16 Nisan 2012 Pazartesi

Bir sözcüğün ölümü demek



Bir sözcüğün ölümü demek, dünyamızın daha bir kısırlaşması,
kemikleşmesi, yoksullaşması demektir.
Giderek de yokolması...


İlhan Berk

N. F. Kısakürek - Geçen Dakikalarım

Kimbilir nerdeseniz,
Geçen dakikalarım?
Kimbilir nerdesiniz?

Yıldızların korkarım,
Düştüğü yerdesiniz;
Geçen dakikalarım?

Acaba tütsü yaksam,
Görünür mü yüzünüz?
Acaba tütsü yaksam?

Siz benim yüzümsünüz
Eğilip suya baksam,
Görünür mü yüzünüz?

Gitti bütün güzeller;
Sararmış biri kaldı,
Gitti bütün güzeller.

Gün geldi saat çaldı,
Aranızda verin yer;
Sararmış biri kaldı!..

1930



15 Nisan 2012 Pazar

Edip Cansever - Cin

 
Tapınırken bulduk kendimizi
O sonsuz geceye
Gece mi, değil mi, bir gece hayaleti mi belki
Dolaştı durdu bizimle
Bütün gün dolaştı durdu ve
Sindi
Büyülenmekten arta kalan bir bitkinliğe.

Sahi, o ölen kimdi.

İlkel bir acı gibi
Düşüverdi ilk bakış gözlerinden
Kaskatı. Ve belirdi sanki yüzünde
Görünürdeki tek şey; daha sonra da olmak
Çıkardı birden şapkasını ve çıkardı şapkasını, şapkasını
Şapka mı, değil mi, bir şapka hayaleti mi belki
Bir bira içti ve vurup gitti kapıyı ardından
Yürüdü, geçti, kuru otlar
Yapraklar yakılan bir caddeyi.

Peki, o ölen kimdi.

Tam o sırada bir dolu bardak cin istemiştin sen
Bir dolu bardak cin, öğle üzeri
Damıtılmış gündüzden
Cin, cin!
Seni bir daha kendine gömen, bir daha
Kendine gömdükçe de bir önceki acı yenisinden
Elbette ki güzeldir
İnsanın insana verebileceği en değerli şey
Yalnızlıktır.

Cin bitti.


Sartre Bulantı


".....Seni ilk öptüğüm zamanı hatırlamazsın tabii."

Bir zafer kazanmış gibi, "Hatırlıyorum, çok iyi hatırlıyorum. Thames kıyısında, Kew Bahçeleri'ndeydi," diyorum.


"Ama hiçbir zaman bilmediğin bir şey varsa o da benim dikenler üzerine oturmuş olduğumdu; eteklerim sıyrılmıştı, bacaklarım delik deşik olmuştu, kıpırdasam daha fazla batıyordu. Orada Stoacılık para etmezdi işte. Bana dünyayı unutturmuş değildin, seni öpmek için büyük bir istek de duymuyordum, sana vereceğim öpücük daha çok önemliydi; bir anlaşma, bir bağlantı olacaktı bu. Duyduğum acı ne kadar kaba bir şeydi değil mi? Böyle bir anda bacaklarımı düşünemezdim. Duyduğum acıyı göstermemek yetmiyordu, acı duymamak gerekiyordu."


.............


"Doğru. nefretin ve, aşkın ve ölümün üzerimize, Kutsal Cuma'nın alev dilleri gibi indiğine inanıyordum. İnsanın nefretle ya da ölümle ışıyabileceğini sanıyordum. Nasıl yanılmışım. Evet, "nefretin" gerçekten var olduğuna, gelip insanlara eklendiğine, onları kendilerinin üzerine yücelttiğine gerçekten inanıyordum. Oysa, nefret edene benden başka, seven benden başka bir şey yok ortada. üstelik şu ben, hep aynı şey; uzayan, bir türlü sona ermeyen bir hamur parçası....Kendine öyle benziyor ki, insanların nasıl olup adlar yarattıklarına, ayrımlar gözettiklerine şaşmamak elden gelmiyor."


Benim gibi düşünüyor. Ondan sanki hiç ayrılmamışım.


