Fotoğraf Sanatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fotoğraf Sanatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2015 Pazar

Fotoğraf Okuma


Kitle iletişim araçları haber verme, eğlendirme, eğitme gibi faktörleri gerçekleştirmek, toplumsal değerlerin devamlılığını sağlamak için “görüntü” den olabildiğince yararlanmaktadır. Haberdar etme, eğitme, eğlendirme gibi “masum” görünüşler altında bir tüketim toplumu yaratmak için bilince ve bilinç altına görsel enjeksiyonlar yapılmakta. S.11

Susan Sontag’a göre kapitalist toplum görüntüler üzerine kurulu bir kültüre gereksinim duyar. “Satın almayı uyarmak ve sınıf, ırk, cinsiyet sorularını uyuşturmak için korkunç miktarlarda eğlenceye gereksinim vardır. Ve doğal kaynakları dahi iyi sömürmek, üretkenliği artırmak, düzeni sağlamak, bürokratlara iş bulmak için sınırsız miktarda bilgi toplamak zorundadır. Fotoğraf makinesinin ikili kapasitesi, yani gerçekliği hem öznelleştirmesi hem de nesnelleştirmesi, bu gereksinimlere en iyi biçimde hizmet eder. Onları güçlendirir. Özgür siyasal seçimin özgür ekonomik tüketime indirgenmesi, görüntülerin sınırsızca üretilmesini ve tüketilmesini şart koşar.” (Susan Sontag, Gotoğraf Üzerine, 6.45, 1995, s.186)

Kapitalist üretim biçimi tüketimi zorunlu kılar. Bu sistemin ayakta kalabilmesi için üretim ve üretilen her şeyin tüketilmesi birinci koşuldur. Tüketimin sürekli olarak arttırılması da gerekir. Tüketimin kitlelere empoze edilmesinde reklam ve reklam fotoğrafları önemli rol oynar. Reklam fotoğrafları çoğu kez üzerlerinde uzun uzadıya düşünülmüş, büyük gruplar tarafından tasarımları yapılmış ve uygulanmaya konulmuş çalışmalardır. S. 37

İnsanların her biri görüntü tüketicisidir.

Sontag’a göre fotoğraflar kanıt oluşturur. “Duyduğumuz ancak kuşkuyla karşıladığımız bir şey, bize onun fotoğrafı gösterildiği zaman kanıtlanmış olur… Bir başka kullanım biçimindeyse fotoğraf makinesinin kaydı doğrulayıcıdır.  Bir fotoğraf belli bir şeyin meydana geldiğinin değiştirilmez kanıtıdır. (Sontag; 1993, 20)

Körfez savaşı sırasında değişik dünya gazetelerinde petrole bulanmış karabatak insanları Bağdat’ta ölen binlerce Irak’lıdan fazla üzdü. Daha sonra bu karabatağın fotoğrafının bir petrol tankeri faciasından kaldığı anlaşıldı. İnsanlar üzüldükleriyle kaldılar, ancak Bağdat’ta insanlar öldürülmeye devam etti…. Kitle iletişim araçlarını denetleyenler, sadece duyurmak istedikleri haberleri ve göstermek istedikleri görüntüleri sunmaktalar insanlığa. Bu da bir “global körlüğe ve sağırlığa” neden olmakta.

Ertuğrul Algan
Ankara, Bilgi Yayınları 1990


 Fotoğrafın sosyolojiyle olan ilişkisini anlatan "Büyüyen fotoğraf Küçülen Sosyoloji" adlı kitabı okuyup peşine Ertuğrul Algan'ın bu kitabını okuyabilirsiniz. Fotoğrafın neleri nasıl etkilediğini çok iyi anlatan başarılı bir kitap. Bu arada şimdilik bu kadar alıntı yaptım fakat sayfa numaralarını not almayı unuttuğum için geri kalan önemli kısımlarını kitabı tekrar okuyup ekleyeceğim. Ve görselleri de tabi.

Kitap için müzik: Marjan Farsad - Khooneye Ma

27 Mart 2015 Cuma

Kendilerini Unutanlar: Bir Alzheimer Hastasının Hikayesi





Kendilerini Unutanlar: Bir Alzheimer Hastasının Hikayesi

Gelip geçen zaman değil
Göçüp giden bedenler
Göçüp giden eşimiz, dostlarımız…
Göçüp giden heyecanımız ve rüyalarımız….
Göçüp giden anılarımız ve artık ansıyamadıklarımız
Göçüp giden biziz!

