Sosyoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sosyoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Kasım 2017 Çarşamba

Aile kurumu üzerine





Aile kavramı  toplumdan topluma farklı algılanabilen bir kurumdur.  Örneğin, geleneksel Kızılderili Navajo kabilesinde, eşler asla bir arada yaşamazlar. Koca, diğer erkeklerle ortak kullanılan mekanda yaşarken; karısı, annesi ve kız karşeleriyle birlikte yaşar. Evlilik ilişkisi belirli ziyaretlerle sınırlıdır.
Afrika'daki Maasai kabilesi üyesi,yakın bir arkadaşının, eşiyle birlikte olmak için izin istemesini normal ve uygun bulur. Koca ya da onun eşinin ''cinsel misafirperverliği'' reddetmesi, kaba bir davranış olarak değerlendirilir.



  

Fotoğraflar: Jimmy Nelson


20 Ağustos 2017 Pazar

İnsanla ilgili düzenli bilgi yani Antropoloji


Antropoloji
Bilim, bir özneye ya da bir grup özneye ait bilginin dizgesel (sistematik) anlatımı ve sınıflandırılması olup, bu bilgi araştırmalar sonucu olduğu denetlenebilen ilkeler ve yasalar olarak düzenlenmiştir. Buradaki teme ölçü, “bilginin dizgesel araştırmalar sonucu doğruluğu denetlenebilen” ilkeler ve yasalar halinde düzenlenmiş oluşudur. S. 11
Bugün bilimsel bilgi alana psikolojik tepkilerden anlık (zihinsel) etkinliklere, Termodinamiğin matematik yararlarından ırklar arası ilişkilere, yıldızların oluşumu ve parçalanmalarından kuşların göç yollarına, ultramikroskobik virüslerden extragalatik kitlelere, kültürlerin yok oluşundan evrenin parçalanmasına kadar yayılan bir alanı kapsar. Bu derece birbirinden farklı konuları kapsayan bir alanın, herkesçe kabul edilen bir tanımı yapmak ise olanaklı değildir. S. 12
Açıklama ile varsayım kesinlikle birbirinden farklı şeylerdir. Genellikle sosyal bilimlerde ilişki bildirilerinden daha çok kavram açıklamaları yapılmıştır. Burada akla gelen, “Acaba insan davranışlarıyla ilgili varsayımlar ortaya konulamayacağı için  mi sosyal bililmlerde varsayımlardan daha çok açıklamalar yapılıyor?” sorusudur. Bu sorunun cevabı ise belki şu olabilir: İnsan davranışlarının son derece karmaşık olması nedeniyle ilişki bildirilerine, yani varsayımlara ulaşmak güç olabilir. Ancak asıl neden: sosyal bilimler üyelerinin bu yolda düşünmeye başlamalarının çok yeni oluşudur. Üstelik sosyal bilimler alanında genellikle “açıklamalarla” “varsayımlar” yani ilişkiye işaret eden bildiriler karıştırılmıştır. Bu hususta bir örneği antropoloji alanında verebiliriz<. Bir antropoloğa Çinlilerin neden süt sevmediğini sorsanız muhtemelen “kültürleri” sebebiyle der. Ama bu soruyu açıklayan bir cevap değildir. Ancak şu da belirtilmelidir ki, sosyal bilimlerdeki kavramları ve özelliklerini saptamak tümüyle faydasız sayılmaz. Aksine bunlar olmaksızın “ilişki bildirileri” anlamsızdır. S. 19
Antropoloji kelime yapısı olarak iki yunanca kelimenin birleşimidir. “insan”” anlamına gelen Antropos ile “düzenli bilgi” anlamında olan Logos. Böylece kelime anlamı olarak Antropoloji, insanla ilgili düzenli bilgi anlamındadır. S. 21
Antropoloji birey olarak insanla ilgilenmez. İlgisi grup içinde yaşayan insan ve bu insanın yaptıkları ve davranışlarıdır. S. 21
İnsan davranışlarının ne denli çeşitli ve farklı olduğunu göstermek üzere çeşitli davranış anlamlarına bakalım: Örneğin, gıdalanma sonsuz biçimde gruptan gruba değişir. Arktik bölgelerde yaşayan Eskimolar hemen hemen sadece et ve balıkla yaşarlar, buna karşılık Meksika yerlisi insanların gıdası tahıl ve sebzedir. Doğ Afrika’da yaşayan Baganda gruplarında süt ve sütlü gıda vazgeçilmez bir gıda türüdür. Batı Afrika’da ise yenilmese de olur. Amerikan yerlileri arasında balık aranılan bir gıdadır. Fakat Yeni Meksika  ve Arizona yerlilerinden olan Navaholar ve Apacheler balığı mide bulandırıcı bir şey olarak kabul ederler. Yine bazı Meksika yerli grupları ve diğer bazı insan grupları köpeği lezzetli bir gıda türü sayarlar ve özel olarak beslerler, ama diğer bazıları için düşüncesi dahi mide bulandırıcıdır. Müslümanlar ve Museviler için domuz eti yenilecek şey sayılmaz; başkaları için pek leziz ve besleyici bir gıdadır. Pek çoğumuz tavşan eti ya da kaplumbağa bacağı ya da kızarmış salyangozu iştah açıcı bulmayız. Buna karşılık bazıları ise bunları nadide bir yiyecek olarak addederler. S. 128
Taylor kültürü şöyle tanımlar: bir toplumun azası olarak insanoğlunun kazandığı bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk, örf, yetenekler ve adetleri içeren karmaşık bir bütündür. Linton kültürü “sosyal kalıtımla” eşleştirir. Lowie “Sosyal gelenekler bütünü” olarak tanımlar. S. 129
Hayvanlar aleminde kültür mevcut olmaksızın “toplumun” var olduğu bir gerçektir. Arılar, karıncalar toplumu bunun en bilinen örnekleridir. Böylece kültür insan türüne has olup hayvanlar aleminde başka hiçbir canlı toplumunda var olmayan bir olgudur. S. 129
Kültürün en önemli özelliklerinden biri de ilerlemiş kültürlerin gittikçe artan bir güçle doğayı kontrolü altına alabilmesi ve insanın doğaya hakimiyeti arttığı nispette  doğaya bağımlılığının azalmasıdır. S. 132
Bir toplumun yapısı, birbirinden farklı tipte kurallardan oluşur. Bireyler grupların temel birimleridir. Kurumlar ise sosyal bir hedefe varabilmek için bir grup içindeki bireylerin çalışmlarından doğan belirli ilişkiler kümesidir. Başka bir deyimle, kurumlar insanın çeşitli gereksinmelerini karşılamak üzere gösterecekleri etkinlikler için toplumca kabul edilmiş ve yerleşmiş usullerdir. S. 133
Çeşitli toplumlarda kadınlara ve erkeklere has olarak gösterilen faaliyetler göz önüne alınırsa, bu farklılaşmanın hemen tamamıyla kültür işi olduğu açığa çıkar. Arapesh kadınları genel olarak erkeklerden daha ağır yük taşırlar. Kabilenin inancına göre bunun nedeni “kadınların başlarının daha kalın ve kuvvetli oluşudur”. Bazı toplumlarda ağır işlerin tamamı kadınlar tarafından yapılır. Tchambuli buna örnektir. Marques adalarında yemek pişirmek, bütün ev işleri, çocuk bakımı, erkeklerden beklenen işlerdir. Kadınlar zamanlarının çoğunu süslenmekle geçirirler. Yine bazı ilkel topluluklarda hareketli ödevler kadınlara verilmiştir. Tasmanya yerlilerinde oldukça güç bir iş olan ayı balığı avcılığı kadınların işidir. Ağaç tepelerinde yaşayan opossum avcılığı da ağaçlara tırmanmak suretiyle kadınlardan beklenen iştir. Kadınların ve erkeklerin yapacakları işler toplumdan topluma değişmekle beraber her toplumda iş dağılımı bakımından daima kadın ve erkek farkı yapılır. S. 134
Belirli bir kültür, bir toplumun üyeleri tarafından paylaşılan yaşama düzeni olup, topluma ait aletler, teknik, sosyal kurumlar, davranışlar, tavır alışlar, inançlar ve değer yargılarının bütünüdür. S. 136
İnsan içinde yaşadığı doğanın açıklayamadığı güçlerini merak etmeye ve bunları da anlamaya çalışıyordu. İçinde yaşadığı doğanın açıklayamadığı güçlerini kendine benzeyen fakat kendinden daha güçlü varlıklar olarak düşünmeye başladı; ve bu kudretli varlıkları kendine yararlı bir şekilde hareket ettirmeyi ve kullanmayı düşünmüş olmalı; böylece sihre, büyüye başvurdu. Sonuçta, toplum içinde gıda maddelerini üretenlerin ve alet yapanların yanında, görünmeyen bir alemin güçlerini kendilerine yarar şekilde kullanmaya çalışan ve bu kudretli varlıkların yardımlarını sağlamaya çaba gösteren bir sınıf belirdi; bunlara ruhban sınıfı diyoruz. Bu sınıf, sihir ve büyü yoluyla evrenin üstün güçlerini kontrol altına almaya ve onların yardımını sağlamaya çabalıyor, aynı zamanda içinde yaşadıkları dünyayı anlamaya ve açıklamaya da gayret ediyordu. S. 146
Sanılır ki doğada bir düzen olduğu düşüncesini insana ilham eden gökyüzü olmuştur. Güneşin hep aynı yerden doğuşu hep aynı yerden batışı, ayın gökyüzünde değişmeyen bir yol izlemesi, insanı hiç kuşkusuz hayretlere boğmuş ve bu düzeni saptamaya gayret etmişti. S. 147
Rahipler gökyüzü gözlemlerini sırf bir merak yüzünden yapmış değillerdi. Yıldızların hareketleriyle insanların gelecekleri arasında bir bağ olabileceğine inandıklarından gök cisimlerinin hareketlerine anlam vermeye çalışıyorlardı. Bilinmeyen bir yıldızın gökyüzünde görülüşü, güneşin tutulması bir harbin olacağına ya da salgın bir hastalığın, kıtlığın geleceğine bir işaret olabilirdi. Rahiplerin görevleri ise, bunların olacağını daha önce tahmin edip krallarına bildirmekti. İşte bu çabalar sonucu bir tip falcılık gelişti ki buna astroloji diyoruz. S. 147
Batı felsefesinin tarihini anlatan Bertrand Russell’e göre; büyük bir filozofun özellikle Aristo’nun eserleri okunurken iki özellik gözden kaçırılmamalıdır: Birincisi, kendisinden önce gelenlerle olan ilişkisi, ikincisi de kendisinden sonra gelenlere etkisi. Aristo, kendisinden önce gelen filozoflar ve matematikçilerden olumlu yönde sonsuz derecede faydalanmış, kendinden sonra gelenleri de sonsuz derecede olumsuz yönde etkilemiştir. Aristo, Grek düşünüşünün en yaratıcı devresinde gelmiş ve ölümünden sonra 2000 yıl onun ayarında bir filozof daha çıkmamıştır. Matematik, fizik, politik, etik alanındaki fikirleri tartışmasız kabul edilmiş ve bu nedenle felsefenin ve bilimin gelişmesinde önemli bir engel oluşturmuştur. S. 151
Romalıların kökeni kesinlikle bilinmez. Yaklaşık olarak M.Ö 2000 senelerinde, Greklere akraba olan ve Hint-Avrupa halklarından bir grup İtalya’da gözükür. M.Ö 1000 tarihlerinde Güney İtalya’ya ve Sicilya’ya yayılır. 900 senelerinde, nereden geldikleri kesinlikle bilinmeyen bir başka grup, Etrüskler, Tiber nehrinin kuzeylerine yerleşirler. M.Ö 8.asırda ise Grekler, Güney İtalya’da ve Sicilya’da koloniler kurarlar.
7.asırda Roma’daki küçük grup, kuvvetlenmeye başlar. Halkın büyük bir kısmı Latin olup kökeni Hint-Avrupa’dır. Fakat Etrüsklerle karışmış olmaları da çok muhtemeldir. Kuruluşlarında idare şekli krallık olup sonra Cumhuriyete dönüşür. Bundan sonra iki asır Roma toplumu siyasal çatışmalara sahne olmuş ve sonuçta M.Ö 451-450 yıllarında demokratik bir yönetim Roma’da yerleşmiş ve yavaş yavaş İtalya’ya egemen olmuştur. S. 152
“Hristiyanların, hastalıkların iyi olması için mumlar diktikleri devirlerde Müslümanlar doktora giderdi” diyor bir yazar. Yalnız Bağdat’ta 864 kayıtlı hekimin olduğu bilinmektedir. 9.asrın sonlarında ve 10.asrın başlarında ilerleyen bilgiler arasında kimya, cebir, astronomi, trigonometri, optik ve botanik sayılabilir. S. 154

