yrd. Doç. Dr. Hakan PEHLİ VAN


22 Ocak 2016 Cuma

Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook: ”görülüyorum öyleyse varım”


Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook: ”görülüyorum öyleyse varım”
 
İlk toplumsal paylaşım ağları 1990’lı yılların sonlarında oluşturulmaya başlanmıştır. Tanınan ilk toplumsal paylaşım ağı 1997 yılında kurulan SixDegrees’dir. Milyonlarca kullanıcıya ulaşmakta başarılı olan site, aynı başarıyı ilgiyi sürdürmek konusunda gerçekleştiremeyerek, 2000yılında verdiği hizmeti sona erdirmiştir. SixDegrees’in popülaritesini sürdürememesinin nedeni kullanıcıların arkadaş tekliflerini kabul ettikten sonra sitede yapacakları alternatif uygulamaların olmaması ve sitenin farklı etnik kimliklerle buluşma konusundaki yetersizlikleri olmuştur. (boyd ve Ellison, 2007)
2004 yılına gelindiğinde ise Facebook olgusu ortaya çıkmıştır. Başlangıçta sadece Harvard Üniversitesi’nin e-posta adresinesahip olan kullanıcılarla sınırlı olan Facebook ortamı, zamanla birçok üniversite ağını da desteklemeye başlamıştır. 2005 yılında ise, lise öğrencilerini de ağına katan Facebook sonrasında herkesin kullanımına açılmıştır.

Toplumsal paylaşım ağlarının tanımı ve kapsamı:
Toplumsal paylaşım ağları, dar anlamıyla dünya genelindeki bilgisayar ağlarını ve kurumsal bilgisayar sistemlerini birbirine bağlayan elektronik iletişim ağı olarak tanımlanan İnternetin gelişmesiyle bireyleri farklı bireylerle sanal uzamda buluşturan web tabanlı hizmetlerdir. Geniş anlamda ise, bireylerin sınırları belli olan bir sistem içerisinde açık veya yarı açık profil oluşturmasına izin veren, farklı kişilerle bağlantı paylaşımında bulunan kişilerin listesini, bu kişilerin bağlantılı olduğu diğer kişilerin listesini gösteren web tabanlı hizmetler olarak tanımlamaktadır(boyd ve Ellisin, 2007)
Dunbar’a göre, dedikodu türleri yeni kültürel etkileşim alanları yarattığı gibi genel itibariyle bireylerin farklı bireylerle olan ilişkilerinde nerede olduklarını gösteren toplumsallaşma yönelik bir araç olarak görülür. (1998)
Hemen tüm toplumsal paylaşım ağlarında üye olabilmek için cinsiyet, yaş, ikamet, eğitim durumu, hobi, ilgi alanı, beceri, zevk gibi özellikleri hakkında bilgi veren bir form doldurulması gerekmektedir. Türkiye’deki toplumsal paylaşım ağlarına Mynet ve Yonja örnek verilebilir.
Profil sayfasını ziyaret eden diğer Yonja kullanıcıları, profili ziyaret edilen üyenin ekledikleri müzikleri dinleyebilir, resimleri görüntüleyebilirler. Kullanıcılar profil oluşturduktan sonra Hotmail, Yahoo ve Gmail hesaplarında bulunan arkadaşlarına davetiye gönderebilir ve Yonja kullanıcısı olan arkadaşlarını bulabilirler.
1998 yılında kurulan Mynet, Türkiye’nin ilk Türkçe portalıdır.
Dünyada ve Türkiye’de Facebook kullanım örüntüleri
·         Arkadaş bulmak amaçlı
·         Denetim ve gözetim amaçlı
·         Video, resim, fotoğraf, müzik, fikir paylaşımı amaçlı
·         Oyun oynamak amaçlı
·         Örgütlenme amaçlı
·         Siyasal amaçlı: Siyasal partiler ve adaylar, seçim dönemlerinde Facebook’u siyasal reklam amacıyla kullanmaktadır.
·         E-Ticaret amaçlı: Facebook ticari olarak, herhangi bir ürünü ideal tüketici kitlesi için görünür kılar. Burada yararlanılacak en önemli araç ise reklamlardır. Facebook ortamında reklamlar, Facebook ortamında hesabı bulunan kişilerin profillerine yazdıkları bilgilere göre hedef kitle belirlemesi üzerinden gösterilir. Örneğin, belli bir kozmetik ürün 18-25 yaş grubu arasındaki kadınlara yönelik olarak üretilmişse, bu ürünün tanıtım ve pazarlama etkinliklerinin de ideal tüketici kitlenin hedef alınarak yapılması gerekmektedir.