Zaman bir kavram, biz bulduk. O, hiç değişmez. Bunu anlayabilmek için saate değil aynaya bakmak gerekir. Zaman henüz yerini başka bir şeyle dolduramadığımız en verimsiz organımız, en bereketsiz, en kısır tarafımızdır. Kanserden çok zamanla ölür insanlar! Ve bizler genelde parça parça ölürüz!

Kişinin yaşadığının belgesi anılarıdır. Anılarımız ve düşüncelerimiz ise zamanın mührüdür. Zamana bu mührü vurmak önemlidir. Başkalarının da bizi unutmaması önemlidir. Unutulmaktan endişe duyarız. En korkuncu ise kişinin kendisini unutmasıdır. Ne var ki bu gerçekleştiğinde ise kişi bunun farkında bile olmayacaktır.

Edebiyat, düşünce, duygu veya herhangi bir hakikati veya herhangi bir fikri anlatma mücadelesinin yanında unutmanın da mücadelesini verir. Yaşanılan aşk acısına ve anıların sebep olduğu mutsuzluklara karşı verilen bir tepkidir unutma çabası. Düşünen için mutsuzluk ve huzursuzluk onun yurdudur. Tek kurtuluş ise düşünmemektir. Düşünmeyi dahi unutabilmektir. Bu, kişinin kendinden kaçışı, zihniyle girdiği kıyasıya bir mücadeledir. Örneğin, Küçük Prens’te, Küçük Prens bir gezegene gider ve orada bir ayyaşı görür. Orada fazla zaman geçirmese de içi hüzünle kaplanır. Ayyaş adam sürekli içmektedir. Hem de utancını unutmak için içmekte… Eğer düşünmenin verdiği mutsuzluğun zirvesi varsa bu kesinlikle Cioran’dır. Uykusuz bir ömür geçirmiş, düşünceleri Alzheimer olana kadar yakasını bırakmamıştır. Bu konuyla ilgili olarak:  “ Bir uykusuzun, her gün çarmıha gerilmesinin yanında, İsa’nın bir kerecik çarmıha gerilmesi nedir ki?” der.  Unutmak bir dua bile olabilir bu yüzden. Jacques Brell bir şarkısında: “Size, ne sevmeniz gerekiyorsa sevmenizi ve ne unutmak gerekiyorsa unutmanızı diliyorum.” der. Bu açıdan bakınca unutmak veya düşünmemek, sağlıklı biri için huzuru bulmanın bir yolu olabilir.

Bir hastalık olarak Alzheimer’de ise, unutmamak, bu hastalığa karşı verilen mücadelenin adıdır. Bu hastalığın teşhisi(en başta), bir ömür içini doldurmaya çalıştığımız zamanın mührünün kırılması, anıların ve bilginin istemsiz olarak kaybedilmesi yani zamansız yaşamak demektir. Ülkesiz, idealsiz kalmak, yaşamı insanların arasında tek başına geçirmek, sosyal yaşamdan sürgün edilmek, hiçbir şeye hiçbir yere ait hissetmemektir.