İslamiyet’te bilimin en yüksek devreye eriştiği devirlerde bilim adamları gözleme ve deneye de önem vermekteydiler. Bu yöntemin en önemli temsilcilerinden ikisi Jabir ve Al-Razi’dir. S. 154

 Nephan Saran, Antropoloji, İnkilap Kitapevi, İstanbul, 1992   




12 Ağustos 2017 Cumartesi

Sosyolojik Düşünme Yöntemi Sosyoloji Bilimine Giriş

Kitabın ismine bakarak bir ders kitabı şeklinde yazıldığını veya sıkıcı olabileceğini düşünebilirsiniz. Eğer bu konulara ilgi duymasaydın sadece ismine bakarak ben de bu kanıya varabilirdim. Bu kitabı öneriyorum herkese. Emin olun sıkılmadan okuyacaksınız. Her konunun başında ufak bir tanım olmakla birlikte geri kalan kısımlarda sosyologların nasıl araştırma yaptıklarını mevcut geçmişte yapılan araştırma örnekleri üzerinden anlatılıyor. Kitaptaki bir takım araştırma örnekleri ise şunlar: İnsanlar neden intihar eder, insanlar neden korkar, hastalıklara fiziksel ve psikolojik sebeplerden başka sosyolojik sebepler de etken olabilir mi, Sokak Köşesi Cemiyeti, Kentli Köylüler, Sefalet Mahallesinin Toplumsal Düzeni…

Kitapta altını çizip bloğa koyabilecek kısımlar yoktu. Kitapta anlatılmak istenilen her şey örnekler üzerinden anlatıldığı için eğer kitaptan alıntı yapmak neredeyse imkansızdı. Kitabı tanıtma amacıyla ve gerçekten ilginç bulduğum için akıl hastanesinde yapılan bir deneyi eklemeye karar verdim. Bu deneyi okurken aklıma Şizofreni adlı izlediğim kısa film geldi. Filmde ilk söz şu: “Ben deli değilim. Benden başka herkes deli olduğu için beni zannediyorlar.”

