19 Ocak 2016 Salı

YAVAŞ GÜZELDİR: “YAVAŞ YEMEK”TEN “YAVAŞ MEDYA”YA HIZLI TÜKETİME DAİR BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ

 
 YAVAŞ GÜZELDİR: “YAVAŞ YEMEK”TEN “YAVAŞ MEDYA”YA HIZLI TÜKETİME DAİR BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ
Erdem Güven*
ÖZET
Yavaşlık hareketi, küreselleşmenin ve beraberinde getirdiği hızlı tüketim alışkanlıklarını yaşamın her alanında sorgulayan ve doğal sürecin dışında bireylerin içine düştüğü aşırı hız tutkusuna karşı mücadele veren bir akım olarak ortaya çıkmıştır. Hareket, seyahatten ekonomiye, yeme-içme alışkanlıklarından kent yaşamına, cinsellikten genel yaşam tarzına kadar her konuda yerel-liği, doğallığı ve insan doğasıyla uyum içerisindeki yavaşlığı destekleme iddiasındadır. Yavaş Yemek hareketiyle başlayan bu süreç, Yavaş Şehir ve Yavaş Medya hareketleriyle devam etmiştir. Çalışmada Yavaşlık hareketinin, özellikle hızlı enformasyonun yönetilmesinde, tüketiciyi ne şekil-de bilinçlendirmeye çalıştığı anlatılacaktır. Konu hakkında yayınlanan manifestolarda, nostalji duygusundan beslendiği görülen Yavaş Medya hareketi ile hedeflenenin, aslında hızlı enformasyonun beraberinde getirdiği bellek yitimi ve manipülasyonla mücadele etmek olduğu anlaşılmaktadır.

 GİRİŞ
 Küreselleşme ve dünyada yaşanan teknolojik gelişmeler, sürekli değişimi ve bu değişimin hızına ayak uydurmayı, tek tipleşmeyi ve öncelikle küreselleşme sürecinin nimetlerin-den faydalanmayı zorunlu kılmıştır. Özellikle kent yaşamı içerisinde, bireylerin bu gelişmelerden ve değişimlerden kaçması olanaksız hale gelmiştir. Küreselleşme sürecini tanımla-yan anahtar kelime ise hızdır. Günümüzde, bireylerin her konuda daha hızlı olmaya çaba harcadıkları, bir çeşit hız tutkununa dönüştükleri görülmektedir. Hız, çoğu zaman teknolojinin bireylere sağladığı devrim niteliğinde bir imkân olarak tanımlanmakta ve yüceltilmektedir. Gerçekten de, günümüzde bilgiye ulaşmak saniyelerle ölçülebilecek bir zaman diliminde, üstelik önemli bir fiziksel çaba sarf etmeksizin mümkün olabilmektedir. Ancak, haddinden fazla hızlanan yalnızca fiberoptik ağlar aracılığıyla bireylere ulaşan bilgi değil bizatihi bireyin kendisi olmuştur.


 “Kanatlandıran ve 24 saat ateşleyen” enerji içeceklerinden, “yıka ve çık” şampuanlara; instant (anında) gıdalara kadar tüm ürünler ve bunların kullanılmasını salık veren reklamlara kadar her mecrada, bireyler hızlı yaşamaya yönlendirilmektedirler. Bunun yanı sıra, fast-food (hızlı yiyecek) zincirleri, küreselleşme konusunda çalışan tüm araştırmacıların kitap ve makalelerinde sıklıkla kullandıkları örnekler arasındadır. Küreselleşmenin olduğu kadar, hızın da simgesi haline gelen fast-food zincirleri, aynı zamanda bu durumdan rahatsız olanların mücadele alanı da olagelmiştir.

1.      PIU TEMPO A TAVOLA (1) : SLOW FOOD (YAVAŞ YEMEK)

1986 yılında bir grup eylemci, İtalya’nın Roma kentinde açılmak istenen bir McDonalds restoranını, hamur işi fırlatarak protesto ettiler.