"Dinle beni," diyorum." Deminden beri bir şey düşünüyorum ..... Şu anlattıklarının hepsini, ben sana başka sözcüklerle anlatmak için gelmiştim. Doğru bu. Varış noktasında buluştuk. Bundan ne kadar hoşlandığımı anlatamam."


Tatlı ve inatçı bir halle, "Ya, demek öyle?" diyor. "Değişmemiş olman daha hoşuma gidecekti. Bu daha uygun olurdu. senin gibi değilim ben. Bir başkasının benimle aynı şeyleri düşündüğünü görmek hoşuma gitmez. Aldanıyorsun sanırım."

 

Sartre - Bulantı

sy 204

8 Nisan 2012 Pazar

Fil Adam


kusurlu olmayı seviyorum
uğraşacak bir şeylerim var hala diyorum

ve ben kusurlu olmanızı da diliyorum 
uğraşsın herkes sadece kendisiyle diye.

La Haine

Bu elli katlı bir binadan düşen adamın öyküsüdür. Adam düşerken kendini rahatlatmak için sürekli şöyle demektedir: Buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda... Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.

R. M. Rilke - İşçileriz Biz

  


 İşçileriz biz; çırak, kalfa, usta, her çalışan;
Kurarız seni, ulu katedral, beraber.
Ağır başlı bir yolcu gelir bazen.
Geçer pırıltı gibi ruhlarımızdan,
Gösterir bize titreyerek yeni bir hüner.
Sallanan iskeleye tırmanırız,
Sarkar çekiçler ağır, ellerimizden
Ta ki bir saatle öpülür alınlarımız,
Parlak bir saat, her şeyi bilen; anlarız,
Senden gelir, yel eser gibi denizden
Derken nice bin çekiçten bir gürültü ağar,
Öter vuruş üstüne vuruş dağlarda bütün.
Salarız seni, ancak kararınca gün:
Ve belirli çevre çizgilerin doğar.
Tanrı, büyüksün
Sen ne yaparsın, Tanrı, ben ölünce?
Testin olan ben kırılıp dökülünce?



  
 R.M. Rilke
 Yedinci Mühür'ün  temelini oluşturan Rilke şiiridir.


Van Gogh Görememek

“... ama işte, her gün yaşadığımız günlük, gerçek yaşamı tek yönlü bir tren yolculuğu haline getiren de bu bilmeme duygusunun ta kendisi... Hızla ilerliyorsun, ama hiçbir nesneyi yakından ayırdedemiyorsun ve en önemlisi, lokomotifi göremiyorsun...”
Vincent Van Gogh

Yere batsın felsefe!

"Yine mi "sürgün"? Yere batsın felsefe! Felsefe bir Juliet yaratamadıkça, yerinden sökemedikçe bir şehri, prensin yargısını değiştirmedikçe, neye yarar? Yeter fazla söyleme..."


Romeo & Juliet  Shakespeare

Yedinci Mühür

 Bu benim elim. Hareket ettirebiliyorum. Kanım damarlarımda akıyor. Güneş tepemizde parlıyor. Ve ben, Antonius Block… Ölüm’le satranç oynuyorum!
- Tanrının kendini göstermesini, benimle konuşmasını istiyorum. Karanlıkta ona sesleniyorum ama sanki hiç kimse yok.
+ Belki de kimse yoktur.
- O halde yaşam korkunç bir şey.  Her şeyin bir hiç olduğunu bilen biri ölüm karşısında yaşayamaz.
+ Çoğu insan ne ölümü ne de yaşamın hiçliğini düşünür.
- Ama bir gün hayatın sonlarında karanlıkla yüzleşmeleri gerekecek.
+ O gün…
- Korkumuzdan bir imge yaratır ve sonra o imgeye tanrı adını veririz.

7 Nisan 2012 Cumartesi

Pantolonlu Bulut - Vladimir Mayakovski


Pelteleşmiş beyninizdekirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi


hayal kuran düşüncenizi
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim
dalga geçeceğim geberesiye küstah ve zehir dilli.


Tek bir ak saç yok ruhumda
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı
yirmi iki yaşında.