Sosyolojik Düşünme Yöntemi

Sosyologlar akıl hastanelerinin içinde olduğu kadar dışında da “deli” bulunduğunu düşünmektedirler. Bir kişinin akıl hastası olarak sınıflandırılmasına ve akıl hastanesine yatırılmasına götüren etkenler, kuralları çiğneyen kişilerin özelliklerinden çok, onlara karşı yapılan toplumsal tepkiyle ilişkilidir. Şöyle bir delil ileri sürmektedirler: Ruh hastalığı gerçekten hastalık ise ve ruh hastası “normal” insanlardan önemli ölçüde ayrılıyorsa o zaman doktorların teşhislerinde anlaşmaları ve ruh hastaları ile “normal” insanları birbirinden ayırmaları gerekir.
Fevkalade sağlıklı bir grup insan hastane kliniğine gidip iç ağrısı hissettiklerinden ve kanser olduklarını sandıklarından şikayet etselerdi acaba ne oldurdu? Testler yapıldıktan sonra doktorlar hastaların kansere yakalanmadığını ve hastalık hastaları oldukları sonucuma varacaklardır. Bir grup “normal” insanın akıl hastanesine gidip “sesler işittiklerini” şikayetlerinde bulunsalardı sence ne olurdu? Psikiyatristler bu insanlarla görüşme yapabilir, bazı psikiyatrik teşhis testleri uygulayabilir ve “normal” insanların gerçekten normal olduklarını ve tedaviye ihtiyaçları olmadığı sonucuna varacaklardır.
İşte sosyal psikiyatr D.L. Rosenhan böyle bir test yaptı. Daha önce psikiyatrik bir sorunu hiç olmayan 8 kişiden 12 farklı hastaneye gitmelerini ve kendilerini hasta olarak göstermelerini istedi. Bu 8 kişinin hepsine “boşluk” “yankıyan ses” ve “gümbürtü” gibi şeyler söyleyen sesler duydukları şikayetlerinde bulunmaları kendilerine söylenmişti. Bu sahte şikayet ve meslekleri konusunda yalan söylemenin dışında (bazıları psikologdu), diğer sorulara dürüst cevap verdiler. Hastaneye kabul edilmeden önce bu 8 kişinin hepsi kendilerinin sahtekar olduklarının hemen açığa çıkacağından korkuyorlardı. Ancak bunların bir tanesi bile yakalanmadı. Hepsi hastaneye kabul edildi ve hepsine şizofren oldukları teşhisi konuldu. Yattıktan sonra, semptomlarının kaybolduğunu söylediler normal davrandılar ve taburcu olmaya çalıştılar. Hastanede yatma süresi ortalama 19 gündü ve 7 ile 52 gün arasında değişik süre yattılar. En nihayet “hafifleyen şizofreni” teşhisiyle serbest bırakıldılar. Akıl hastanesinde kaldıkları süre zarfında bir tek hastane görevlisi bile bu normal insanların buraya ait olmadığı şüphesine kapılmadı.
Rosenhan bulgularını meşhur bir üniversitenin tıp merkezindeki doktorlara sunduğunda, bulguları hastane personelinin yetersizliğine yordular ve böyle bir şeyin kendi üniversitenin idare ettiği hastanede asla olmayacağı iddiasında bulundular. Rosenhan da gelecek üç ay zarfında bir veya daha fazla yalancı hastayı hastanelerine göndereceğini söyledi. Kendisini hastaneye kabul edilmesini isteyen her hastanın potansiyel yalancı bir hasta olabileceği konusunda hastane personelinin hepsine talimat verilmişti. Bu süre zarfında hastaneye yeni kabul edilen 200’e yakın hasta üzerinde kanaat belirtilmişi, kırk bir hasta, personel tarafından yalancı hasta olma ihtimali yüksek hasta olarak değerlendirilmiş; 23’ü en azından bir psikiyatr tarafından şüphelenilmiş; ve 19’unda da en az bir psikiyatr ve bir personel şüphelenmiştir. İşin gerçeği hiçbir yalancı hasta gönderilmemişti. Bu neyi ispat eder? Personel akıl hastanesinde gelen her kişinin deli olduğunu kabul etmekte ve ona böyle davranmaktadır. Bu “ruhi kurgu” bozulduğunda ve bazı hastaların deli olmadığı konusunda personel uyarılınca, o zaman hastaların önemli bir azınlığının ciddi bir sorunu olmadığı kabul edebilmektedirler.
Rosenhan ve diğer bir çok kişi tarafından yapılan araştırmaların sonuçları akıl be sinir hastalıkları hastanelerinde yatan bazı hastaların, hastanenin dışındaki bazı insanlardan daha fazla hasta olmadıkları sonucuna götürmektedir. S. 162-164


Sosyolojik Düşünme Yöntemi Sosyoloji Bilimine Giriş, Stephan Cole, Vadi Yayınları, Çev. Bekir Demirkol, Ankara, 1999

4 Ocak 2017 Çarşamba

Baraka'dan

Çok az şey Baraka ve Samsara kadar etkileyicidir. Olsun müzikleri, olsun görsel ziyafet ve verdiği mesajlar, farklı geleneklerin, dinlerin, adetlerin aynı kapta yani dünyada harmanlandığını ve ortaya çok lezzetli bir yahninin çıktığını hep unutuyoruz.

29 Ocak 2016 Cuma

TÜKETİMİN ESTETİĞİ VE MEDYA: “BUGÜN NE GİYSEM” PROGRAMI ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME

TÜKETİMİN ESTETİĞİ VE MEDYA: “BUGÜN NE GİYSEM” PROGRAMI ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME
Bilge GÜRSOY

ÖZ
‘Estetiğin ideolojisi’nin tüketim toplumu yaratılmasındaki rolünü irdeleyen bu çalışma, estetik, ideoloji ve tüketim kavramlarını inceleyerek, ilişkilendirerek, ‘estetiğin ideolojisi’yle oluşturulan tüketici kimliğine ve medyanın rolüne dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Estetiğin özneyi şekillendirilmesindeki kullanımı ve buna bağlı olarak “Bugün Ne Giysem” isimli televizyon programı irdelenmiştir. 2011’den beri Show TV’de hafta içi her gün yaklaşık 2 saat süreyle yayınlanmakta olan “Bugün Ne Giysem” isimli televizyon programı iki hafta süreyle izlenmiş, oluşan gözlem sonucunda söylem analizi yapılarak, kadın güzelliği ile tüketilen nesneler arasında ilişki kurmada adı geçen programın rolüne dikkat çekilmiştir. Felsefi bir
disiplin olan estetik bilimini kuran Alexander Gottlieb Baumgarten’a göre estetik duyusal bilgidir ve “mantığın küçük kız kardeşidir.” Bu bilgi sadece sanat alanı ile ilgili değildir; Terry Eagleton, “estetiğin ideolojisi” kavramıyla toplumun, burjuvanın estetik aracılığıyla nasıl ortak bir kimlik kazandığını, Walter Benjamin, siyasetin estetize edilmesini irdelemişlerdir. Estetik aracılığıyla insanlar kendilerine verilenleri zorlama olmadan kabul ederler, benzer şeylerden hoşlanırlar, benzer tarzda giyinirler, görgü kuralları gibi benzer kurallar çerçevesinde bütünleşirler. Estetiğe uyduğumuz zaman özgür olduğumuzu hissederiz,
estetik kendisini bir tür evrensel hakikat gibi sunar. Kapitalist sistem tüketimi estetize etmiştir, tüketim bizi bir arada tutar, ortak kimlik verir, duygularımıza hitap eder ve yasalardan daha önemlidir.

GİRİŞ
Günümüzde tüketimin estetize edilmesi sonucu tek tek bireyler, tüketerek ve tüketimden
haz alarak bir tüketim toplumunun gönüllü parçası haline gelmişlerdir. Estetik duyular
alanıyla ilgili olduğu ve bireyin beğenmesini, haz almasını içerdiği için, bireyler estetize
edilerek kendilerine sunulmuş herhangi bir şeyi, kendi arzularıyla istediklerini düşünürler.
Duyular alanıyla akıl alanı arasındaki gerilim estetik aracılığıyla giderilir. Bu nedenle çeşitli
güç odakları çıkarlarına uygun durumları, nesneleri estetiği kullanarak hiç zorlanmadan
bireylere kabul ettirebilirler. Örneğin Walter Benjamin’e göre, Alman faşizmi “siyaseti estetize eder” (Oskay, 2007: 65). Ernest Cassirer ve Edmund Burke’den aktaran Eagleton’a
göre estetiğin amacı çoğu kez özneyi yeniden şekillendirmektir. “Öznenin en incelikli duygulanımlarını ve bedensel tepkilerini bir yasa olmayan yasayla biçimlendirme işlemi
estetiktir, böylece özne iktidarın buyruklarını çiğnemeyi iğrenç bulur’’ (Eagleton, 2010:
69). Örneğin 18. yüzyılda İngiltere’de toplumun bir arada tutulmasını sağlamak için görgü
kuralları, ahlak estetik hale getirilmiş ve toplum içinde istenen uyum sağlanmıştır. Düzenin
devamlılığı ve istikrarı açısından estetiğe önemli bir rol düşmektedir. S. 86
“Bugün Ne Giysem” ve benzeri programlar, tüketimin estetize edilmesinde estetik biliminin
kullanımına dikkat çekmesi açısından önemlidir. Estetik aracılığıyla insanların duyular alanına
hitap edilir, insanlar kendilerine sunulan, dayatılan her tür politik görüşü, tüketim ürününü
iyi, güzel, hoş bularak kendi istekleriyle, özgürce kabullendiklerini ve istediklerini düşünürler.
Adı geçen yarışma programı tüketimin estetize edilmesi sonucunda insanların tüketimden
haz almasının, tüketim toplumu olmanın ve ortak tüketici kimliğinde birleşmenin altını bir
kez daha kalınca çizmiştir. Tüketici kapitalizminin gelişmesiyle birlikte, toplumsal düzen ve
tüketim de estetize edilmiş ve insanların hoşuna giden, kendi beğenileriyle özgürce içinde
yer aldıklarını düşündükleri tüketim toplumları yaratılmıştır. ‘‘Tüketim nesnesi tüm ayırt
edici kimliklerin çöküşüdür” (Eagleton, 2010: 467). S. 86