Eylemciler, yeme-içme alanında faaliyet gösteren ve fast-food zincirinin bir parçası olan Roma’daki bu McDonalds’a karşı, yerelliği, yavaşlığı ve sofradaki sağlıklı iletişimi simgeleyen İtalyan mutfağını, yani slow-foodu desteklemekteydiler. Yavaş yemek, bir yiyeceğin kısık ateşte pişirilmesi anlamına gelmemektedir. Bu durum, yiyecek üreticileriyle tüketicilerinin, yiyeceğin kendisiyle tüketicinin ve sofrada bulunan kişilerin birbirleriyle iletişimini kapsamaktadır. Slow-food hareketine gönül verenler için fast-food bir numaralı düşmandır. Hareketin fikir babası Petrini’ye göre, hızlı yemek, kişilerarası iletişimi, sohbet şansını, sessizlik imkânını ve duyusal zevkleri engelleyen, bu şekilde ruhların açlığını doyurmaktan yoksun bir aktivitedir (Jackson 2007).

1989 yılında ortaya çıkan slow-food hareketi, aynı tarihte imzalanan Slow food Manifesto (Yavaş Yemek Manifestosu) ile resmen başlamıştır.
Venezüella delegelerinin katılımıyla imzala-nan manifesto şu maddeleri içermekteydi:
1.      Endüstriyel medeniyetin sembolleri altında başlayan ve gelişen çağımız, öncelikle maki-neyi icat etti ve daha sonra onu yaşam modeli olarak içselleştirdi.
2.      Bizler hız tarafından köleleştirildik ve aynı sinsi virüse karşı yenik düştük: Alışkanlıklarımızı sekteye uğratan, yuvalarımızın mahremiyetini istila eden ve bizleri Fast-food yeme-ye zorlayan hızlı yaşam.
3.      Homo sapienler, adlarına layık olacak şekilde, kendilerini yok olmanın eşiğine getirmeden önce hızdan kurtulmalıdırlar.
4.      Hızlı yaşamaya dair evrensel ahmaklıktan kurtulmanın yegane yolu, sessiz maddi hazzın sıkı bir biçimde savunulmasından geçer.
5.      Uygun dozda duyusal haz ve ağır, uzun süreli mutluluk bizi çılgınlık salgınından koruyabilir.
6.      Savunma hattımız, Slow-Food (Yavaş Yemek) ile birlikte sofrada başlar. Gelin, yöresel yemeklerin lezzetini ve hazzını yeniden keşfedelim, fast-foodun haysiyet kıran etkilerini aforoz edelim.
7.      Prodüktivite adına, Hızlı Yaşam bizim yaradılışımızı değiştirmekte, çevremizi ve tabiatımızı tehdit etmektedir. Öyleyse Slow-Food, şu an için gerçek anlamda ilerlemeci tek cevaptır.
8.      Gerçek kültür, lezzeti küçük düşürmek yerine geliştirmektir.
9.      Slow-Food, daha güzel bir geleceğin garantisidir.

Manifestoda da belirtildiği gibi, Slow-Food hareketinin birincil amacı “iyi yemek ve gastronomik hazzın savunulması” olsa da, genel anlamda “daha yavaş bir yaşam yürüyüşünü” desteklemektir.

Benjamin Barber,  dünyanın Soğuk Savaş’tan sonra, kültürel ve ekonomik anlam-da Amerikan hegemonyasına girdiğini belirtmektedir. Barber, bu sürece girilmeden önceki durumu şöyle tariflemektedir:  McWorld’den önceki dünyada İsveçliler İsveç’e, İngilizler de İngiltere’ye ait şeyleri kullanıyor, yiyor ve tüketiyorlardı. Dünyanın geriye kalan bölümünün sakinleriyse, ya sömürgeci efendilerini örnek alıyorlar ya da yerli ürün ve yerli kültürlere dayalı yerel tüketim ekonomileri geliştiriyorlardı. Fransa’da özgün Fransız café ve brasserie’lerinde pastörize edilmemiş Brie peyniri yeniliyor, Provans şarabı içiliyordu; ulusal Fransız radyo istasyonlarında Edith Piaf ve Jacqueline Françoise dinleniyor ve Fransız karayollarını hiç terk etmeden, 2CV Citroenler ve Renault sedanlar sürülüyordu. Tastee-Freez, White Castle ve Chevrolet kamyonetlerinden kurtulmak için denizleri aşıp Paris’e gelen bir Amerikalı, Fransa’ya vardığı anda bunların gözden kaybolacağından emin olabiliyordu. Bir Alman, Atlantik kültürünü değil, Akdeniz kültürünü öğrenmek için İtalya’da okuyordu. Amerikalılar soyut olarak ekonomik dünyaya hükmediyorlardı, ama İngilizler İngiltere’ye ve İtalyanlar da İtalya’ya hükmediyorlardı (Barber 2003: 60).