Bir Alzheimer Hastasının Hikayesi

Varda bana bebek geldi.
El bebek gül bebek büyüttüm.
Kendimden önce ona baktım ve
benim ellerimde toprağa gidecek.
Arkasından bir zaman sonra ben de yalan olacağım.”
Alaettin Topuzoğlu, Adapazarı’nda, gençlik yıllarında fayton kullanarak geçimini sağlayan, daha sonraları nalbantlık yapan bir hayvan severdir. 1933 doğumlu Alaettin Bey, nalbantlık işini teknolojinin hızı karşısında sürdürememiş ve hayvanlar için kepek satarak ailesini geçindirmiş, yarış atı alma hayaliyle sürekli para biriktirmiştir.
“Hayal et, Hayallerin Gerçek olana dek hayal et” Aerosmith-Dream On
Alaettin Bey’in yaşamının dönüm noktası ise hayalini gerçekleştirmesiyle, Varda ve Sabire adında iki yarış atı almasıyla değişir. Varda ile Sabire henüz aldığında taydır ve Varda’nın ayağı sakattır. Çevresindeki insanlar Varda’nın koşmasının imkansız olduğunu ve onu kesmesini önerirler. Alaettin Bey ise Varda’yı ticari bir kazanç olarak görmeyip onu evladı gibi benimser. Bu iki atı sanki çocuklarıymış gibi sever ve ilgilenir. Her sabah erkenden kalkıp atlarının yemlerini bir saatlik uğraşla hazırlar, atlarını tımarlar, masaj yapar ve bu ilgisini hiç eksiltmeden her gün tekrarlardı. Tüm yaşamı boyunca atlarla iç içe olan biri için bu kadar çabanın sebebi sadece sevgidir.
Maddi zorluklardan ötürü hepimiz bazen zor bir seçim yapmak zorunda kalabiliriz. Bir seçim yapmak demek aslında başka bir şeyden vaz geçmek demektir. Alaettin Bey de bu iki ata bakacak maddi desteği zamanla sağlayamaz hale geldiği için bir seçim yapmak zorunda kalır. Evladı gibi sevdiği atlardan birini satmaya karar verir ve Sabire’yi satar. Sabire’nin satışından temin ettiği parayı Varda’nın iyileşmesi için harcar ve Varda’yı yarışlara hazırlar.

Doksanlı yıllarda Adapazarı’nda açık at yarışları yapılıyordu. Alaettin Bey, “bu at işe yaramaz, bunu kes” dedikleri atı ilgi ve sevgisiyle iyileştirmiş, açık yarışlara katılacak hale getirmişti. Varda da bu ilgi ve sevginin karşılığını katıldığı yirmi dört yarışın yirmi üçünü kazanarak fazlasıyla verir. Bu noktada dikkat edilmesi gerekilen nokta bu yarışlar günümüz Veli Efendi yarışları gibi yüklü paralar kazandıran yarışlar değildir. Alaettin Bey’in amacı da Varda üzerinden para kazanmak değildir. Yirmi üç yarış kazanan Varda’yı zengin at çiftliklerine satmaması bunun ispatıdır. Varda’yı satın almayı çok isteyen biri, atı neden satmadığını sorduğunda Alaeddin Bey’in cevabı şu olur: “Varda bana bebek geldi.
El bebek gül bebek büyüttüm. Kendimden önce ona baktım ve benim ellerimde toprağa gidecek.
Arkasından bir zaman sonra ben de yalan olacağım.”

Yaşlanmanın tek tesellisi, çevremizdeki her canlının da yaşlanması ve her nesnenin de eskimesidir. Bu konuda kimse yalnızlıktan şikayet edemez! Alaeddin Bey yaşlandı, Varda ise yaşlandı ve öldü. Alaeddin Bey de dediği gibi onu elleriyle gömdü. Varda’yla ilgilenmek için girdiği ahırın önünde boş ahıra bakıp iç çekerek bu duruma alışmaya çalıştı. Unutulmamalıdır ki ölüm, sevenleri ayırabilir fakat aralarındaki bağı koparmaya gücü yetmez.


Alzheimer

Alaeddin Bey zamanla yürümekte sıkıntı çekmeye başlar. Zaten kilolu olan Alaeddin Bey daha az hareket etmesi sebebiyle kilo almaya devam eder. Aynı zamanlarda konuşmalarında aksaklıklar, sürekli aynı soruları sormalar ve agresiflikler baş gösterir. Eve çağrılan doktorun teşhisi bellidir…

Zamanla hırçınlığı ve unutkanlığı arttı. Eskiye dair konuştuğunda ise anıları hep Varda’yla ilgiliydi. Gece uyanıp “beni vuracaklar” diye çığlıklar atan, halüsinasyonlar gören Alaeddin Bey gariptir Varda’yı öylesine içselleştirmiş ki anılarının çoğu Varda’yla ilgilidir.
Hastalıkta geldiği noktada artık maalesef Alaeddin Bey her şey için beklemek zorundadır. Yemek yemek için bekliyor, tuvalete gitmek için bekliyor, duş almak için bekliyor, yatmak için, giyinmek için bekliyor, tek başına hiçbirini yapamıyor ve sürekli birilerinin yardımını bekliyor.