Çıtkırıldımlar!
Kemana yatırırsınız aşkı siz.
Kabalar onu trampete yükler.
Fakat tersyüz edebilir misiniz kendinizi benim gibi
Öyle ki dudaklar kalsın ortada salt dudaklar!


Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı
kibirli patiskadan ve melek soylu memur karısı.


Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını...


İster misiniz
ten kudurtsun beni


- ve gök gibi renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım sevecen olayım ki öylesine
hani erkek değil de pantolonlu bir bulut desinler bu!


İnanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna!
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da...


Vladimir Mayakovski


Neye benziyoruz


"Bunalıyoruz çocuk bunalıyoruz. Biçim veremediğimiz şeylerin biçimini alıyoruz..."
 Şükrü Erbaş

Düşlerine sığınanlara



İyi bir düşçü asla uyanmaz.
 
Fernando Pessoa

6 Nisan 2012 Cuma

Pi





Filmin Konusu: Max, sosyal hayatı neredeyse hiç olmayan, matematik konusunda dahi bir bilgisayar uzmanıdır. Neredeyse tüm zamanını ev yapımı süper bilgisayarı "Euclid"in başında geçirmektedir. Max'e göre üç temel prensip vardır: 1- Matematik doğanın dilidir. 2- Her şey rakamlarla ifade edilebilir ve anlaşılabilir. 3- Doğada bazı kalıplar vardır. Max'in amacı da bilgisayarı yardımıyla doğadaki bu kalıplara ulaşmaktır.

Çalışmaları sırasında 216 haneli gizemli bir sayı ile karşılaşır. Yahudi bilimadamları Tanrı'nın isminin 216 haneli bir sayıdan meydana geldiğini düşünmektedirler. Tanrı'ya inanmayan Max, akıl hocası Sol'a danışır ve onun da Pi sayısını araştırırken 216 haneli bir sayı ile karşılaştığını öğrenir. Hocası Sol'un aksi yöndeki tüm ısrarlarına rağmen, Max her ne pahasına olursa olsun bu sayının sırrını çözmek istemektedir.

Toplum bir dert değil felakettir - Cioran

Toplum bir dert değil felakettir; içinde yaşayabilmemiz ne enayi bir mucize! Onu kızgınlıkla kayıtsızlık arasında kalarak seyreylediğimizde, yapısını hiç kimsenin yıkamamış olması, iyilik yanlısı ümitsiz ve edepli zihinlerin şimdiye kadar onu kazıyıp temizlememiş olması açıklanamaz bir şeydir.

E. M. Cioran
Gecenin karanlığı toplumun karanlığından daha iyidir. 
Hz. Mevlana

Down By Law


Eğer bakışlar öldürebiliyorsa,
ben şu anda öldüm demektir.


Ben çığlık atıyorum,
sen çığlık atıyorsun,
hepimiz çıldırmak için
çığlık atıyoruz.

  


Tom Waits

Farklılaşmaya Çalışırken Aynılaşmak


ama herkes ki kendisi olsun
sonra herkes kendisi olsun
bir gün herkes kendisi olsun
edip cansever

‎Güvenme ona; sana sırtını dönse de, çünkü sana bakmaktadır. 
Gözlerini kapatsa da güvenme ona; çünkü sana bakmaktadır. 
Gözlerini kapatsa da güvenme ona; çünkü yine sana bakmaktadır.

Maldoror 2. Şarkı

Görkemli Kaybedenler - Leonard Cohen


Değişiyorum.
Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.


Tek bir heceyi bile atlamadı ve mırıldandığı sözcükleri sevdi çünkü söyledikçe çıkardığı seslerin değiştirğini ve her değişimin bir geridönüş ve her geridönüşün de bir değişim olduğunu gördü.



