27 Ekim 2011 Perşembe
!
Asıl vahim, asıl tehlikeli olan da işte bu sığ bakış açısıdır.
Şimdi bir düşünün, şöyle bir soru olabilir mi mesela?
“1999’da İstanbul’da, Gölcük’te, Yalova’da, İzmit’te, Adapazarı’nda ölenlerin arasında kaç Kürt kökenli vardı?”
Olur mu böyle bir soru?
Bu soru ne kadar garip, ne kadar anlamsız ise;
“Van’da, Erciş’te kaç Laz, kaç Arap hayatını kaybetti? Kaç Çerkez yaralandı? Kaç Türk, kaç Gürcü kökenli hala enkaz altında?” sorusu da o denli saçma, bir o kadar şuursuzca değil mi?
‘İnsan’ ve onun hayatı değil midir esas olan?
Doğal afet ile ortaya çıkan acıya, yerine, bölgesine göre bakılabilir mi?
Depremle gelen ölümün; dini, ırkı, etnik kökeni, rengi olur mu?
Başka sorum yok!
18 Ekim 2011 Salı
Hayatı Öğrendim - Özdemir Asaf

YAŞ 5
Anne ve babamın birbirlerine bağırmalarının beni ne kadar korkuttuğunu öğrendim.
YAŞ 7
Meşrubat içerken gülersem içtiğimin burnumdan geleceğini öğrendim.
YAŞ 12
Bir şeyin değerini anlamanın en iyi yolunun bir süre ondan yoksun kalmak olduğunu öğrendim.
YAŞ 13
Annemle babamın elele tutusmalarının ve öpüşmelerinin beni daima mutlu ettiğini öğrendim.
YAŞ 15
Bazan hayvanların kalbimi insanlardan daha fazla ısıttığını öğrendim.
YAŞ 18
İlk gençlik yıllarımın keder, şaşkınlık, ıstırap ve aşktan ibaret olduğunu öğrendim.
YAŞ 24
Aşkın kalbimi kırabileceğini ama buna değer olduğunu öğrendim.
YAŞ 33
Bir arkadaşı kaybetmenin en kestirme yolunun ona ödünç para vermek olduğunu öğrendim.
YAŞ 36
Önemli olanın başkalarının benim için ne düşündükleri değil benim kendi hakkımda ne düşündüğüm olduğunu öğrendim.
YAŞ 38
Eşimin beni hala sevdiğini, tabakta iki elma kaldığında küçüğünü almasından anlayabileceğimi öğrendim.
YAŞ 41
Bir insanın kendine olan güveninin, başarısını büyük oranda belirlediğini öğrendim.
YAŞ 44
Annemin beni görmekten her seferinde sonsuz mutluluk duyduğunu öğrendim..
YAŞ 46
Yalnızca minik bir kart göndererek bile birinin gönlünü aydınlatabileceğimi öğrendim.
YAŞ 49
Herhangi bir işi yaptığımdan daha iyi yapmaya çalıştığımda, o işin yaratıcılığa dönüştüğünü öğrendim.
YAŞ 50
Sevgi, evde üretilmemişse, başka yerde öğrenmenin çok güç olabileceğini öğrendim.
YAŞ 53
İnsanların bana, izin verdiğim biçimde davrandıklarını öğrendim.
YAŞ 55
Küçük kararları aklımla, büyük kararları ise kalbimle almam gerektiğini öğrendim.
YAŞ 64
Mutluluğun parfum gibi olduğunu, kendime bulaştırmadan başkalarına veremeyeceğimi öğrendim.
YAŞ 70
İyi kalpli ve sevecen olmanın, mükemmel olmaktan daha iyi olduğunu öğrendim.
YAŞ 82
Sancılar içinde kıvransam bile başkalarına basağrısı olmamam gerektiğini öğrendim.
YAŞ 90
Kiminle evleneceğin kararının hayatta verilen en önemli karar olduğunu öğrendim.
ve YAŞ 95
Öğrenmem gereken daha pek çok şeyler olduğunu öğrendim.
Özdemir ASAF