2.      HER ALANDA YAVAŞLIK: SLOW FOOD’DAN SLOW MOVEMENT’A

Yavaşlık Hareketi ya da Yavaş Hareket şeklinde Türkçeleştirilebilecek slow movement yalnızca yeme-içme kültüründe değil, farklı alanlarda da hızdan ve küreselleşmenin yıpratıcı etkisinden kurtulmanın yolları üzerine çalışılmasını mümkün kılmak-tadır. Bu alanlar; cittaslow ya da slow city (Yavaş Şehir), slow travel (Yavaş Seyahat), slow schools (Yavaş Okul), slow books ya da slow word (Yavaş Okuma), slow money (Yavaş Ekonomi), slow sex (Yavaş Cinsellik), slow living (Yavaş Yaşam) ve slow media (Yavaş Medya) gibi ve benzeri konulardır.

Slow-Food hareketinden sonra, yine İtalya’nın küçük bir şehri olan Chianti’de ortaya çıkan cittaslow (Yavaş Şehir) akımı, “kentsel üretimin, çevreye özgü değerlerin, kültürel ve geleneksel ürünlerin ve bu konularda sürekliliğin sağlanması” şeklinde sıralanabilecek amaçları olan bir harekettir (Kadıoğlu 2009: 74).


Knox (2005: 7), yavaş şehirlerin altı temel şartı desteklemesi gerektiğini belirtmektedir: çevre politikaları ve planlaması; altyapının kullanılması; teknolojinin kullanılması; yerel üretim ve yaşam tarzının desteklenmesi; konukseverlik ve mekân bilinci. Slow Food hareketine paralel bir biçimde, cittaslow ya da Yavaş Şehir hareketi de, kent yaşamını küreselleşmenin yıkıcı ve tek tipleştirici etkisinden ve hızından korumayı amaçlayan kayda değer bir fikir olması bakımından değerli ve önemlidir. Görüldüğü üzere, teknolojinin kullanımını engellemek yerine, gerçekçi ve faydacı bir bakış açısıyla onu kullanmayı amaçlamaktadır.

Slow living (Yavaş Yaşam), düşman bir dünyadan tamamen soyutlanma, kişinin kendisini bir koza içine hapsederek, kişisel alanı ve özel hayatı içinde kısıtlaması anlamına gelmemektedir. Yavaşlık, yaşanılan hayata değer katmak, zaman zaman “hiçbir şey yapmamanın” özgürlüğünü ve huzurunu tatmak ve kişinin kendisine vakit ayırabileceği bir zaman dilimine sahip olmasıdır. Ancak, günümüzde hız, çoğu zaman kararlılık ve güçle özdeşleştirilirken, yavaşlık ise işten kaçmak ve zayıflıkla özdeşleştirilmektedir. “Yavaş düşünen” kişi ihtiyatlı değil, “yavaş öğrenen ya da anlayan” kişi olarak resmedilmektedir. “Hız rejiminde”, hızın kendisi tutkuyu, yeteneği, üstünlüğü, etkinliği, libidinal enerjiyi, yüksek performansı ve zekayı simgelerken, bu duruma zıt bir biçimde yavaşlık, başarısızlığı, eksikliği, altta kalma halini, yetersizliği, zayıflığı ve güçsüzlüğü simgelemektedir (Parkins ve Craig 2006: 39).
Slow living (Yavaş Yaşam) ya da bir bütün olarak slow movement (Yavaşlık Hareketi), hızın hakimiyeti karşısında bireylerin, “anlamlı bir şeyler yapmak için” zaman ayırma çabası ya da arzusu olarak görülmelidir. Bu durum, günlük yaşam içerisinde yapılan her türlü aktiviteden daha fazla haz ve tat almak, yapılan şeyi anlaşılır kılmak şeklinde özetlenebilir. Araba kullanmak yerine yürümek ya da bisiklete binmek için zaman yaratmak, hazır yemek almak yerine aile bireyleri ile birlikte geleneksel bir sofrada yemek yeme hazzını paylaşmak, yavaş yaşam pratikleri arasındadır (Parkins 2004: 364).