Fotoğraflar, Alaeddin Bey’in torunu Emre Gülfidan tarafından, dedesinin Alzheimer ile olan mücadelesini anlatmak için çekilmiştir. Anlattığım hikaye de Emre’nin dedesinin vaktiyle kendisine anlattıklarının bir özetidir. Emre, dedesine onun fotoğraflarını çekmek için izin istediğinde Alaeddin Bey izin verir fakat bir istediği vardır;
Vardayla birlikte bir fotoğrafını çekmesini ister torunundan…

Yazı dışı, konu içi, Türkiye'de Alzheimer:
Türkiye Alzheimer Derneği’nden Prof. Dr. Işın Baral Kulaksızoğlu’nun söylediğine göre, bu hastalığın pençesinde şuan ülkemizde 65 yaş üzeri her yüz kişiden 5’i, 85 yaş üzeri yaşlılarda ise her yüz kişiden 45’i Alzheimer hastasıdır. Ülkemizde şuan 65 yaş üzeri, yaklaşık olarak 400.000 insan Alzheimer’le mücadele ediyor. TÜİK “İstatistiklerle Yaşlılar” raporunda, ölüm nedeni verilerine göre, 2010 yılında Alzheimer hastalığından ölen yaşlı nüfus oranı %2,7 iken bu oran 2011 yılında %2,9, 2012 yılında ise %3,4’e yükselmiştir.

Yazı: Durukan Abdulhakimoğulları
Fotoğraflar: Emre Gülfidan
Fanzin metresi Nisan 2015

