Değişiyorum.
Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Bu bir maskeler dansıydı ve her maske mükemmeldi çünkü her maske gerçek bir yüz ve her yüz gerçek bir maskeydi ve böylece yalnızca bir maske ve tek bir gerçek yüzün olduğu danstan ötede ne maske ne yüz kalıyordu ve bu, tekrar tekrar, kendi kendine değişen isimsiz bir şeydi. Sabah olduğunda, şarkı söyleyenler kabuktan yapılma çalgılarını daha yavaş sallamaya başladılar. Şafak sökerken giysiler toplanmaya başladı. Aşıklar fabrikasında gece vardiyası bitmişti; kolları birbirlerinin beline ve omzuna sarılmış aşıklar, puslu yeşil bir sabaha doğru çıkarken, dizlerinin üzerine çökmüş yaşlı adam imanını ve tedavisinin tamamlandığını ilan ediyordu. Catherine de onların arasında yatmıştı ve kimse fark etmeden, yine onlarla beraber çıktı.


görkemli kaybedenler - leonard cohen

Karşıt çıkarcılık



"hepimiz çalışmayacak duruma gelmek için çalışıyorduk ama biri çalışmayacak olursa kızıyorduk ona."









cesare pavese
yalnız kadınlar arasında

Albert Camus / Yaz


 Yaşamak, o zaman, kendi yıkımımıza koşmak mıdır?

Yumuşacıklığı uzayan kimi geceler, evet, onların bizden sonra da karaya ve denize geleceklerini bilmek ölmeyi kolaylaştırır. Her zaman sürülmüş, her zaman el değmemiş, büyük deniz, geceyle dinim! Bizi yıkar, verimsiz izlerinde doyurur, bizi kurtarır ve ayakta tutar. Her dalgada, bir vaat, hep aynı. Dalga ne söyler? Yerimi kimseler bilmeden, soğuk dağlar arasında, yakınlarımca yadsınmış, gücümün sonuna gelmiş durumda ölmem gerekseydi, deniz son anda, hücremi doldurur, beni kendi kendimin üstünde tutar, kinsiz ölmeme yardım ederdi.

Gece yarısı kıyıda yalnız başımayım. Biraz daha bekleyip gideceğim. Göğün kendisi de kazaya uğramış, tüm yıldızlarıyla birlikte, şu saatte, tüm dünyada, ateşler içinde, limanların karanlık sularını aydınlatan şu şilepler gibi. Uzam ve sessizlik yüreğin üstüne tüm ağırlığıyla çöküyor. Birden bastıran bir aşk, bir büyük yapıt, belirleyici bir edim, dönüştüren bir düşünce, kimi anlarda aynı katlanılmaz sıkıntıyı verir, karşı konulmaz bir çekimle bilikte. Güzelim var olma bunalımı, adını bilmediğimiz bir tehlikenin çok hoş bir yakınlığı,
yaşamak, o zaman, kendi yıkımımıza koşmak mıdır? Yeniden, durup dinlenmeden, yıkımımıza koşalım.

Hep açık denizde, tehlike içinde, krallara yaraşır bir mutluluğun göbeğinde yaşıyormuşum gibi gelmiştir bana.

-1953-

Albert Camus
/ Yaz




Boşa Hayal Kurmak


Yine camın anlaşılmaz gerçekliğine çarpan sineğin hikayesi söz konusu sanki.

Yazmak mutsuzluktur

"Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz.
bu yeryüzünü olduğu gibi görmeme engel olan
ve bana bu yeryüzünü cehennem eden
bu yazmak eyleminden kurtulduğum,
mutlu olduğum bir tek şey var: resim yapmak."


İlhan Berk

Frida Kahlo

"Ağrımı boğmak için içtim; ama lanet olası ağrım yüzmeyi öğrendi..."  
Frida Kahlo

Freud

Burada, rüyaların alanında, evindesin.
Freud

5 Nisan 2012 Perşembe

Dostoyevski, "Delikanlı"

"Fotoğrafın sahibine benzediği çok seyrek görülen bir şeydir. Orijinalin kendisine, yani her birimizin kendimize benzediğimiz anlar seyrektir. İnsanın yüzü çok seyrek olarak en önemli olanı, kişinin en karakteristik özelliğini açığa vurur."


Dostoyevski, "Delikanlı"

bakınız

Hepimiz Soytarıyız - Cioran

HEPİMİZ SOYTARIYIZ: sorunlarımızdan sonra da hayatta kalırız.