15 Ekim 2011 Cumartesi
14 Ekim 2011 Cuma
Bir sigara içimi

Adı : Dürdane Akdal... O bir fenomen...
Zonguldak Akçahatipler köyü, 1341 doğumlu olduğunu söylüyor... Kızı düzeltiyor... "Anne, sen babamdan büyüksün"... Baba 95 yaşında, anne 105... Kimbilir kaç yaşında iken nüfusa kaydı oldu... Burası mektup yazanları olmadığından postacının dahi uğramadığı bir köy...
5 kardeş, 2 kız 3 erkek...
60 senedir mükellef Idris Akdal ile evli ... 10 doğum yapmış... sadece 6 tanesi hayatta.

Dürdane ve Idris Akdal
Burnundan damar kesmelerine rağmen sigarayı bir keyifli içişi var ki.... Ocağa çalışmaya bile giderim diyor... Günde 1 paket (maltepe)sigaraiçtiğini söylüyor ama İdris amca düzeltiyor "günde 2 paket ! " diyor, pahalılığından yakınıyor...
Kocasi maden isçisi,o madene gittiğinde kendisi de ot yolup, orak biçmiş... Beşiği sırtına yükleyip öyle gidermiş tarlaya...
Kocası ile nasıl tanıştığını onu nasıl istettiğini anımsayıp anımsamadığını sordum... Kaçtım ona, beğendim de geldim, dedi... Pazar da görmüş, beğenmiş, kaçmış... 20 yaşında evlenmişler...

Babasi harbe gittiğinde dünyaya geldiğini söylüyor... Kapı eşiğinden salona geçiyoruz... Ev mis gibi yemek kokuları içinde... Masaya oturuyoruz.... Elleri masa üstünde... Parmağında yeşil taşlı yüzüğü... Ona çok güzel olduğunu söylüyorum... Sen benim gençliğimi görecektin, diyor ... Şimdi yüzüm buruştu...
En sevdiği yemek mancara... Yani bildiğimiz karalahana... İdris amca takılıyor ona; "kalk maden de fotoğraf çekmeye gidecez" diye... Gülerek ``gitmiyom`` diyor... Eşarbını düzeltirken görüyorum saçlarını, kınalı...

Babası da madenci...
Bebelerini kendi sütü ve evde kendi yaptığı nişasta ile beslemiş, kocası madende kendi tarlada orak biçip, odun taşımış... 5 karış karda yürüyerek Zonguldak'a inerlermiş... Artık tarlaya gitmiyor... Uşaklar gidiyor benim yerime diyor...
Hala güzelsin diyorum...nerde diyor sen beni eskiden görecektin... bakim yok... krem yok diyor... Hic makyaj yapip yapmadigini soruyorum ... yapmadim diyor...
İdris amca; şimdi böyle sakin olduğuna bakma diyor O'nun... 3 adam vurduğunu anlatıyor... Bir kadının tekinin de kulağını kestiğini... Neden vurduğunu sorduğumuzda da, sakin sakin.. Damarlarım yukarı kalktı, vurdum diyor... Köyde boş dolananı ve yabancıyı sevmediğini söylüyor... Sorarım neden geldin diye, cevap vermezse; belli ki soymaya ya da çocuk kaçırmaya gelmiş, çeker çifteyi vururum diyor... Belli ki "kötü niyetli" ... Bir adamı cifte ile diğerini tabanca ile vurmuş... Jandarmalar gelip köyü basmış teslim ol demişler, olmuş..