6 Mart 2015 Cuma

Fotoğrafın Dili, Fotoğrafçının Beyni, Gözü ve Kalbi Olmalıdır



Ali İhsan Ökten : Fotoğrafın Dili, Fotoğrafçının Beyni, Gözü ve Kalbi Olmalıdır

Dil, insanı insan yapan, O’nu diğer canlı türlerinden ayırt eden temel özelliklerinden biridir. Özünde, doğa-evren yasalarına “uyan” insanın bir “müdahale” gücü; iletme, değiştirme, denetleme, biçimlendirme etkinliği ve eylemliliğidir. Genel bir tanımlama yapacak olursak canlıların kendilerini ifade etmek için kullandıkları, ortak kodlarla oluştuğu için ötekiler tarafından da çözülebilen iletişim yöntemlerinin tümüne “dil” diyebiliriz. Fotoğraf ise insanın bulup-geliştirdiği, hedef kitlesi ve nesnesi insan, mekan ve zaman olan bir dildir. Fotoğraf, kendi kurgusu, öğeleri, düzeni içinde yaşayan bir dil olup sürekli olarak gelişir ve değişir. Kalitesi ne olursa olsun hep üreten, kendine özgü bir dünya oluşturan, kalıcı etkiler yaratan bir dildir.
Fotoğraf, iletişim kurmanın ve kendimizi ifade etmenin yolu olduğu kadar, kimliğimizi tanımlamanın veya kimlik oluşturmanın da bir yoludur. Sözcükler kadar etkili bir iletişim biçimi olan bu görüntüler aynı zamanda konuşulan dilinde bir ifadesidir. Fotoğrafın dilini fotoğrafçının yaratıcılığı ve düşüncesi oluşturur. Fotoğraf, görme eylemini görüntü diline çevirmektir. Her görüntü başlı başına bir anlam sergiler. Düşüncelerimiz ve yaratıcılığımız sonucu gelişen fotoğrafta bu anlama süreklilik kazandıran bir açılım sunar. Fotoğraflar, aydınlatan, uyaran ve genellikle yorum yeteneklerimizi kışkırtan provakatif nesnelerdir. Her fotoğraf tezini bize antiteziyle birlikte sunar. Fotoğrafın dili, temel olarak sözcüklerin ve kelimelerin yerini tutan görüntülerden oluşmuştur. Dil ses demektir; çağrı, haykırış, ritim, tını, melodi, bazen de sessizlik demektir. Fotoğraf dili meramını, haykırışını hep yüksek sesle ifade eder. Fotoğraf yoluyla bize ulaştırılan sanal bir gerçeklik veya gerçeğin bize sanal olarak yansımasıdır.
Her fotoğraf yaşam üzerine kurulan bir modeldir. Bu model, yaşamı, yaşamı oluşturan insanı, yaşamın içinde oluştuğu mekanı, uzamı ve zamanın bir profilini yansıtır. Fotoğraf yaşamın ve doğanın görsel izdüşümüdür. Fotoğraf nesnelerin varlığı ile belirginleşen bir süreçtir. En başarısız fotoğrafta bile aranılan en önemli özellik belirginliktir. Nesneler görüntü çerçevesine taşındığı zaman bu görünür niteliklerini kaybedebilirler veya farklılaşabilirler. Yeni ve farklı mesaj veren göstergeler haline gelebilir veya getirilebilirler. Fotoğraf, kendi iç dünyasında ışık, gölge, tonlama, leke, nokta, çizgi, ritm gibi belli bir düzen dahilinde dans eder. Yaşam akar, doğa değişir, fotoğrafçı bu değişimin izleyicisi olarak bunu çerçeveler ve kendi anlatım diliyle bize sunar. O anlatım dilinin özgünlüğü, fotoğrafçının özgünlüğünün bir belirtecidir.
Fotoğrafın bir dil olup olmadığı konusunda; Henri Cartier Bresson, fotoğrafın dilini büyük bir güç olarak tanımlar. Susan Sontag, yazılı metinlerdeki dilin aksine fotoğrafın tek bir dili olduğunu söyler. Barthes ise “İnsanlığın tarihinde ilk defa ortaya çıkan şifresiz mesajlardır” der. Alfred Stieglitz, “Mesele” der, “Ne söylemek istediğiniz ve nasıl söylemek istediğinizdir. İster şiirde, ister fotoğrafta, ister resimde olsun bir sanat eserinin özgünlüğü; ifade edilen şeyin ve ifade ediliş tarzının özgünlüğüyle ilgilidir.
Her fotoğrafın ardında bir düşünce, bir öykü yatar. Her fotoğrafçının fotoğrafının arka planında anlamlı bir şeyler söyleme arzusu vardır. Fotoğrafçı bir fotoğrafı niçin çektiğini belirlemediği sürece fotoğraf ile algılayan arasında bir iletişim kurulması zorlaşacaktır. Tüm fotoğraflarda bir duyguyu, bir düşünceyi veya estetik bir kaygıyı aktarma arzusu yer aldığına göre fotoğrafçı iletmek istediği mesajın daha güçlü olması için daha önceden bu düşünce üzerinde yoğunlaşmalıdır. Fotoğrafın dili, içerikteki anlamın görsel biçime çevrilmesidir. Fotoğrafçının düşüncesi onun aynı zamanda görsel dili de olacaktır. Her fotoğraf aynı zamanda fotoğrafçının hayatına dair bir kayıttır. Çektiği her portre biraz da kendi portresidir. Bu dilin oluşmasında fotoğrafçının bedeniyle birlikte duygu yoğunluğu, ruhu, algı kapasitesi, kültürel birikimi, ideolojisi, dönemin görme biçimleri gibi bir dolu etken rol alır. Günümüzde fotoğraf yapmaya çalışanlar klasik “fotoğraf çekmek” eylemini “fotoğraf yapmak” kavramına dönüştürdükleri zaman kendilerine özgü fotoğrafik dillerini oluşturmuş olacaklardır.
KAYNAKLAR:
1-Özcan Yurdalan. Belgesel Fotoğraf ve Fotoröportaj. Agora Yayınları, 2007, sayfa 12-16
2-Çerkes Karadağ. Görme Kültürü. Doruk Yayınları. 2004, sayfa 47-51
Ali İhsan ÖKTEN





22 Şubat 2015 Pazar

Farklılıkların uyumlu olduğu tek an


İngiltere'de St. Thomas's hastanesi. Aynı gün doğan bebeklerin buluşma günüymüş.
Farklı renkteler ve muhtemelen farklı kültürlere sahip farklı dinlere mensuplar şimdilerde. Farklılıkların sorunsuz halde iç içe bulunabileceği tek zaman belki de bu yaşlardır.