Gittikçe e-ticaret faaliyetlerini arttıran Facebook, yeni başlattığı “market longe” uygulaması ile seçtiği ürünleri arkadaş listesindekilere tavsiye edip satan kullanıcılara yüzde 10 komisyon ödemektedir. Şimdiye değin çoklukla eğlence ve toplumsallaşma ortamı olan ve bu yöndeki uygulamaları ile öne çıkan Facebook, yeni başlattığı bu uygulama ile üyelerin ticaret yaparak gelir elde etmesinde de olanak sağlamaktadır.
Cinsel amaçlıihbar amaçlı


ü  Facebook kullanımı ile bağlayıcı toplumsal sermaye arasındaki ilişkin yönü nasıldır?
Ø  Facebook kullanımı ne kadar yoğunsa, köprü kurucu toplumsal sermaye de o kadar fazladır. Bir insanın psikolojik durumu ne kadar iyi olursa köprü kurucu toplumsal sermayesi de o kadar fazla olur; Psikolojik durumun iyi olması Facebook kullanımı ile köprü kurucu toplumsal sermaye arasındaki ilişkiyi dengede kılar.
Kalkedon, 2014


 Ali Toprak
Ayşenur Yıldırım
Senem Börekçi
Eser Aygül
Mutlu Binark
Tuğrul Çomu
Kalkedon Yayıncılık
2014






19 Ocak 2016 Salı

YAVAŞ GÜZELDİR: “YAVAŞ YEMEK”TEN “YAVAŞ MEDYA”YA HIZLI TÜKETİME DAİR BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ

 
 YAVAŞ GÜZELDİR: “YAVAŞ YEMEK”TEN “YAVAŞ MEDYA”YA HIZLI TÜKETİME DAİR BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ
Erdem Güven*
ÖZET
Yavaşlık hareketi, küreselleşmenin ve beraberinde getirdiği hızlı tüketim alışkanlıklarını yaşamın her alanında sorgulayan ve doğal sürecin dışında bireylerin içine düştüğü aşırı hız tutkusuna karşı mücadele veren bir akım olarak ortaya çıkmıştır. Hareket, seyahatten ekonomiye, yeme-içme alışkanlıklarından kent yaşamına, cinsellikten genel yaşam tarzına kadar her konuda yerel-liği, doğallığı ve insan doğasıyla uyum içerisindeki yavaşlığı destekleme iddiasındadır. Yavaş Yemek hareketiyle başlayan bu süreç, Yavaş Şehir ve Yavaş Medya hareketleriyle devam etmiştir. Çalışmada Yavaşlık hareketinin, özellikle hızlı enformasyonun yönetilmesinde, tüketiciyi ne şekil-de bilinçlendirmeye çalıştığı anlatılacaktır. Konu hakkında yayınlanan manifestolarda, nostalji duygusundan beslendiği görülen Yavaş Medya hareketi ile hedeflenenin, aslında hızlı enformasyonun beraberinde getirdiği bellek yitimi ve manipülasyonla mücadele etmek olduğu anlaşılmaktadır.

 GİRİŞ
 Küreselleşme ve dünyada yaşanan teknolojik gelişmeler, sürekli değişimi ve bu değişimin hızına ayak uydurmayı, tek tipleşmeyi ve öncelikle küreselleşme sürecinin nimetlerin-den faydalanmayı zorunlu kılmıştır. Özellikle kent yaşamı içerisinde, bireylerin bu gelişmelerden ve değişimlerden kaçması olanaksız hale gelmiştir. Küreselleşme sürecini tanımla-yan anahtar kelime ise hızdır. Günümüzde, bireylerin her konuda daha hızlı olmaya çaba harcadıkları, bir çeşit hız tutkununa dönüştükleri görülmektedir. Hız, çoğu zaman teknolojinin bireylere sağladığı devrim niteliğinde bir imkân olarak tanımlanmakta ve yüceltilmektedir. Gerçekten de, günümüzde bilgiye ulaşmak saniyelerle ölçülebilecek bir zaman diliminde, üstelik önemli bir fiziksel çaba sarf etmeksizin mümkün olabilmektedir. Ancak, haddinden fazla hızlanan yalnızca fiberoptik ağlar aracılığıyla bireylere ulaşan bilgi değil bizatihi bireyin kendisi olmuştur.