Estetik Üzerine

Baumgarten’a göre estetik bir tür mantıktır, “mantığın kız kardeşidir.” S. 86
Yetkin bilgi doğru bilgidir. Estetik bilginin yetkinliği de doğruluktur, fakat estetik bilgi alanına giren doğruluk, güzellik adını alır (Tunalı, 2007: 13–15). S. 87
Benedetto Croce’ye göre estetiğin konusu sezgidir.

Sezgi, kavramsal bilgiden önce gelen, onun temelini oluşturan ve bireysel olanı veren en
yalın bilme biçimidir (Tunalı, 2007: 17). S. 87
Güzelliğin sadece bir sanat sorunu olmadığına dikkat çeken Eagleton, Edmund Burke’den
şu alıntıya yer verir (2010: 83): s. 87 

Güzelliği toplumsal bir nitelik olarak adlandırıyorum: çünkü erkekler ve kadınlar ve yalnızca onlar değil, fakat öteki hayvanlar da, onları seyrederken bize bir sevinç ve hoşlanma duygusu verdiklerinde (ve bu duyguyu veren pek çok şey vardır), bizi kendi şahıslarına yönelik şefkat ve sevgi duygularıyla esinlendirirler; onları yakınımızda görmekten hoşlanırız ve tersine güçlü sebeplere sahip olmadıkça, onlarla gönüllü bir şekilde bir tür ilişkiye gireriz.

“Estetik olan, düşünce ve eylemin dölyatağıdır, ama doğurduğu şey üstünde hiçbir tahakküm
Uygulamaz” s. 88

Estetiğin İdeolojisi

stetik sayesinde tek tek insanlar benzer şeylerden hoşlanırlar, benzer tarzda giyinirler, görgü kuralları gibi benzer kurallar çerçevesinde bütünleşirler. Örneğin 18. yüzyıl İngiliz ahlakçıları aracılığıyla ahlaklılık gitgide estetik kılınmıştır. Shaftesbury’deki etiğin, estetiğin, erdemin, güzelliğin birliği en açık şekilde görgü kavramında bulunur. ‘‘18. yüzyılda görgü bedeni disipline sokar, düzene sokulmuş uygar davranış biçimlerini verir, toplumsal pratikler estetik kılınır’’ (Eagleton, 2010: 67). S. 88

Görgü estetik olarak algılandığı zaman da, yasalardan daha güçlü bir hale gelir. Avrupa
burjuvazisinin siyasi egemenlik mücadelesinde estetik önemli bir rol oynamıştır (Eagleton,
2010: 41):
Burjuva toplumsal düzeninin nihai bağlayıcı gücü, mutlakıyetin zorlayıcı aygıtına karşıt
olarak, alışkanlıklar, dindarca bağlılıklar, duygular ve duygulanımlar olacaktır. Bu da,
böyle bir düzende iktidarın estetik kılınmış hale geldiğini söylemekle eşdeğerdir…
İktidar artık öznel deneyimin ayrıntılarından kazınmıştır ve buna göre soyut ödev
ile hoşlanma uyandıran eğilim arasındaki yarık da kapatılmıştır. 20. ve 21. yüzyılın kapitalist toplumlarında da benzer işlevi tüketim ürünleri, tüketimin estetiği sağlamaktadır. Eagleton’a göre Baumgarten’ın 1750’deki Aesthetica’sı yenilikçi bir tavır içinde duyumun bütün alanını açmaktaysa da, aslında bu alanı aklın sömürgeleştirmesine açmaktadır. Estetik –olan, aklın mükemmelliğinden pay alan, ama bunu ‘bulanık’ tarzda yapan var oluş alanıdır. ‘Bulanıklık’ burada karmaşa değil kaynaşma anlamında kullanılmıştır (34). S. 88
Burke’ye göre eğer estetik yargı istikrarsızsa, bu yargıda temellenen toplumsal duygudaşlıklar ve onlarla birlikte politik yaşamın tüm dokusu da istikrarsız olur. Bu nedenle beğeninin tekbiçimciliği, bizzat duyuların tekbiçimciliğine bağımlı olmak zorundadır (Eagleton, 2010: 83). Şöyle der Burke (Eco, 2006: 293):
Öncelikle güzel bedenlerin rengi mat ve lekeli değil, temiz ve açık olmalıdır. İkincisi çok baskın bir renge sahip olmamalıdırlar. Güzelliğe en çok yakıştırılanlar açık renklerdir; açık yeşiller, açık maviler, soluk beyazlar, pembe kırmızılar ve lilalar. Üçüncü olarak eğer bir renk baskın ve canlıysa s. 89

Toplumu kaynaştıran şey estetik taklit fenomenidir. Kuralların dikte edilmesinden çok taklit sayesinde hem daha etkili hem daha çok hoşa giden şekilde öğreniriz. Taklit etmek bir yasaya boyun eğmektir fakat bu yasa öylesine haz vericidir ki, özgürlük bu tür kölelikte yatar. Benzerlikler kalıplaştırılır, hegemonik olarak bütüne bağlanmayı sağlar (Eagleton, 2010: 84). B s. 89

Eagleton’a göre, bireyler farklı uzunlukta olsa bile, insani hacim değişmez s. 89
Eagleton, “Peki, ya bilginin kendisi de estetikse durum ne olacak?” diye sorar (70, 72). Bu sorusunun yanıtını da David Hume’un görüşleri verir. Hume tüm bilginin kaynağını duyum ve sezgiye indirgemiştir. On sekizinci yüzyıl İskoç aydınlanması düşünürü Hume için insan yaşamının en önemli rehberi alışkanlıklardır. Görüşleriyle Kant’ı önemli ölçüde etkileyen Hume’a göre, akıl olasılıkla bir duygu türüdür, tüm akıl yürütmeler ise göreneğin etkisinden başka bir şey değildir. S. 91

Anestezi ve Estetik

Günümüz tıp terminolojisinde kullanılan anesthesi terimi, estetik sözcüğünün kökeni olan Yunanca algılamak fiilinden türetilen ‘aesthesis’ sözcüğünün başına olumsuzluk eki getirilerek elde edilmiştir. Günümüz tüketiminin estetize edilişi toplumda sadece hoşa gitme değil, bir tür anestezi etkisi de yarattı denilebilir. Tüketimin uyuşturucu etkisine daha önce de pek çok düşünür dikkat çekmiştir. Örneğin Eric Fromm, Noam Chomsky halkın/tüketicinin uyuşturulmasından, hipnoz edilmesinden söz etmişlerdir. Adorno ile Horkheimer’in açtığı yolu izleyen Fromm, Marcuse ve Habermas gibi diğer Eleştirel kuramcılar da kendi eleştirel ve toplumsal kuramlarında kültür endüstrilerine temel bir rol atfederler. Kitlesel üretim ve tüketim 19. yüzyıl sonrasının sanayileşmiş modern kentlerinde görülür. Adorno ve  Horkheimer’dan sonra Herbert Marcuse, tüketim kültürünün, bireyleri satın almaya zorlayarak sahte ihtiyaçlar ürettiğini vurgulamıştır. S. 91