Fotoğraf Chris Steele-Perkins'e ait.

18 Eylül 2014 Perşembe

Büyüyen Fotoğraf Küçülen Sosyoloji







Fotoğraf: Lewis Wickes Hine, Jacob A. Riis ve Poul Strand

Fotoğraf yalan söylemez, ama yalancılar fotoğraf çekebilir diyor, Lewir Hine.
 
19 yy. sanatta fotoğrafı, bilimde de sosyolojiyi ortaya çıkarmıştır.

Sosyolojinin ve fotoğrafın aynı anda ortaya ÇIKMASI RASTLANTI DEĞİLDİR. John Berger’in belirttiği gibi, 1839’da fotoğraf makinesi icat edildiği sırada Auguste Comte “Pozitif Felsefeye Giriş” kitabını tamamlamak üzeredir.

Sosyoloji makro bir bilim olarak toplumları kontrol altında tutma amacıyla yola çıkar.

Kapitalizmin etkisiyle sosyoloji küçülüp, gerçeklikten uzaklaşırken, fotoğraf, toplumları denetim araçlarından biri haline gelir.

“Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. Ne var ki başka bir anlamda da görme sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz.” John Berger

Evrende egemen olan kuram körlüktür.
Zamanın artık çekilmez olduğu, taşınması olanaksız bir yüke dönüştüğü noktada koparılabilmesi ancak körlüğün yardımıyla düşünülebilir. Elias Canetti

Sosyal ilişki ve bir deneyimin içinde olmak dokunma ile başlar, görmeyle değil.



Susan Sontag “Platon’un mağarasında hala iflah olmaz biçimde oturan insanoğlu, o eski alışkanlıklarını sürdürüp kendini gerçeklikle değil, gerçekliğin gölgesiyle oyalıyor.”

Bir şeyi güzel olarak görmek, onu zorunlu olarak yanlış görmek demektir.

Fotoğrafın keşfiyle birlikte ünlü ressam Paul Delaroche, “Bundan böyle resim sanatı ölmüştür” der. Ona göre, fotoğraf, sanatın tüm ilkelerine cevap verecek güçtedir.
1864 yılında 6 ülkede 25 tane fotoğraf dergisi yayınlanıyordu.

1888 yılında George Eastman, Kodak makineyi satışa çıkardı.




Jacob A. Riis fakir kesimleri ve gecekonduları fotoğraflar “How the Other Lives-1890 ve Children of the Poor-1892” toplumu öyle sarsar ki New York’da yeni yasalar çıkartılır.

Sosyolog Lewis Wickes Hine da göçmenleri ve çocuk işçileri fotoğraflar. Sonucu, çocuk işçilerin çalışma koşullarının yasa ile düzeltilmesi olur.

Fotoğraf makinesi, dönemini görüntülemeye, olan biteni kaydetmeye çalışır. Sosyal bilimler de öyledir. Önce yaşanılan gerçeğin altını çizerler. John Berger

Poul Strand ilk dönem çalışmaları daha çok New York’taki insanları konu alır. İleri dönem fotoğrafları ise yaptığı yolculuklarla ilgilidir. Sıradan olayları ilgi çekici ayrıntılarıyla görüntülemiştir. Çektikleri önceden düşünülmüş fotoğraflardır. Anı yakalamak yerine anı yaratmaya çalışmıştır.

Tüketim kültürü insanlara sahte bir özgürlük sunar. Stuart Ewen’a göre “…tüketici kendisine yeni özgürlükler sunulduğunu zannedebilir, oysa acımasızca aldatılmaktadır. Sunulan şey özgürlük yanılsamasından başka bir şey değildir”

Kitle kültürü içerisinde yabancılaşan insanlarda bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde gerçeklikten kaçış görülmektedir. Kitlesel tüketimin verdiği haz gerçekliğin yerini almış gibidir.

Sanat ile reklam arasındaki farklılık artık ortadan kalkmış gibidir. Kültürel ürünler gerçek bir gereksinmenin karşılanmasından çok, değişim için imal edilmektedirler.

Kitap için müzik: SAVA - Yo m'enamori

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Müslüman ülkelerde Ramazan üzerine...