 “Kanatlandıran ve 24 saat ateşleyen” enerji içeceklerinden, “yıka ve çık” şampuanlara; instant (anında) gıdalara kadar tüm ürünler ve bunların kullanılmasını salık veren reklamlara kadar her mecrada, bireyler hızlı yaşamaya yönlendirilmektedirler. Bunun yanı sıra, fast-food (hızlı yiyecek) zincirleri, küreselleşme konusunda çalışan tüm araştırmacıların kitap ve makalelerinde sıklıkla kullandıkları örnekler arasındadır. Küreselleşmenin olduğu kadar, hızın da simgesi haline gelen fast-food zincirleri, aynı zamanda bu durumdan rahatsız olanların mücadele alanı da olagelmiştir.

1.      PIU TEMPO A TAVOLA (1) : SLOW FOOD (YAVAŞ YEMEK)

1986 yılında bir grup eylemci, İtalya’nın Roma kentinde açılmak istenen bir McDonalds restoranını, hamur işi fırlatarak protesto ettiler.

Eylemciler, yeme-içme alanında faaliyet gösteren ve fast-food zincirinin bir parçası olan Roma’daki bu McDonalds’a karşı, yerelliği, yavaşlığı ve sofradaki sağlıklı iletişimi simgeleyen İtalyan mutfağını, yani slow-foodu desteklemekteydiler. Yavaş yemek, bir yiyeceğin kısık ateşte pişirilmesi anlamına gelmemektedir. Bu durum, yiyecek üreticileriyle tüketicilerinin, yiyeceğin kendisiyle tüketicinin ve sofrada bulunan kişilerin birbirleriyle iletişimini kapsamaktadır. Slow-food hareketine gönül verenler için fast-food bir numaralı düşmandır. Hareketin fikir babası Petrini’ye göre, hızlı yemek, kişilerarası iletişimi, sohbet şansını, sessizlik imkânını ve duyusal zevkleri engelleyen, bu şekilde ruhların açlığını doyurmaktan yoksun bir aktivitedir (Jackson 2007).

1989 yılında ortaya çıkan slow-food hareketi, aynı tarihte imzalanan Slow food Manifesto (Yavaş Yemek Manifestosu) ile resmen başlamıştır.
Venezüella delegelerinin katılımıyla imzala-nan manifesto şu maddeleri içermekteydi:
1.      Endüstriyel medeniyetin sembolleri altında başlayan ve gelişen çağımız, öncelikle maki-neyi icat etti ve daha sonra onu yaşam modeli olarak içselleştirdi.
2.      Bizler hız tarafından köleleştirildik ve aynı sinsi virüse karşı yenik düştük: Alışkanlıklarımızı sekteye uğratan, yuvalarımızın mahremiyetini istila eden ve bizleri Fast-food yeme-ye zorlayan hızlı yaşam.
3.      Homo sapienler, adlarına layık olacak şekilde, kendilerini yok olmanın eşiğine getirmeden önce hızdan kurtulmalıdırlar.
4.      Hızlı yaşamaya dair evrensel ahmaklıktan kurtulmanın yegane yolu, sessiz maddi hazzın sıkı bir biçimde savunulmasından geçer.
5.      Uygun dozda duyusal haz ve ağır, uzun süreli mutluluk bizi çılgınlık salgınından koruyabilir.
6.      Savunma hattımız, Slow-Food (Yavaş Yemek) ile birlikte sofrada başlar. Gelin, yöresel yemeklerin lezzetini ve hazzını yeniden keşfedelim, fast-foodun haysiyet kıran etkilerini aforoz edelim.
7.      Prodüktivite adına, Hızlı Yaşam bizim yaradılışımızı değiştirmekte, çevremizi ve tabiatımızı tehdit etmektedir. Öyleyse Slow-Food, şu an için gerçek anlamda ilerlemeci tek cevaptır.
8.      Gerçek kültür, lezzeti küçük düşürmek yerine geliştirmektir.
9.      Slow-Food, daha güzel bir geleceğin garantisidir.

Manifestoda da belirtildiği gibi, Slow-Food hareketinin birincil amacı “iyi yemek ve gastronomik hazzın savunulması” olsa da, genel anlamda “daha yavaş bir yaşam yürüyüşünü” desteklemektir.