Bir sene Mardin' de mapus yatmış... Sigarayada mapusta baslamış... Zonguldak' da yattığı cezaevi ise şu an okul... Zonguldak'da yatarken, İdris amca 5 çocukla tek başına kalınca, af istemiş... Muhtacım diye... çıkarmışlar...
3 damadı var, torununun torununu görmüş ... Çalıma özenmem ben diyor ama güzelliğinden emin.. Babasının 40 tarlası varmış ... Nişasta ıslardık diyor...
Keyifli yaşamışsin lafıma, hayır ! diyor, aslında düşmezdim de sen öyle olduğuna bakma onun diyor... İdris amcayı gözucu ile işaret ederek...

Hiç okula gitmemiş... Nerde okul diyor... Olsa da nerde gidecek diyor kızları... Kendi lafa girip, olsa da yollamazdı babam diyor... 10 sığır 100 bacak keçi, 80 bacak koyun... Kim güdecek onları ? Gençlik tarlada tepede geçti diyor.....
O bunları herşeye rağmen gülümseyerek anlatırken biz de 8 fotoğrafçı arkadaş hararetle fotoğraflarını çekiyoruz... Odada deklanşör sesi bir de onun sesi... Ve arada yaptığı espirilere patlattığımız kahkahalar... Beni bir minare gibi çekiyorsunuz, bari bir ağacın tepesine çıkarsaydınız da öyle çekseydiniz diyor...
Yemek hazır çağrısını alınca hep birlikte sofraya geçiyoruz... Börek, kurufasulye, pilav ve salatadan oluşan menüyü afiyetle yiyiyoruz... Üstüne de çayımızı içip, teşekkür ederek yeniden görüşebilmek temennileri ile ayrılıyoruz...
....
...
..
.
Yazı ve Fotoğraflar : Faika Berat PEHLİVAN
Yalnızlık Sirki

*Düşmanlarımızı seçmeyi bırakıp elimizin altındakilerle yetinmeye başladığız zaman artık genç değiliz demektir.
*Bütün kinlerimiz, kendimizin altında kalmış ona kavuşamamış olmamızdan gelir. Bu yaptıklarından dolayı ötekiler’i hiçbir zaman affetmeyiz
*Belirsizlik içinde sürüklenedururken, en ufak kederi bir cankurtaran simidi gibi yaşarım.
*Yaşlandıkça, büyük korkuları alaylı sırıtmalarla değiş tokuş etmeyi öğreniriz.

*Akli dengesi bozuk olanların sayısını birkaç misline çıkarmak, zihinsel özürlüleri vahimleştirmek, şehrin her köşesinde akıl hastaneleri inşa etmek mi istiyorsunuz? -Sövme’yi yasak edin.-
*İnsanlara görüşe görüşe sinir hastalıklarımın bütün tazeliğini yitirdim.
*Bir hayvan azıcık sapıtsa, insana benzemeye başlar. Azmış ya da iradesini yitirmiş bir köpeğe bakın: sanki romancısını veya şairini bekler

*Sadece, canım isteyince ölmek elimde olduğu için yaşıyorum: İntihar fikri olmasa, kendimi çoktan öldürmüş olurdum.

*Sağlığımızın harap olmasına bir katkıda bulunmayan kuşkuculuk, zihinsel araştırmadan başka bir şey değildir.
*Evreni ateşe vermeyi düşledin; ve alevini kelimelere geçirmeyi, bir tekini tutuşturmayı bile başaramadın!
*Kendini çekilmez kılmayı bilmeyen kimse yalnızlığına göz kulak olamaz.

*Ümitsizliğe öfke veren şey, haklılığı, besbelliliği, ‘’belgelere dayanması’’dır: röportaj gibidir. Aksine, ümidi inceleyin; sahnenin içindeki cömertliğini, dillendirme düşkünlüğünü, olayı reddedişini: bir sapıtmadır, bir kurmacadır. Hayatın da kaynağı bu sapıtmadadır ve bu kurmacayla beslenir.