Fromm modern reklâmcılık için şöyle der; ”Tüm bu yöntemler özü itibariyle usdışıdır, bunların malların nitelikleriyle hiçbir ilgisi yoktur ve bunlar tüketicinin eleştirel kapasitelerini bir afyon veya doğrudan doğruya bir hipnoz gibi uyuşturmakta ve öldürmektedi” (Kellner,
2005: 237). Eagleton’a göre güzellik özgür rızamızı alır (86). S. 91

Mike Featherstone da (1991) Batı toplumlarının giderek estetize olmasına dikkat çeker. Ona göre 21. yüzyıl tüketimi küresel imaj ekonomisidir. Firmaların pazarlamalarıyla tüketiciler sürekli yeni moda yeni stil yeni duyumsama ve yeni deneyim arayışındadırlar. Markalar, imajlar kültürel süreçlerin önemli girdileridir ve bu girdilerle de yaşam şekilleri estetize hale gelmiştir. Featherstone’a göre, yaşam pasif olarak kabullendiğimiz bir şey değil, yarattığımız, ürettiğimiz bir şeydir, kapasitemizi kullanırız, fakat artık bunların hepsi stil olmuştur. 21. yüzyıl pazarlaması ‘deneyim’e vurgu yapar. Buna göre de estetize olmuş çevrede kullanıcı, alıcı veya tüketici yapımcı, tasarımcı olur, üretim ve tüketim birleşir. Bu nedenle 21. yüzyılda tüketimin ana kısımlarından biri tasarımdır. Ev, beden, ruh, alanlar bireysel tasarımın konusu olurlar. Dergiler iç mekân, bahçe dekorasyonuyla, yaşam stilleriyle ilgili konularla doludur ve benzeri konularda eğitim verilmesi giderek artmıştır (Dobers & Strannegard, 2005: 324-336). Seçme özgürlüğü de giderek artmış görünmektedir. Öte yandan bu seçim özgürlüğü akla Horkheimer’in at ve otomobil örneğini getirir. Horkheimer’e göre günümüz insanının seçme özgürlüğü atalarından çok fazladır, üretici güçlerin gelişmesiyle özgürlüğü korkunç artmıştır. Nicelik açısından çağımız işçisinin yararlanacağı ürün çeşidi, eski çağın soylusundan çok daha
geniştir. Bu tarihsel gelişme küçümsenmemelidir. Ne var ki özgürlük artışıyla özgürlüğün
niteliği değişmiştir. Örneğin ata binmekle otomobil kullanmanın içerdiği özgürlükler oldukça
farklıdır (Horkheimer, 1998: 123):
Sanki otomobili kullanan biz değiliz de uymak zorunda olduğumuz sayısız kurallar,
yasalardır. Hız sınırları vardır, yavaş sürme, durma, belirli şeritler içinde kalma uyarıları,
hatta biraz ilerideki dönemecin biçimini gösteren işaretler vardır. Gözlerimizi
yola dikmemiz ve her an doğru hareketi yapmak için tetikte olmamız gerekmektedir.
İçten gelen, kendiliğinden davranışlarımızın yerini, boğazımızı sıkan mekanik zorunluluklara
yönelttiğimiz dikkati dağıtacak her türlü duygu ya da düşünceyi silmemizi
gerektiren bir zihniyet almıştır. S. 92

BULGULAR

“Bugün Ne Giysem?” yarışma programının ön elemeleri için öncelikle yarışmacıların internet
üzerinden doldurması gereken formda “alışverişe ayda ne kadar zaman ayırırsınız?,” “tarzını
beğendiğiniz ünlüler kim?,” “vücudunuzda en beğendiğiniz yer neresi?,” “vücudunuzda en
beğenmediğiniz yer neresi?,” “kazandığınız takdirde 100 bin lira ile ne yapmayı düşünüyorsunuz?”
gibi sorular yer almaktadır. Bu sorularda ‘alışveriş’, ‘beğenmek’ kavramları bir
araya gelmekte, ‘estetik’, ‘güzellik’ ve tüketim ilişkili görünmektedir. Kazanılacak para ile
yapılacak şeylerin hayal edilmesi de yine akıldan çok duyular alanıyla, mantığın kız kardeşi
olarak nitelendirilen estetik alanıyla ilgilidir. S. 93

Adı geçen yarışma programında jüriye ait olan aşağıdaki söylemler tüketim yoluyla ‘şık’ olmak ve ‘estetik-güzel’ olmak arasındaki ilişkileri yansıtmaları bakımından dikkat çekicidir. Örneğin “Biraz kalçaların var ama bu elbise iyi kapatmış,” “Kendi bedenine uygun giyin, güzel olan beden parçalarını göster, çirkinleri sakla,” “Ayak bilekleri kalın kadınlar bu tür ayakkabıyla bileklerini daha ince gösterebilirler” şeklindeki dile getirişler tüketilen giysiler ve güzellik-estetik arasında çarpıcı bir şekilde ilişki kurmaktadırlar. S. 94

jüri üyelerinin yarışmacıların güzellikleri ve giysileri arasında ilişki kurdukları, yarışmacıların göğüslerinin, bacaklarının, ten renklerinin ve kalçalarının daha estetik görülmesi için giysilerin önemine dikkat çektikleri görülmektedir. S. 94

İrdelenen programda taşınan ürünlerin tek tek fiyatı sorulmakta, yarışmacılardan alınan
yanıtlardan benzer ürünlerin çok farklı fiyatlarda olduğu gözlemlenmektedir. Yarışma
öncesi adaylar alışverişe çıkmakta ve bu alışverişlerin görüntüleri, ürünlerin fiyatları
izleyicilere sunulmaktadır. Alışveriş sırasındaki ürün tanıtımlarında “vaauv” benzeri
seslendirme kullanılmakta, canlı renklerin seçimiyle de izleyiciler alışverişe, tüketime
özendirilmektedirler. “İyi ki aldım,” “alışverişi çok severim,” “sürekli alışveriş yaparım,”
“bu elbiseyi çok sevdim” gibi alışverişi ve sevmeyi bir araya getiren dile getirişler dikkat
Çekmektedir s. 94

Yarışmacılar, jüri tarafından daha pahalı veya daha ucuz ürünlere değil, sadece tüketime yönlendirilmektedirler. S. 95

İzlenen programlarda giysiler ve “gençlik” arasında da ilişki kurulmuştur.  Yarışmada  gençlik” ve giysiler arasında ilişki kurulduğu gibi, bilgi-eğitim ve giysiler arasında da ilişki kurulduğu gözlemlenmiştir. S. 95

Dellaloğlu’nun altını çizdiği gibi, “artık düzen ‘benim gibi düşün ya da yok ol’ demek yerine ‘benim gibi düşünmemekte serbestsin. Yaşamını ve tüm sana ait olanları koruyabilirsin, ancak o andan itibaren aramızda yabancısın’ demektedir” (126). Show TV’deki yarışma programında bu dışlama jüri üyelerinin yarışmacıya “bizimle değilsin” demeleri şeklinde yapılmış ve “alaturka” olma eleştirisi getirilmiştir s. 95

Adı geçen programda modacı/tasarımcı jüri üyeleri de yarışmacılar da hallerinden memnun görünmekte, bir görev sorumluluğuyla didinmekte, topluma hizmet etmektedirler. Ama neye ve hangi topluma diye sorarsak, kuşkusuz yanıtı tüketime ve tüketim toplumuna şeklinde olacaktır. Balık nasıl suda olduğunu bilmezse, yarışmayı hazırlayıp sunanlar da, yarışmacılar da estetize edilen tüketim kültürüne nasıl hizmet ettiklerini görememekte veya görseler bile konu estetiğin alanıyla yani duyular alanıyla, güzelle başarıyla kaynaştırıldığı
için bu hizmetten memnun, hoşnut görünmektedirler. Program, estetiğin ideolojisiyle
nasıl tüketimin estetize edildiğinin ve insanları tüketici kimliğiyle birbirleriyle uyum içine
soktuğunun ve bundan hoşlandıklarının en canlı örneklerinden biridir. Adorno ve Horkheimer’e göre kültür endüstrisi çağında düzen bedenleri serbest bıraksa da ruhlara saldırır. Frankfurt Okulu’na göre Kant’ın amaçsız amaçlılığı tersine okunmalıdır. Dellaloğlu bunu “erekli ereksizlik” olarak dile getirir. Kültür endüstrisi gerçek bir kültür değil, kendiliğindenliği olmayan şeyleşmiş bir sözde kültür üretir (2007: 20, 121). S. 96