Benjamin Barber,  dünyanın Soğuk Savaş’tan sonra, kültürel ve ekonomik anlam-da Amerikan hegemonyasına girdiğini belirtmektedir. Barber, bu sürece girilmeden önceki durumu şöyle tariflemektedir:  McWorld’den önceki dünyada İsveçliler İsveç’e, İngilizler de İngiltere’ye ait şeyleri kullanıyor, yiyor ve tüketiyorlardı. Dünyanın geriye kalan bölümünün sakinleriyse, ya sömürgeci efendilerini örnek alıyorlar ya da yerli ürün ve yerli kültürlere dayalı yerel tüketim ekonomileri geliştiriyorlardı. Fransa’da özgün Fransız café ve brasserie’lerinde pastörize edilmemiş Brie peyniri yeniliyor, Provans şarabı içiliyordu; ulusal Fransız radyo istasyonlarında Edith Piaf ve Jacqueline Françoise dinleniyor ve Fransız karayollarını hiç terk etmeden, 2CV Citroenler ve Renault sedanlar sürülüyordu. Tastee-Freez, White Castle ve Chevrolet kamyonetlerinden kurtulmak için denizleri aşıp Paris’e gelen bir Amerikalı, Fransa’ya vardığı anda bunların gözden kaybolacağından emin olabiliyordu. Bir Alman, Atlantik kültürünü değil, Akdeniz kültürünü öğrenmek için İtalya’da okuyordu. Amerikalılar soyut olarak ekonomik dünyaya hükmediyorlardı, ama İngilizler İngiltere’ye ve İtalyanlar da İtalya’ya hükmediyorlardı (Barber 2003: 60).

2.      HER ALANDA YAVAŞLIK: SLOW FOOD’DAN SLOW MOVEMENT’A

Yavaşlık Hareketi ya da Yavaş Hareket şeklinde Türkçeleştirilebilecek slow movement yalnızca yeme-içme kültüründe değil, farklı alanlarda da hızdan ve küreselleşmenin yıpratıcı etkisinden kurtulmanın yolları üzerine çalışılmasını mümkün kılmak-tadır. Bu alanlar; cittaslow ya da slow city (Yavaş Şehir), slow travel (Yavaş Seyahat), slow schools (Yavaş Okul), slow books ya da slow word (Yavaş Okuma), slow money (Yavaş Ekonomi), slow sex (Yavaş Cinsellik), slow living (Yavaş Yaşam) ve slow media (Yavaş Medya) gibi ve benzeri konulardır.

Slow-Food hareketinden sonra, yine İtalya’nın küçük bir şehri olan Chianti’de ortaya çıkan cittaslow (Yavaş Şehir) akımı, “kentsel üretimin, çevreye özgü değerlerin, kültürel ve geleneksel ürünlerin ve bu konularda sürekliliğin sağlanması” şeklinde sıralanabilecek amaçları olan bir harekettir (Kadıoğlu 2009: 74).


Knox (2005: 7), yavaş şehirlerin altı temel şartı desteklemesi gerektiğini belirtmektedir: çevre politikaları ve planlaması; altyapının kullanılması; teknolojinin kullanılması; yerel üretim ve yaşam tarzının desteklenmesi; konukseverlik ve mekân bilinci. Slow Food hareketine paralel bir biçimde, cittaslow ya da Yavaş Şehir hareketi de, kent yaşamını küreselleşmenin yıkıcı ve tek tipleştirici etkisinden ve hızından korumayı amaçlayan kayda değer bir fikir olması bakımından değerli ve önemlidir. Görüldüğü üzere, teknolojinin kullanımını engellemek yerine, gerçekçi ve faydacı bir bakış açısıyla onu kullanmayı amaçlamaktadır.