E. M. Cioran / Burukluk

Albert Camus - Mutlu Ölüm

Sevişmeden sonra, gövdenin kendini bıraktığı, dinginliğe erdiği, yüreğin uyukladığı o anda, yalnızca değerli bir köpeğe duyulan yumuşak bir sevecenlikle, mersault ona gülümseyerek "merhaba görüntü" derdi.


mutlu ölüm / albert camus

Oğuz Atay - Eylembilim

Bir insan özellikle benim gibi bir insan ne zaman yazmaya başlar? Daha doğrusu, ne zaman onun için yaşadıkları, hissettikleri, düşündükleri artık ifade etmekten kaçınamayacağı bir yoğunluğa ulaşır? Bilmiyorum, insan kendisi için böyle bir durumda olduğunu söyleyebilir mi? Bilmiyorum. Büyük bir acı, belki bir aşk, belki de çok başka bir sarsıntı sonucu insan kendini önemli bir kararın öncesinde; belirsiz de olsa, yaklaşan bir değişimin huzursuzluğu içinde bulabilir. Korkulu bir bekleyiştir bu: insan bu bilinmeyen sarsıntının yaklaştığını hissedince bir süre ne yapacağını bilemez. Sonra bütün gücüyle, belki de daha önce hiç hayalinden geçirmediği girişimlere atılır -daha doğrusu kendini daha önce düşünmeye bile cesaret edemeyeceği bir eylemin içinde bulur.

Bir eylemin içinde bulur... daha önce düşünmeye bile cesaret edemeyeceği bir eylem... bir eylemin içinde nasıl bulur insan kendini? Hayalinden bile geçirmediği bir eylemin içinde bulur mu kendini insan? Hayır böyle bir şey olamaz. Hiç olmazsa daha önce tasarladığı, ya da hayal gücünü aşmayan bir durumda insan akıl ve ruh gücünü koruyabilir. İnsan... insan... kim bu insan?


Oğuz Atay
Eylembilim

2 Nisan 2012 Pazartesi

Televizyonla Yetişmek - Hasan H. Taylan

Televizyon Etkileri

Bir çok hanede artık birden çok televizyon bulunmaktadır. 2009 yılında yayınlanan Radyo ve Televizyon Kurulu’nun Televizyon İzleme Eğitimleri -2 raporuna göre, Türkiye’de evinde en az 1 televizyon bulunduran hane sayısı yüzde 54, 2 adet TV bulunduran hane oranı yüzde 36 ve 3 ve üzerinde TV bulunduran hane sayısı oranı ise yüzde 9 olarak bulgulanmıştır.

Televizyon sabahtan geceye kadar açık duran bir aygıt olduğuna göre televizyonla doğup büyüyen çocukların televizyonun dünyasının değerlerini, davranış örüntülerini algılamamaları olanaksız olduğu gibi, o pencereden esen rüzgara kapılmamaları da mümkün görünmemektedir
Televizyon ve Şiddet İlişkisi Sorunu

Televizyon izlemek ve saldırganlık/şiddet ilişkisi üzerinde yapılan araştırmalar; şiddet görüntülerinin doğrudan davranışta şiddete yol açtığını söylememektedir. Televizyon, toplumsal öğrenme araçlarından yalnızca bir tanesidir. Öğrenilen bilginin eyleme geçirilmesi için uygun ve ödüllendirici koşullarının varlığı gerekmektedir.

2 yaşından 18 yaşına gelene kadar gençlerin yaklaşık 16 yıl ortalama en az 3 saat televizyon seyrettiği düşünüldüğünde, neredeyse 17.000 saat televizyon izlemektedirler. Nu sere zarfında da binlerce kez şiddet sahnesine maruz kalmış bulunmaktadırlar. Morgan’a göre çocuk ya da gençler, bir yıl içinde televizyonda yaklaşık 10.000 şiddet eylemi görmekte; yüksek okul mezunu olana kadar bir genç, yaklaşık 40.000 cinayet/adam öldürme olayına tanık olmaktadır.