TARTIŞMA VE SONUÇ

Eagleton’ı (71) haklı çıkaracak şekilde, günümüzde tüketiminin git gide estetik kılınışı,
küresel ölçekte kapitalist şirketlerin gücüne ve bu gücün giderek artışına işaret eder.
Show TV’deki “Bugün Ne Giysem?” isimli yarışma programında iyice görünür hale gelen
tüketim çılgınlığından insanların önemli bir bölümü memnun görünmekte ve her hangi
bir baskı olmadan kendi istekleriyle bu tüketimin bir parçası olarak yaşamaktadırlar. Bu
yaşanan süreç, akla estetiğin sadece duyu alanına hitap eden, hoşa giden vb. anlamları
dışında, bir tür uyuşturma anlamını da barındırdığını çağrıştırmaktadır. S. 96

Tüketici kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, toplumsal düzen ve tüketim de estetize edilmiş
ve insanların hoşuna giden, kendi beğenileriyle özgürce içinde yer aldıklarını düşündükleri
tüketim toplumları yaratılmıştır. Günümüz medyası bu görüşleri destekler nitelikte programlarıyla dikkat çeker. “Bugün Ne Giysem?” programı da estetiğin ideolojisini yansıtan tipik bir örnektir. “Tüketim nesnesi tüm ayırt edici kimliklerin çöküşüdür” (Eagleton, 2010: 467). S. 97

Tüketimin böylesine estetik hale getirilmesiyle 18. yüzyıl görgü kurallarının, ahlaklılığın estetik kılınması ve Alman faşizminin estetize edilmesi arasında pek bir fark yoktur. Nasıl o dönemin insanları, dışarıdan bir zorlama olmadan, fakat güç odaklarının politik çıkarlarına uygun düşecek şekilde estetik buldukları görgü kuralları veya politik görüşleri çerçevesinde birleşmişlerse, bugün de estetik buldukları, estetize edilmiş olan tüketimin çerçevesinde, tüketici kimliğiyle birleşmektedirler. Ayrıca burada hoşa giden bizi hegemonik olarak bütüne bağlayan taklit söz konusudur. S. 98

Estetiği estetiğin ideolojisinden ayırarak, duyular alanıyla ilgili olan ve ‘hoşa giden’ anlamıyla ele alırsak, günümüz medyasında tüketim estetiktir, bedenler estetiktir, programı sunanlar
estetiktir, katılımcılar estetiktir, kavram estetiktir, düşünce biçimi estetiktir… Peki ya insanı
insan yapan değerleri?

KAYNAKLAR
Althusser, L. (2005). Yeniden Üretim Üzerine. Işık Ergüden, Alp Tümertekin (Translated by). İstanbul:
İthaki Yayınları.

Chomsky, N. (1993). Medya Denetimi, Şen Süer (Translated by). İstanbul: Tümzamanlar Yayıncılık.
Dellaloğlu, B. F. (2007). Frankfurt Okulunda Sanat ve Toplum. İstanbul: Say Yayınları.

Dobers, P. & Strannegård, L. (2005). Design, Lifestyles and Sustainability, Aesthetic Consumption in
a World of Abundance. Business Strategy and the Environment, 14, 324–336.

Eagleton, T. (2010). Estetiğin İdeolojisi. B. Gözkan, H. Hünler, T. Armaner, N. Ateş, A. Dost, E. Kılıç, E.
Akman, N. Domaniç, A. Çitil & B. Kıroğlu (Translated by). İstanbul: Doruk Yayınları.

Eco, U. (2006). Güzelliğin Tarihi. Ali Cevat Akkoyunlu (Translated by). İstanbul: Doğan Kitapçılık.

Horkheimer, M. (1998). Akıl Tutulması. Orhan Koçak (Translated by). İstanbul: Metis Yayınları.

Kellner, D. (2005). Kültür Endüstrileri. Erol Mutlu (Edited by). Kitle İletişim Kuramları. Ankara: Ütopya
Yayınları.
Oskay, Ü. (2007). Estetize Edilmiş Yaşam. İstanbul: Derin Yayınları.

Tunalı, İ. (2007). Estetik. İstanbul: Remzi Kitabevi.

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 2013/I, 44, 85-98

28 Ocak 2016 Perşembe

MEDYA VE KÜLTÜR: KÜLTÜRÜN MEDYA ARACILIĞIYLA KÜRESELLEŞMESİ

MEDYA VE KÜLTÜR:
KÜLTÜRÜN MEDYA ARACILIĞIYLA KÜRESELLEŞMESİ
Hasan Hüseyin TAYLAN
Ümit ARKLAN
Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: X, Sayı 1, Haziran 2008
ÖZET
Küreselleşmenin ürünlerinden biri olarak küresel kültür, gitgide kendine geniş yaşam alanları da bularak yaygınlaşmaktadır. Kuşkusuz, yaygınlaşmasında kitle iletişim araçlarının rolü yadsınamaz. Küreselleşme sürecinde aktif rol oynayan medya, medya sahipliği ve küreselleşme aktörlerinin birlikteliği bağlamında hakim kültürün diğer kültürler üzerinde başat rol oynamasına imkan sağlamaktadır. Bu doğrultuda çalışma, gerek yerel, gerekse küresel kültürün medya aracılığıyla yerelliklerin aleyhine olacak şekilde küreselleştiği varsayımından hareketle sınırlandırılmaktadır.
Çalışmada, küreselleşmenin aktörlerine ait kültürün diğer kültürlere medya yoluyla benimsetildiği ve yerel kültürlerin medyalar aracılığıyla küreselleşme sürecinde kendilerini ifade etme imkanı bulduğu yolundaki iki farklı sorunsalın tartışılması, bununla birlikte yaşam biçimi, tüketim tarzı olarak alımlanan kültürün medyanın yaydığı küresel kültürün hegemonyası

GİRİŞ: KÜRESELLEŞMEYE KÜLTÜRDEN BAKMAK

·        20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren özellikle kitle iletişim araçlarının devasa nitelikte yaygınlaşmasıyla birlikte uluslar arası ilişkiler –bağlantılı olarak kültürler arası ilişkiler- iç içe geçerek yoğunlaşmaktadır.  Söz konusu yoğunlaşma, homojenliği ifade ettiği gibi, heterojenliği de içine alan bağlam içinde gelişmektedir. S. 86

·        İktisadi, siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda yirminci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan gelişmeler, küreselleşme başlığı altında değerlendirilebilir. S.86

·        Robertson (1998: 102) tarafından “tikelciliğin evrenselleşmesinin ve evrenselciliğin tikelleşmesinin iç içe geçmesini içeren derin, ikili bir süreç” olarak tanımlanmaktadır. Hall (1998b: 94) ise, küreselleşmeyi, “eklemlenmiş tikelliklerden” oluşan bir çerçevede kavrar.s.86
·        Modernleşme projesi “Batı’nın Batı dışı mazlum toplumlara” dayattığı ve Batı’nın emperyalist emellerine hizmet eden bir sürece işaret eder” (Kızılçelik 2005: 36-37). Bu bağlamda küreselleşme kapitalizmle aynı sürece karşılık gelir. S. 87
·        “Bugün adına küreselleşme denen bu tarihsel sistem, 15. yüzyıl sonları Avrupa’sında doğdu, 19. yüzyıl sonlarında dünyanın çeşitli coğrafyalarına yayıldı, günümüzde ise yerküreyi kapladı” (Kızılçelik 2004: 9). S.87