İzlediğiniz fotoğraf Peter Menzel'in "Aç gezegen dünya" adlı albümünden. Bu albüm oluşturulurken ki amaç, ülkelerin orta kesim sıradan ailelerinin bir haftalık gıda tüketimlerini bir araya getirmek ve bir haftalık gıda harcamalarının fiyatlarını ülke ülke kıyaslamak. İzlediğiniz fotoğraf Çad'da çekilmiş. Bir haftalık gıda harcamaları ise yaklaşık olarak üç dolar.

İzlediğiniz ikinci fotoğraf ise Kuveyt'te çekilmiş. Haftalık üç yüz dolar gıda harcaması olan bir aile.

İzlediğiniz üçüncü fotoğraf ise Mısır'da çekilmiş. Bu fotoğraf hakkında detaylı bilgi vermek istemiyorum çünkü fotoğraf çekildiğinde Mısır'da henüz Arap Baharı olmamıştı.



8 Haziran 2014 Pazar

Bilge maymun


Bilge üç maymunu taklit eden üç maymun

4 Haziran 2014 Çarşamba

Çok dilli fırın


1922 yılında İstanbul'da bir fırın. Bu fırın o yıllarda ki çok kültürlü bir ortamı anlatıyor aslında. Fotoğrafı büyütüp bakarsanız altı dilde fiyat listesi olduğunu göreceksiniz: Osmanlıca, Ermenice, Rumca, İbranice, İngilizce ve Rusça.

20 Nisan 2014 Pazar

Ve öyle masum...


Nedensiz bir çocuk ağlaması bile 
Çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.
Edip Cansever

22 Şubat 2014 Cumartesi

Ayna karşısında poz vermek

İşte size ileri görüşlü bir hanımefendi. Şu sıralar hayli moda olan aynada kendi fotoğrafını çekmenin ilk örneği 1900'lü yılların başında çekilen bu fotoğraf. O zamanın teknolojisiyle hayli uğraşmış olsa gerek...

İstanbulda artık göremeyeceğimiz kış manzarası

 Ancak fantastik filmlerde ya da kışın çok soğuk geçtiği yerlerde gördüğümüz donmuş nehirler, göller misali vaktiyle Marmara Denizi de donmuş. 1929 yılında o kadar soğuk olmuş ki, Haliç donmuş. Benzer bir soğuk 1954 yılında yaşanmış, bu sefer Karadeniz'in kuzeyinden gelen buz kütleleri bıoğazı kapamış, kullanılmaz hale getirmiş. Yaklaşık iki hafta bu böyle devam etmiş.

25 Ocak 2013 Cuma

Optik illüzyonlarla kendi tarzını yaratan fotoğrafçılardan biri Erik Johansson




Söz konusu müzik olduğunda teknolojinin nimetlerinden yararlanılması müziği çirkinleştirse de fotoğraf sanatında teknolojinin kullanılması fotoğrafın kendi iç dünyasında daha farklı kapıların açılmasına olanak sağlıyor. Zaten fotoğraf makinesinin kendisi teknolojik bir alet olduğu düşünülürse daha ileri teknolojilerin fotoğraf sanatında kullanılması bence yadırganmamalı.



 




Buyrun  bu da web sitesi

25 Aralık 2012 Salı

31 Temmuz 2012 Salı

Büyük bir kalabalık ama yalnızlık diz boyu


İzlediğiniz fotoğraf Timurtaş Onan : Beyoğlu Geceleri albümünden. Metropolde yaşayanlar bilirler, varolmak gerçekten zor. Bu kadar göç alan kalabalık bir şehirde insanların yaşamlarındaki uçurumlar New York gibi metropollerde olduğu gibi kaçınılmaz. Herkese yer olmadığı apaçık ortada. Beyoğlu’nda da bunu gözlemleyebiliyor insan. Bir tarafta eğlenen bir kesim bir tarafta üç beş kuruş için orada bulunan geceinsanları, karton kutuların üstünde yatan evsizler, kendini alkole vermiş eski sinema emekçileri ve usunu yitirmiş umutsuz kişiler. Büyük bir kalabalık ama yalnızlık diz boyu,coşku ve öfke bir arada.Eğlence yerleri de enteresan; Jazz kulüpleri,türkü barlar ,elektronik müzik yapan kulüpler,travesti pavyonları, Rock barlar hepsi yan yana.