*Sezar mı? Donkişot mu? Kendimi beğenmişliğimin içinde, ikisinden hangisini örnek almak istiyorum? Önemi yok. Olay şu ki bir gün, uzak bir diyardan, dünyayı fethetmek için yola çıktım; dünyanın bütün tereddütlerini…
*Çekilip oyunu bırakmak niye? Hayal kırıklığına uğrayacak daha onca varlık varken…
12 Ekim 2011 Çarşamba
ALLAN GINSBERG Şiiri
Aynalar insan değil
Aynalar insan
Hem de ikisi
Hem insan hem ayna
İster manhattan’ın doğu yakasında
İster boğaz şehrinin kumkapı’sında
Herkes yalanları söyler
Doğruları söyleyerek
Ama herkes
Yeni rakı masasındaki sarhoş ağızlar bile
ALLAN GINSBERG
19.06.1990
Çeviri : CAN YÜCEL
‘Gece Vardiyası’, PAPİRÜS Yayınları, Ocak 1993, 111 Sayfa..

Deli Sınır
10 Ekim 2011 Pazartesi
Türkçe için iftihar vakti!
Ülkemizde teorik anlamda öğretim verilmesine rağmen pratikte eğitim konusunda büyük sıkıntılar mevcut. Bu tür bir yazıyı Türk Dili mezunu biri yazıyorsa öğrenciler ve diğer insanlar ne yapsın?

Çok hata yaptım şimdiye kaDar, inkar etmiyorum..Ders aLDıkLarım oLdu, aLmaya vakit ßuLamadıkLarım..Duyd

7 Ekim 2011 Cuma
Üçlükler - Edip Cansever
I
Gülümse! Gör ölümsüz karşılığını bunun
İşte
Lambalar, bardaklar, çiçekli güz sürahileri.
II
Günün ilk saatleri
İyi biliyorum, ilk saatleri günün
Peki, nedir öyleyse bu sabah silintisi.
III
Hiçbir dilde söylenmemiş
Hiçbir dilde yazılmamış
Sözler ve şarkılar içindeyim
IV
Neden aklıma geliyor istasyon büfesindeki duruşun
Hava soğudu –kasımın son günleri-
Kar yağacak, bembeyaz olacak unutulmuşluğun.

V
Bir gemi geçiyor, sessiz bir gemi
Oysa yolcularla dolu içi
Girince gemiye kimseler yok -dalgalardan başka-
VI
Bütün gün yağmur yağdı
Ya da bir gün içinde bir yıldan fazla
Günü ıslattı bu yağmur

VII
Nedir mi yalnızlık –kendine sor önce-
Bir sabah, erkenden, bir kır çiçeğinin üzerinde
Görünce parladığını bir çiy tanesinin.
VIII
Gölgen yok senin, ayak izlerin yok
Neden mi? Acılar barınmamış ki sende
Mutluluk yok, mutsuzluk yok.

5 Ekim 2011 Çarşamba
Vincent Van Gogh
2 Ekim 2011 Pazar
Özgür olmak mı! ne gececek ki bundan senın eline!

Adam kadına demiş ki:
-Seni seversem , birlikte olmamız gerekir, ama hep seninle olmak istersem hayatımda yapmaya alıstıgım şeyleri yapamam. Örneğin her sabah sahilde koşmaya alışkınım ben, sen olduğunda sabahları evde seninle portakal suyu içiyor olacağım. Bu da demektir ki artık sabahları koşamayacağım. Ben ben olmayacagım, başka bir şeye dönüşeceğim buna fedakarlık denir. Buna hazır değilim.
Kadın sorar:
-Peki evde benimle portakal suyu içmek de istediğin bir şey değil mi? evet eskisi kadar yalnız olmayacaksın ama yalnızken yaptığın bir sürü şeyi de yapmayı canın istemiyor olacak. Birlikte mutlu olduğumuz için. Şu ara canının zaten yapmak istemediği bişeyi yapamaman seni niye geriyor?
Adam cevap verir:- Özgür olamamaktan korkuyorum
Kadın güler:- Özgür olmak mı! ne gececek ki bundan senın eline!