Slow living (Yavaş Yaşam), düşman bir dünyadan tamamen soyutlanma, kişinin kendisini bir koza içine hapsederek, kişisel alanı ve özel hayatı içinde kısıtlaması anlamına gelmemektedir. Yavaşlık, yaşanılan hayata değer katmak, zaman zaman “hiçbir şey yapmamanın” özgürlüğünü ve huzurunu tatmak ve kişinin kendisine vakit ayırabileceği bir zaman dilimine sahip olmasıdır. Ancak, günümüzde hız, çoğu zaman kararlılık ve güçle özdeşleştirilirken, yavaşlık ise işten kaçmak ve zayıflıkla özdeşleştirilmektedir. “Yavaş düşünen” kişi ihtiyatlı değil, “yavaş öğrenen ya da anlayan” kişi olarak resmedilmektedir. “Hız rejiminde”, hızın kendisi tutkuyu, yeteneği, üstünlüğü, etkinliği, libidinal enerjiyi, yüksek performansı ve zekayı simgelerken, bu duruma zıt bir biçimde yavaşlık, başarısızlığı, eksikliği, altta kalma halini, yetersizliği, zayıflığı ve güçsüzlüğü simgelemektedir (Parkins ve Craig 2006: 39).
Slow living (Yavaş Yaşam) ya da bir bütün olarak slow movement (Yavaşlık Hareketi), hızın hakimiyeti karşısında bireylerin, “anlamlı bir şeyler yapmak için” zaman ayırma çabası ya da arzusu olarak görülmelidir. Bu durum, günlük yaşam içerisinde yapılan her türlü aktiviteden daha fazla haz ve tat almak, yapılan şeyi anlaşılır kılmak şeklinde özetlenebilir. Araba kullanmak yerine yürümek ya da bisiklete binmek için zaman yaratmak, hazır yemek almak yerine aile bireyleri ile birlikte geleneksel bir sofrada yemek yeme hazzını paylaşmak, yavaş yaşam pratikleri arasındadır (Parkins 2004: 364).

3.      SLOW MEDIA
1982 yılında Amerikalı Doktor Larry Dossey, zamanın akıp gittiğine ve ona yetişmek için mümkün olduğunca hızlı olmak gerektiğine ilişkin hastalıklı bir düşünce tarzının geliştiğini belirtmekte ve bu duruma “zaman hastalığı” teşhisini koymaktaydı. Carl Honoré’ye göre, özellikle 21. yüzyılın ilk dönemlerinde, “her-kes ve her şey daha hızlı olma halinin baskısı altında” yaşamaktaydı. Dünya Ekonomik Forumu’nun başkanı Klaus Schwab, “büyük balığın küçük balığı yuttuğu dönemden hızlı balığın yavaş olanı yuttuğu” bir döneme geçildiğini müjdeleyerek, hızın insan hayatında ne denli önemli olduğunu vurguluyordu (Ho-noré 2004: 3-4).

Almanya’da ortaya çıkan ve Benedict Köhler, Sabria David ve Jörg Blumtritt’in kaleme aldıkları bu manifesto şu maddelerden oluş-maktadır:

- Slow media sürdürülebilirliğe katkı sağlar.

- Slow media tek bir işe odaklanmayı (Mono-tasking) destekler. Slow media üstünkörü tüketilebilecek bir şey olmadığı gibi, kullanıcılarının tam olarak yoğunlaşmalarını teşvik eder. Tıpkı pişirenin ve konukların tüm duyularıyla katılım gösterdiği iyi bir yemeğin üre-timinde olduğu gibi, slow media da keyif içerisinde bir odaklanma ile tüketilebilir.

- Slow media mükemmeli hedefler. Slow me-dia, mutlak surette piyasadaki yeni gelişmeleri temsil ediyor değildir. Daha önemli olan şey, sağlam, erişilebilir ve insanların medya kullanım alışkanlıklarına tam olarak uygun düşen, güvenilir kullanıcı ara yüzlerinin sürekli olarak ilerlemesidir.

- Slow media kaliteyi hissedilebilir kılar.

- Slow media, neyi nasıl üretip tüketeceğini bilen insanları (prosumers) geliştirir. Slow media içerisinde bu kişi (prosumer) pasif tüketicinin (consumer) yerini alır.

- Slow media söylemsel ve diyalojiktir. Kendi-sine iletişim halinde olacağı bir muadil arar. Slow mediada dinlemek de en az konuşmak kadar önemlidir.

- Slow media, sosyal medyadır. Canlı cemaatler ya da topluluklar slow media etrafında oluşum gösterirler. Bir yazarın, kitabı hakkındaki görüşleri aracısız bir biçimde okuyucularıyla paylaşması buna örnek gösterilebilir.

- Slow media kullanıcılarına saygı duyar.

- Slow media reklam yoluyla değil kişilerin önerileriyle yayılır.