Türkiye’de, televizyonda çocukların en çok seyrettikleri saatlerde gösterilen filmlerdeki şiddet düzeyini araştıran bir çalışmada, beş özel televizyon kanalında, hafta içi 16.00-21.30 ve hafta sonu 09.00-21.30 saatleri arasında yayınlanan 80 filmden, toplam 5 bin 600 saniyenin izlenmesi sonucunda, bu filmlerdeki şiddet oranının yüzde 33.1 olduğu,toplam sürenin yüzde 13.8’ini fiziksel şiddetin (vurma, yaralama, öldürme), yüzde 10.9’unu sözel şiddetin, yüzde 8.4’ünü ise psikolojik şiddetin oluşturduğunu belirlenmiştir.(Ömer Özer, Yetiştirme Kuramı: Televizyonun Kültürel işlevlerinin İncelenmesi, 2005)

Televizyon Şiddetinin Etkileri

  1. medyadaki şiddet tasvirlerine maruz kalmak, izleyicilerde şartlı refleksin yitimi aracılığıyla saldırganlığa yol açabilir.
  2. medyadaki şiddete maruz kalmak ani korkuya neden olabilir.
  3. medyadaki şiddete maruz kalmak, duyarsızlaşmaya yol açabilir.
  4. medya şiddetine maruz kalma ile kişinin yaşamındaki saldırganlık ilişkilidir.
  5. medya şiddeti ile toplumdaki şiddeti artırması bağlamında toplumdaki şiddet arasında ilişki vardır.
  6. uzun süre çok fazla şiddet gösterimine maruz kalan kişiler, kendilerini kurban olarak görme olasılıklarını abartırlar.
  7. uzun süre çok fazla şiddet gösterilerine maruz kalan kişiler, şiddeti daha fazla kabullenirler/kanıksarlar.
  8. televizyon şiddetine maruz kalmak, izleyicileri daha saldırgan ya da daha şiddetli davranmasına neden olur.
  9. televizyon şiddetine maruz kalmak, izleticilerine şiddete karşı duyarsızlaşmasına neden olur.


Televizyonun toplumsal – Kültürel Rolü

Televizyon programlarında saat başı beş şiddet eylemi ve bütün televizyon programlarının yüzde 70’inde şiddet vardır. Daha da şaşırtıcı olanıysa, çocuk programlarında saat başı 20 şiddet eylemi mevcuttur.





31 Mart 2012 Cumartesi

YEVGENI YEVTUŞENKO - NÂZIM'IN YÜREĞİ


Usanınca gerçeklerin yalanından,
kaygan, yüzsüz baskıdan,
tunç Nâzım'ı anımsarım
ve sesini
      biraz hançerimsi :
             "Merhaba kardaşım...
      Ne o, neden yüzün asık öyle
             Boş ver!
      Yoksa şiir mi takıldı bir yerde?
             Gel, birlikte bitirelim.
      Paran mı yok?
             Bakarız bir çaresine, dert değil.
Kız mı?
             Aldırma bulunur..."
Oysa asıl kendisinde var bir şey,
                     içini kemiren
                  yüz çizgilerinden dehşetle akan :
             "Hepsi iyi de,
                 şu yürek ağrısı...
             Adam sen de
                 ağrıyadursun, yaşıyoruz ya..."
Kimisi için şiir bir roldür,
Kimisine bir dükkân,
                         kazançtır.
Onun içinse ağrıdır şiir,
                         rol değil.
Nâzım'ın yüreği de ağrıdı durdu işte.
Üzerine titreyen doktoru bir gün,
hani pek de güvenemiyerek,
tenbih etmişti bana :
            "Bakın" demişti,
            "Keskin konulardan kaçının ki
            ağrımasın Nâzım'ın yüreği..."
Hey gidi doktor...
       Hastanız gitti.
Yaramadı çabalarınız.
Yüreğiyse onun
       gizli gizli çarparak
       sürdürdü ağrısını
             ölümünden sonra da.
İçimdeki acı için ağrıyor,
Türkler için, Ruslar için ağrıyor,
kendisi gibi mapusta özgür olanlar için
özgürlükte mapus gibiler için
            ağrıyor.
Hapisane acılarıyla yanan o yürek
                 - ölümden sonra bile -
                    dinlemiyor doktorları,
korkak olduğumuz zaman
                   ağrıyor.
neme gerek dersek
                    ağrıyor.
onun gibi açık yürekle :
                    "Merhaba kardaşım..."
                    diyemezsek ağrıyor...
Varsın ağrısın
       hepsi için yüreklerimiz,
       tek ağrımasın Nâzım'ın yüreği.
 YEVGENI YEVTUŞENKO