1. Küreselleşme ve Kültür: Yerelliklerin Küresel İnşasına Doğru

·        Günümüzde küresel olanla yerel olanın iç içe geçtiği yeni bir tür küreselleşme sürecinin başladığını ifade eden Stuart Hall, yeni tür küreselleşmenin Amerikan kültürünün –başka bir deyişle Amerikan yaşam tarzının- küreselleşmesi olduğunu vurgular (1998a: 39-61). Bu yeni tür küreselleşme kültür perspektifinden bakıldığında küresel –Batı merkezli ya da Amerikan- ile yerel kültürler –ötekiler- arasında etkileşimli bir süreç olarak kavranma olanağı verir.s.87-88

·        Küreselleşme, yerel kültürleri yok etmiyor, aksine kendi varlığı içine yerleştirmektedir. Buradan hareketle dünyanın kendisi, McLuhanyan anlamda bir “küresel köy” haline geldiği savı (2001), yerel kültürlerin küresel alanda temsil edilmelerini olanaksızlaştırmamaktadır. s. 87

·        Küreselleşme, yerelliği yeniden üreten bir süreç olarak, yerellikleri yok etmek yerine kendine eklemlemektedir. Bu açıdan bakıldığında, “yerelleşme kavramı, küreselleşmenin yaşam biçimleri arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmasını gizleyici bir işleve sahiptir. Küreselleşme süreci farklılık söylemi vasıtasıyla yarattığı sonuçlara karşı direnme
odaklarını zayıflatmaktadır” (Hülür, 2000: 115). S. 87

·        Küresel (kitle) kültür, Batı merkezlidir ve İngilizce konuşur. Küresel kitle kültürünün yönlendirici gücü, Batı teknolojisi, sermayenin ve tekniğin yoğunlaşması (Hall, 1998a: 48), Batıdan yayılan – Avro-Amerikan- yaşam tarzları, değerler ve algılama biçimleridir. S. 89

·        Günümüzdeki küreselleşme, “farklılıklarla beraber yaşamaya ama bir yandan da onları yenmeye, bastırmaya, denetime almaya ve içine çekmeye” (Hall, 1998a: 55) çalışmaktadır. Ne var ki farklılıklar, küreselleşmeyle temsil olanağı bulmakla sahiciliğini koruyamamakta aksine küresel kültüre eklemlenerek küreselleşme sürecine katkıda bulunmaktadır. S. 89

2. Kültürün Medya Aracılığıyla Yayılımı

·        Kitle iletişim araçları, küreselleşme konusunda biricik güç değilse de küreselleşme sürecinin ortaya çıkmasında ve hız kazanmasında çok etkin bir rol oynamıştır. Sahip olduğu teknolojik nitelikleri nedeniyle ulusal sınırları ortadan kaldırmış, ülkeleri (özellikle de bu teknolojilere sahip olanlar lehine) birbirleri ile daha fazla “etkileşim” içerisine sokmuştur. S. 90

·        Küresel mesajlar yerelle birleşmek suretiyle küresel akışın içeriğini zenginleştirmekte (Önür, 2002: 186-187), ancak küresel akışın yerelle birleşerek zenginleşmesi de yerel kültürleri ve yerel özellikleri yerinden ederek kendi çıkarları doğrultusunda yerel özelliklerin otantikliğini kullanarak küresel kültüre katkıda bulunmaktadır. S. 90

·        Kitle iletişim araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşması ile kültür de üretilen ve pazarlanan bir meta halini almıştır. Kitle iletişim araçları üreten gelişmiş ülkeler tarafından, bu araçları üretmekten yoksun ülkelere bir ‘medyatik ürünler’le birlikte ‘kültür’ de ihraç edilmektedir (Adıgüzel, 2001: 103). Durum böyle olunca da, “İnsanlar, toplumsal çevrelerini yorumlamak ve onlara tepki göstermek için kullandıkları imgeler, simgeler ve söz dağarcıkları için büyük ölçüde kültür endüstrilerine bağımlı” (Golding ve Murdock, 2002: 94) hale gelmekte, özellikle de elektronik sömürüye maruz kalmaktadırlar. S.90
·        Elektronik sömürgecilik zihinlere gereksinim duymakta; yabancı Batı ülkelerinden ithal edilen kitle iletişim ürünleri vasıtasıyla, Üçüncü Dünya ülkelerinde yaşayan insanların davranışlarını, arzularını, inançlarını, yaşam biçimlerini, tüketim sürecinde seçim yapma imkanlarını, tüketicilerin gözlerini, kulaklarını ya da her ikisini birden etki altına almayı amaçlamakta (McPhall, 1991: 151) olduğu için, etkiyi kolaylaştıracak ve insanları akışın yönüne kanalize edecek içerikler sunulmaktadır. Sunulan içeriklerle farklı kültürel yapıya sahip olan insanlar, makro açıdan da farklı kültürler etki altına alınmaya çalışılmaktadır. S.90

·        Kitle iletişim araçlarından yayılan iletilerle hakim kültürün diğer kültürler üzerinde
hegemonya kurması sağlanmaya çalışılmaktadır. Medya yoluyla sağlanan hegemonya zora değil, rızaya dayanan bir çerçevede gelişir. s.91

·        Hegemonyanın olduğu yerde sömürü (emperyalizm) vardır. Kitle iletişim araçlarını kültür endüstrileri olarak kabul ettiğimize göre, burada kurulmaya çalışılan hegemonya kültürel emperyalizmi de beraberinde getirmektedir. Kültürel emperyalizmin ya tek bir kültürün diğer bir kültür üzerindeki medya egemenliği (metinler, pratikler), ya da “kitle iletişim araçlarının dolayımlandırdığı kültürün” küresel düzeyde yaygınlaşması olmak üzere medya konusuna iki yönden eğildiğini görmek mümkün olabilir (Tomlinson, 1999: 44-45). S. 91

·        Batılı değerlerin, tüketim kültürünün ve yaşam tarzlarının öteki kültürlere sızarak yaygınlaşması gibi gelişmeler “kültürel emperyalizm” olarak değerlendirilir. Kültürel emperyalizm olarak değerlendirilen gerek Batı değerlerinin ve gerekse Batılı yaşam tarzlarının (ki bunlar çoğunlukla Amerikandır) başka kültürlere sızması sürecinde kitle iletişim araçları, reklamlar ve beraberinde getirdiği tüketim kültürüyle hayati  bir rol üstlenmişlerdir s. 91

·        Tüketmek artık toplumsal bir kimliğe sahip olmakla da eş anlamlı hale gelirken, insanlar tükettikleriyle ve başkaları tarafından değerlendirilir hale gelmeye başlamaktadır. Değişen tüketim kalıplarıyla birlikte değişen yaşam tarzları ve değişen kültürel tüketim biçimleri ortaya çıkmaktadır. S. 92

·        Ancak, günümüze baktığımızda ise küresel kitle kültürünün başlıca örneği olmada yaygınlık bakımından uydu televizyonlarının yerini internet almıştır. İnternet kanalıyla verilecek olan bir mesaj anında milyonlarca kişiye ulaşabilmekte, anında etkide bulunabilmektedir. Önceleri bireyler kendi mahallesinden, okulundan, arkadaş çevresinden bireylerle sohbet ederlerken, aşk yaşarlarken, sosyal bir ortamı paylaşırlarken, artık internet sayesinde ulusötesi, binlerce kilometrede bulunan bireylerle ister sesli, ister görüntülü-sesli, isterse yazılı olarak konuşabilmekte, aşk yaşayabilmekte ve sanal da olsa belli bir sosyal ortamı paylaşarak duygu, düşünce ve hislerini anlatabilmektedirler. Söz konusu bu duygu, düşünce ve mesaj aktarımı kültürel etkileşimi de hızlandırmaktadır. İnternet yoluyla küresel kitle kültürü –tüketim kültürü, yaşam tarzları ve kültürel değerler, zevkler- “hızlı” biçimde yayılmaktadır. Aslında internetin tek bir kitle iletişim aracının sahip olduğu nitelikleri aşarak birden çok kitle iletişim aracının niteliklerine sahip olduğu düşünüldüğünde söz konusu kültürel etkileşim daha etkili olabilmektedir. S. 93