13 Mayıs 2012 Pazar

En yaygın dil fakirliktir

İzlediğiniz fotoğraf Çin'li bir köylünün yaşantısını anlatıyor. Maddi gücü olmayan tarımcılar traktör ya da tarlayı sürecek hayvanları olmadığı için daha güç ve zahmetli yöntemlere baş vuruyorlar.

Ne dersiniz, fakirlik o kadar yaygın bir dil ki İngilizceden bile daha yaygın. Fakir olunca ne burada ne de dünyanın başka bir ucunda yaşamak kolay değil.

395 metre yükseklikte bal hasatı

İzlediğiniz fotoğraf Fransız fotoğrafçı Eric Valli tarafından Nepal'de çekilmiştir.

Fotoğrafta izlediğiniz Nepal kabilelerinde ''Gurung'' denilen bal toplayıcılarından biri. Kendisi 63 yaşında ve yirmili yaşlarından beri her yıl 395 metrelik bir uçurumda bal hasat ediyor.

Para, tüm kesimden insanların vaz geçilmez bir organıdır.

İzlediğiniz fotoğraf Micah Albert tarafından Kenya'da çekilmiştir.

Çöp toplayıcılar, genellikle toplumun en düşük ekonomik sınıfıdır. Fotoğraftaki çöp toplayıcı tüm gün 50 cent kazanabilmek umuduyla kauçuk ve hurda topluyor.


Para, tüm kesimden insanların vaz geçilmez bir organıdır. Sağlık çoğu zaman kimin umrunda?

Sessiz fotoğraf denemesi



Roland Barthes Camera Lucida kitabının bir yerinde Gustav Janouch ile Franz Kafka'nın fotoğraf hakkındaki bir diyaloğundan bahseder. Janouch Kafka'ya "Görüntü için gerekli koşul görmedir" der. Kafka'nın cevabı ise basit olur: "Biz nesneleri aklımızdan çıkarmak için fotoğraflarız. Öykülerim gözlerimi kapamamın bir yoludur." Daha sonra Barthes devam eder: "Fotoğraf sessiz olmalıdır (yaygaracı fotoğraflar vardır, onları sevmem): bu bir ölçülülük sorunu değil, bir müzik sorunudur. Mutlak olan özellik ancak bir sessizlik hali ve çabası içinde sağlanabilir". (Camera Lucida, Fotoğraf Üzerine Düşünceler, Altıkırkbeş Yayınları, Şubat 2000)

Aforizma


   Aforizma: “Yokluk, herşeye zorunlu olarak tokluktur.”

Fotoğraf: Tuna Akçay

Ba-şar-mak

İzlediğiniz fotoğraf yazar ve fotoğrafçı Merih Akoğul tarafından Adana'da Down Sendromu ve Otistik çocuklara eğitim verilen bir okulda çekilmiştir.

Merih Akoğul, engelli çocuklar fotoğraf projesi için yaptığı röportajdan ufak bir alıntı (Projenin adı “Ba-şar-mak” ) : ''Onları, Tanrı’nın işaretlediği çocuklar olarak görüyorum. Daha değerliler. O çocukların hiçbirinin engeli kendilerinden kaynaklanmıyor. Doğum sırasında boyunlarına kordon dolanıyor oksijensiz kalıyorlar, annel
erinin kullandığı ilaçlardan etkileniyorlar, akraba evlilikleri var, bazen Down Sendromunda olduğu gibi kromozom sayısı etken oluyor. Şimdi bu çocuklar benim için çok daha özeller. Projelerimi bitirdikten sonra bana “Neden engelli çocuklar?” ya da “Ailenizde engelli kimse var mı?” diye kaç kez soru geldi. İlle böyle bir şey mi beklemek zorundayız. Yani ülkeyle, vatanla ilgili düşünebilmek için bir çocuğunuzun şehit mi düşmesi mi gerekir? Engellilerle, Down Sendromlularla ya da Otizmle ilgilenmek ve bunlara yönelik projeler yapmak için mutlaka ailenizde bir engelli olması gerekmiyor. İnsanoğlunun başına bir şeyler gelmeden olayların farkında olması gerekiyor.''