YEVGENI YEVTUŞENKO - GENÇLERE YALAN SÖYLEMEK YANLIŞTIR

GENÇLERE YALAN SÖYLEMEK YANLIŞTIR

Gençlere yalan söylemek yanlıştır
Yalanların doğru olduğunu göstermek yanlıştır.
Tanrı’nın gökyüzünde oturduğunu ve yeryüzünde
işlerin yolunda gittiğini söylemek yanlıştır.
Gençler anlar ne demek istediğiniz. Gençler halktır.
Güçlüklerin sayısız olduğunu söyleyin onlara,
yalnız gelecek günleri değil, bırakın da
yaşadıkları günleri de açıkça görsünler.
Engeller vardır deyin, kötülükler vardır.
Varsa var, ne yapalım. Mutlu olamazlar ki
değerini bilmeyenler mutluluğun.
Rastladığınız kusurları bağışlamayın,
tekrarlanırlar sonra, çoğalırlar,
ve ilerde çocuklarımız, öğrencilerimiz
bağışladık diye o kusurları, bizi bağışlamazlar.

YEVGENI YEVTUŞENKO

YEVGENI YEVTUŞENKO - ÖNDEYİŞ


ÖNDEYİŞ

Bambaşka bir insanım ben,
hem çalışkan
hem tembelim,
bir amacım var ama amaçsızım yine de!
Elim her işe yatmaz öyle,
beceriksizim,
utangacım, kabayım,
hem kötüyüm
hem iyiyim.
Kutuplar birleşir içimde
Doğu’dan Batı’ya kadar,
kıskançlıktan sevince kadar.
Bilirim, böylesi sevilmez insanım,
ama asıl değerli olan
bana kalırsa kutuplardır!
Saman yüklü bir kamyon gibi
yüklüyüm ben de.
Sesler arasında uçarım,
dallar arasında uçarım,
gözlerim kelebeklerle dolu,
samanlar taşar her yanımdan.
Bütün canlıları selamlarım!
Tutkuluyum, ateşliyim, coşkunum!
Sınırlar dikilmiş önüme;
bilmiyorum Buenos Aires’i, New York’u
bilmek isterim;
Londra sokaklarında gezmek
ve kırık dökük İngilizcemle
canım kimi çekerse
onunla konuşmak isterim.
Çocuklar gibi asılıp bir tramvaya
dolaşmak isterim sabahları Paris’te.
Sanatın da, benim gibi,
çeşitli yanları olsun isterim;
yorsa da beni sanat,
canımı çıkarsa da,
kuşatılmış olmak isterim sanatla.
Her şeyde kendimi görürüm biraz;
yakınlık duyarım Yesenin’e,
Walt Whitman’a,
Bütün çalgıları avucunda tutan
Moussorgski’ye,
Ve el değmemiş çizgisini götüren Gauguin’e.
Kayak yapmayı severim kış gelince,
uykusuz gecelerde şiir yazarım;
sevmediklerimle alay etmeyi
ve tutup bir kadıncağızı
derenin bir kıyısındaa öteki kıyısına
geçirmeyi
severim.
Kitaplara dalarım, çalı çırpı taşırım;
umutsuzluğa kaptırırım kendimi bazen,
ne istediğimi bilmez olurum.
Ağustos’un kavurucu sıcağında
buz gibi bir karpuz dilimini
kemirmek hoşuma gider.
Ölüm aklıma bile gelmez,
şarkı söylerim, içki içerim,
kollarımı açıp çimenlere uzanırım,
bu koskoca dünyada bir gün ölürsem
dünyanın en mutlusu olarak öleceğim. (1957)

YEVGENI YEVTUŞENKO