·        Burada unutulmaması gereken nokta, üretilmekte ve yayılmakta olan bilgi ve haberlerin kültürel bir ürün olduğu ve ekonomik bir amaca dönük olduğudur. Söz konusu bu amaç ise kitle iletişim araçları teknolojisini üreten ülkelerin kültürünü yaymak ve küresel dünyada bu ülkelerin standartlaşmış popüler ürünlerini satmaktır (Adıgüzel, 2001: 13). Bir anlamda kültür ve enformasyon iç içe geçmiştir. S. 93

·        Kültürle enformasyonun iç içe geçmesini bir süreçle açıklayabilmek mümkündür. Bu süreç kültürün bir endüstri, medyanın da söz konusu bu endüstrinin temel araçları olarak algılandığı andan itibaren hızlanarak günümüze kadar pekişir (Güneş, 1996: 128). Söz konusu bu süreçte kültürel anlamda bir enformasyon dengesizliği söz konusudur. S. 94

·        Medyanın kültürel iletişim sürecinde kullanılması, kitle iletişim aracı üreten ülkeleri öne çıkarmış, söz konusu ülkelerin kültürel değerlerinin piyasaya sürülmesine ve reklamlarının yapılmasına neden olmuştur (Adıgüzel, 2001: 104). S. 94

SONUÇ

·        Kitle iletişim araçları, sahipliği bağlamında ve hakim kültürel kodlar açısından, kültürün üretimi ve tüketiminde, zengin bir taşıyıcılık ve yaygınlaştırma işlevi görmektedir. Kitle iletişim teknolojilerinin köken itibariyle Anglo-sakson ve Amerikan olmaları, sadece teknolojiye sahipliği değil aynı zamanda kültür akışının yönünü gösterir. Batılı yaşam tarzının, değerlerinin ve tüketim kültürünün toplamını gösteren küresel kültür, medyalar yoluyla –özellikle de televizyon, internet ve reklamcılık- kendisini ve imgelerini dünyanın tüketimine sunar. Sözgelimi Donald Duck (bizdeki alımlanmasıyla “Vak Vak Amca (!)” çizgi film endüstrisi yoluyla, Coca- Cola ve McDonald’s reklamcılık ve pazarlama dünyasıyla, Levi’s reklam ve modayla evrensel tüketim dünyasına sunulmaktadır. Sunulan sadece mal ve hizmet değil, aynı zamanda nesnelerin kültürel anlam ve imgeleridir. Küreselleşme sürecine kültürel boyuttan bakıldığında, ileri iletişim teknolojilerini ellerinde bulunduran Batı kültürleri sahip oldukları bu teknolojik üstünlük sayesinde küresel kültür aktarım sürecinde başat bir rol oynamakta, yerel kültürlerin sahip olduğu öğeleri de bu aktarım sürecine eklemlendirerek kendi kültürlerinin diğer kültürler üzerindeki başatlığını sağlamlaştırmakta ve kendi kültürel arka planlarını taşıyan ürünleri bu kültürlere hiç de zorlanmadan pazarlayabilmektedirler. S. 95


KAYNAKLAR
-         ADIGÜZEL, Yusuf. (2001), Kültür Endüstrisi: Kitle Toplumunun Açmazları,
İstanbul: Şehir Yayınları.
-         AKÇA, Gürsoy. (2003), “Küreselleşme ve Ulus-Devlet”, Selçuk İletişim, Cilt: 3,
Sayı: 1, ss. 74-81.
-         ECO, Umberto. (1991), “Göstergebilimsel Bir Gerilla Savaşına Doğru”, Kaplan,
Yusuf (Der. ve Çev.), Enformasyon Devrimi Efsanesi: Modernleşme Kuram ve
Uygulamalarının Eleştirisi, Kayseri: Rey Yayıncılık, ss. 93-105.
-         FİSKE, John. (2002), “Postmodernizm ve Televizyon”, Gürkan, Nilgün (Çev),
İrvan, Süleyman (Der), Medya Kültür Siyaset, Ankara: Ark Yayınevi, s. 29-57.
-         GOLDİNG, Peter ve Murdock, Graham. (2002), “Kültür, İletişim ve Ekonomi
Politik”, Kejanlıoğlu, D. Beybin (Çev.), İrvan, Süleyman (Der.), Medya Kültür
Siyaset, Ankara: Ark Yayınevi, ss. 59-97.
-         GÜNEŞ, Sadık. (1996), Medya ve Kültür, Ankara: Vadi Yayınları.
-         HALL, Stuart. (1998a,) “Yerel ve Küresel: Küreselleşme ve Etniklik”, King,
Anthony D. (Der.), Kültür, Küreselleşme ve Dünya-Sistemi, Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları, Ankara, ss. 39-61.
-         HALL, Stuart. (1998b), “Eski ve Yeni Kimlikler, Eski ve Yeni Etniklikler”, King,
Anthony D. (Der.), Kültür, Küreselleşme ve Dünya-Sistemi, Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları, ss. 63-96.
-         HALL, Stuart. (1999), “İdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında Baskı
Altında Tutulanın Geri Dönüşü”, Küçük, Mehmet (Der. ve Çev.), Medya
İktidar İdeoloji, Ankara: Ark Yayınevi, ss. 77-126.
-         HAMELİNK, Ceas. (1991), “Merkez ve Çevre Ülkeler Arasındaki Enformasyon
Dengesizliği”, Kaplan, Yusuf (Der. ve Çev.), Enformasyon Devrimi Efsanesi:
Modernleşme Kuram ve Uygulamalarının Eleştirisi, Kayseri: Rey Yayıncılık,
ss. 257-277.
-         HANNERZ, Ulf. (1998), “Çevre Kültür Senaryoları”, King, Anthony D. (Der.),
Kültür, Küreselleşme ve Dünya-Sistemi, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, ss.
139-169.
-         HÜLÜR, Himmet. (2000), “Toplumsal Bilim Söyleminde Yerellik”, Selçuk İletişim,
Cilt: 1, Sayı: 3, ss. 103-116.
-         KELLNER, Douglas. (1991), “Reklam ve Tüketim Kültürü”, Kaplan, Yusuf (Der.
ve Çev.), Enformasyon Devrimi Efsanesi: Modernleşme Kuram ve
Uygulamalarının Eleştirisi, Kayseri: Rey Yayıncılık, ss. 75-91.
-         KIZILÇELİK, Sezgin. (2004), Zalimler ve Mazlumlar: Küreselleşmenin İnsani
Olmayan Doğası, Ankara: Anı Yayıncılık.
-         KIZILÇELİK, Sezgin. (2005), Batı Bataklığı, Ankara: Anı Yayıncılık.
-         KIRCA, Süheyla. (2001), “Medya Ürünlerinin Küresel Yayılımı, Yerelleştirilmesi,
Ulusaşırı Kimliklerin Yaratılması”, Doğu-Batı Dergisi, Popüler Kültür Sayısı,
Yıl: 4, Sayı: 15, ss. 173-184.
-         KİNG, Anthony D. (1998), “Giriş: Kültür Mekanları, Bilgi Mekanları”, King,
Anthony D. (Der.), Kültür, Küreselleşme ve Dünya-Sistemi, Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları, ss. 17-37.
-         LULL, James. (2001), Medya İletişim Kültür, Güngör, Nazife (Çev.), Ankara: Vadi
Yayınları.
-         MCLUHAN, Marshall ve Bruce R. Povers. (2001), Global Köy, İstanbul: Scala
Yayıncılık.
-         MCPHALL, Thomas L. (1991), “Yeni Uluslararası Enformasyon ve İletişim
Düzeni”, Enformasyon Devrimi Efsanesi: Modernleşme Kuram ve
Uygulamalarının Eleştirisi, Kayseri: Rey Yayıncılık, ss. 141-164.
-         MUTLU, Erol. (2005), Globalleşme, Popüler Kültür ve Medya, Ankara: Ütopya Yayınevi