- Slow media ebedidir. Üstünden yıllar geçmiş olsa dahi, tazeliğini ve değerini korur. Zaman içerisinde değerini kaybetmek şöyle dursun, artırarak patinalı bir nesne haline gelir.

- Slow media auratiktir. Belirli bir ortamın, kullanıcının yaşamındaki belirli bir ana ait olduğu hissini verir. Her ne kadar, endüstriyel üretimin bir ürünü olsa da, yeganelik iddiasını barındırmaktadır.

4.       BİLİNÇLİ MEDYA TÜKETİCİSİ OLMAK: YAVAŞ ENFORMASYON

Multimedya ağları bağımlıları, internet cankileri, web-kolikler ve diğer siberpunklar IAD (Internet Addiction Disorder - İnternete Bağımlılık Bozukluğu) hastalığına yakalanmışlardır. Virilio, bu hastalığa tutulma durumunu şu sözlerle tarif etmektedir: Hafızaları bir gereksiz eşyalar toplamına, her yerden akıp gelen imgelerle dolu bir yığına; kullanılmış, dikkatsizce bir araya getirilmiş, kötü durumda simgelerle dolu bir yığına dönüştü. Daha anaokulundan itibaren ekran başına mıhlanan küçükler ise daha bu yaşta bağlantısız bir etkinliğe yol açan hiperkinetik sorunlar yaratan beyinsel işleyiş bozukluklarına, vahim dikkat bozukluklarına, kontrol edilemeyen, ani hareket boşalımlarına maruz kalmaya başladılar (Virilio 2003: 40).

Aşırı hızın ve enformasyon bombardımanının insan sağlığı üzerinde yaptığı tahribata Alvin Toffler’de şu şekilde değinmektedir: 120
Bir organizmanın duyusal girdiye ayak uydurabilme yeteneği, onun fizyolojik yapısına bağlıdır. Duyu organlarının yapısı, uyarıların sinir sisteminde ulaşacakları hız, bu sistemin kabul edebileceği duyusal bilginin niceliği konusunda biyolojik sınırlar koyar… İnsanda, sinirsel ulaşım hızı saniyede otuz bin santimetre dolaylarındadır ve sistemin sınırları burada ortaya çıkmaktadır. (Öte yandan bir bilgisayardaki elektrik sinyali milyonlarca kez daha hızlı yol almaktadır). Duyu ve sinir organlarındaki sınırlar, çevremizdeki olayların çoğunun izleyemeyeceğimiz kadar hızlı oluş-tuğu anlamına gelir. Gelen sinyaller düzensiz, yeni ve kestirilemez özelliklere sahipse, bizim oluşturduğumuz görüntüdeki gerçeklik oranı azalır. Gerçeğin bizdeki görüntüsü bozulur. Bu durum, duyusal açıdan aşırı uyarıyla karşılaştığımızda şaşkınlığa düşmemiz ve gerçekle düş arasındaki ayrımı yitirmemize yol açar (Toffler 1981: 293-294).

Sürekli enformasyon akışı, iletinin anlaşılamadan yok olması, neredeyse alınır alınmaz unutulmasını beraberinde getirmektedir. Bu durumun ise insan zihninde tahribat yaratmaması düşünülemez. Öyleyse hız ile ilgili kısaca şunlar söylenebilir:
- Hız, sansürdür. Genellikle içeriği anlaşılmaz kılar.
- Hız, duyarsızlaştırır.
- Hız, illüzyondur. Dolayısıyla manipülatiftir.
- Hız, anlık kahramanlar yaratır ve yarattığı hızda yok eder.
- Hız, pervasızlaştırır. Yarattığı bellek yitimi-ne (amnezi) güvenir.

Kaynaklar( İlgimi Çekenler)

Barber B (2003) McWorld’e Karşı Cihad, Eser Birey (çev), Cep Kitapları, İstanbul.

Kadıoğlu D Y (2009) Yavaşlığın Keyfi Bu Şehirlerde, Yolculuk, 62, 73-76.

Rigel N (2000) Rüya Körleşmesi, Der Yayınları, İstanbul.

Toffler A (1981) Gelecek Korkusu: Şok, Selami Sargut (çev), Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul.

Virilio P (1998) Hız ve Politika, Meltem Can-sever (çev), Metis Yayınları, İstanbul.



Virilio P (2003) Enformasyon Bombası, Kaya Şahin (çev), Metis Yayınları, İstanbul.