3.      SLOW MEDIA
1982 yılında Amerikalı Doktor Larry Dossey, zamanın akıp gittiğine ve ona yetişmek için mümkün olduğunca hızlı olmak gerektiğine ilişkin hastalıklı bir düşünce tarzının geliştiğini belirtmekte ve bu duruma “zaman hastalığı” teşhisini koymaktaydı. Carl Honoré’ye göre, özellikle 21. yüzyılın ilk dönemlerinde, “her-kes ve her şey daha hızlı olma halinin baskısı altında” yaşamaktaydı. Dünya Ekonomik Forumu’nun başkanı Klaus Schwab, “büyük balığın küçük balığı yuttuğu dönemden hızlı balığın yavaş olanı yuttuğu” bir döneme geçildiğini müjdeleyerek, hızın insan hayatında ne denli önemli olduğunu vurguluyordu (Ho-noré 2004: 3-4).

Almanya’da ortaya çıkan ve Benedict Köhler, Sabria David ve Jörg Blumtritt’in kaleme aldıkları bu manifesto şu maddelerden oluş-maktadır:

- Slow media sürdürülebilirliğe katkı sağlar.

- Slow media tek bir işe odaklanmayı (Mono-tasking) destekler. Slow media üstünkörü tüketilebilecek bir şey olmadığı gibi, kullanıcılarının tam olarak yoğunlaşmalarını teşvik eder. Tıpkı pişirenin ve konukların tüm duyularıyla katılım gösterdiği iyi bir yemeğin üre-timinde olduğu gibi, slow media da keyif içerisinde bir odaklanma ile tüketilebilir.

- Slow media mükemmeli hedefler. Slow me-dia, mutlak surette piyasadaki yeni gelişmeleri temsil ediyor değildir. Daha önemli olan şey, sağlam, erişilebilir ve insanların medya kullanım alışkanlıklarına tam olarak uygun düşen, güvenilir kullanıcı ara yüzlerinin sürekli olarak ilerlemesidir.

- Slow media kaliteyi hissedilebilir kılar.

- Slow media, neyi nasıl üretip tüketeceğini bilen insanları (prosumers) geliştirir. Slow media içerisinde bu kişi (prosumer) pasif tüketicinin (consumer) yerini alır.

- Slow media söylemsel ve diyalojiktir. Kendi-sine iletişim halinde olacağı bir muadil arar. Slow mediada dinlemek de en az konuşmak kadar önemlidir.

- Slow media, sosyal medyadır. Canlı cemaatler ya da topluluklar slow media etrafında oluşum gösterirler. Bir yazarın, kitabı hakkındaki görüşleri aracısız bir biçimde okuyucularıyla paylaşması buna örnek gösterilebilir.

- Slow media kullanıcılarına saygı duyar.

- Slow media reklam yoluyla değil kişilerin önerileriyle yayılır.

- Slow media ebedidir. Üstünden yıllar geçmiş olsa dahi, tazeliğini ve değerini korur. Zaman içerisinde değerini kaybetmek şöyle dursun, artırarak patinalı bir nesne haline gelir.

- Slow media auratiktir. Belirli bir ortamın, kullanıcının yaşamındaki belirli bir ana ait olduğu hissini verir. Her ne kadar, endüstriyel üretimin bir ürünü olsa da, yeganelik iddiasını barındırmaktadır.

4.       BİLİNÇLİ MEDYA TÜKETİCİSİ OLMAK: YAVAŞ ENFORMASYON

Multimedya ağları bağımlıları, internet cankileri, web-kolikler ve diğer siberpunklar IAD (Internet Addiction Disorder - İnternete Bağımlılık Bozukluğu) hastalığına yakalanmışlardır. Virilio, bu hastalığa tutulma durumunu şu sözlerle tarif etmektedir: Hafızaları bir gereksiz eşyalar toplamına, her yerden akıp gelen imgelerle dolu bir yığına; kullanılmış, dikkatsizce bir araya getirilmiş, kötü durumda simgelerle dolu bir yığına dönüştü. Daha anaokulundan itibaren ekran başına mıhlanan küçükler ise daha bu yaşta bağlantısız bir etkinliğe yol açan hiperkinetik sorunlar yaratan beyinsel işleyiş bozukluklarına, vahim dikkat bozukluklarına, kontrol edilemeyen, ani hareket boşalımlarına maruz kalmaya başladılar (Virilio 2003: 40).

Aşırı hızın ve enformasyon bombardımanının insan sağlığı üzerinde yaptığı tahribata Alvin Toffler’de şu şekilde değinmektedir: 120
Bir organizmanın duyusal girdiye ayak uydurabilme yeteneği, onun fizyolojik yapısına bağlıdır. Duyu organlarının yapısı, uyarıların sinir sisteminde ulaşacakları hız, bu sistemin kabul edebileceği duyusal bilginin niceliği konusunda biyolojik sınırlar koyar… İnsanda, sinirsel ulaşım hızı saniyede otuz bin santimetre dolaylarındadır ve sistemin sınırları burada ortaya çıkmaktadır. (Öte yandan bir bilgisayardaki elektrik sinyali milyonlarca kez daha hızlı yol almaktadır). Duyu ve sinir organlarındaki sınırlar, çevremizdeki olayların çoğunun izleyemeyeceğimiz kadar hızlı oluş-tuğu anlamına gelir. Gelen sinyaller düzensiz, yeni ve kestirilemez özelliklere sahipse, bizim oluşturduğumuz görüntüdeki gerçeklik oranı azalır. Gerçeğin bizdeki görüntüsü bozulur. Bu durum, duyusal açıdan aşırı uyarıyla karşılaştığımızda şaşkınlığa düşmemiz ve gerçekle düş arasındaki ayrımı yitirmemize yol açar (Toffler 1981: 293-294).

Sürekli enformasyon akışı, iletinin anlaşılamadan yok olması, neredeyse alınır alınmaz unutulmasını beraberinde getirmektedir. Bu durumun ise insan zihninde tahribat yaratmaması düşünülemez. Öyleyse hız ile ilgili kısaca şunlar söylenebilir:
- Hız, sansürdür. Genellikle içeriği anlaşılmaz kılar.
- Hız, duyarsızlaştırır.
- Hız, illüzyondur. Dolayısıyla manipülatiftir.
- Hız, anlık kahramanlar yaratır ve yarattığı hızda yok eder.
- Hız, pervasızlaştırır. Yarattığı bellek yitimi-ne (amnezi) güvenir.

Kaynaklar( İlgimi Çekenler)

Barber B (2003) McWorld’e Karşı Cihad, Eser Birey (çev), Cep Kitapları, İstanbul.

Kadıoğlu D Y (2009) Yavaşlığın Keyfi Bu Şehirlerde, Yolculuk, 62, 73-76.

Rigel N (2000) Rüya Körleşmesi, Der Yayınları, İstanbul.

Toffler A (1981) Gelecek Korkusu: Şok, Selami Sargut (çev), Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul.

Virilio P (1998) Hız ve Politika, Meltem Can-sever (çev), Metis Yayınları, İstanbul.



Virilio P (2003) Enformasyon Bombası, Kaya Şahin (çev), Metis Yayınları, İstanbul.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder