
-Çok utanıyorum, dedi adam..
Tanrı: - Utanıyorsan sorun yok, çıkabilirsin..
Adam şaşkınlıkla: - Cehennem dedikleri bu kadar mı?
Tanrı: - Utanmayı biliyorsan, bu kadar..’
‘okulda insanlar imal edilir.. bu insan yapma sürecine eğitim denir.. geniş anlamda düşünüldüğünde; içerisine doğduğumuz aile, sinema, televizyon, tiyatro ve radyo ile gazete, kitap ve afişler de okul sayılır.. bir nevi bilgi iletmeye yarayan bütün yerler okuldur..
çeşitli nesneler yapmak üzere farklı farklı araçlar kullanılır.. insan yapma aracı ise bilgidir..
insanlar doğal ihtiyaçlarına, alışkanlıklarına veya şiddete uyarak davranmadıkça, gösterdikleri davranışlar bildikleri ile sınırlıdır.. alışkanlıklar bile bir ölçüde bilgi tarafından şekillendirilir.. insanın davranışları yaşamının seyrine yön verirken, edindiği bilgiler de yaşama biçimini belirler.. öyleyse okullarda yanız insan değil, (insanın) yaşam öyküsü de imal edilir..
bilginin özünü anlamanın yegane yolu, onun (bilginin) insan hayatına etkisini araştırmaktan geçer..
bir aracın niteliğini daha iyi anlayabilmek için, o aracın nasıl bir amaca yönelik kullanılacağını bilmek gerekir.. aracın niteliğini amaç şekillendirir.. amaçsız araç olmadığı gibi, amaçsız bilgi de yoktur..
insan yapımında kullanılan bilgiler, ‘yapmak’ istediğimiz insan türüne uygun olmak zorundadır.. eğer onu bir tamirci yapacaksak, veteriner yapan bilgiler kullanamayız..
eğer gönüllü bir alman askeri olmasını istiyorsak, ona elbet ineklere tapan birine gerekli bilgiler veremeyiz..’
‘eğer eşek bir dolabı döndürerek tarlayı suluyorsa, böylece kendi yaptığı iş ve sahibin yaptığı işle daha büyük değerler yaratılıyorsa, eşeğin yeni oluşan bu değerler üzerinde hak sahibi olması gerektiği hiç kimsenin aklına gelmez.. yalnızca dünyadan habersiz tımarhanelikler ve köpeklere vizon mantolar satın alan deli karılar bu eşeğe saman yerine sünger yataklar sermek isterler.. en hoşgörüsüz ahlakçı bile, eşeğin yarattığı değeri, sahibinin almasını doğru bulur.. isa bile eşeği taşıyacağına üzerine binmiştir.. eşeğin ahırında daha büyük bir pencere olması gerektiğine, ona birkaç leziz lokma verilmesi ve ona karşı iyi davranılması gerektiğine katılanlar çok olacaktır.. fakat yarattığı değerlerin karşılığının eşeğe para ile ödenmesi fikri kimsenin aklının ucundan bile geçmez..’
‘üretenler, ne üreteceklerine, ne kadar üreteceklerine karar veremezler.. bir bakıma üreticiler işverenlerin yanında, eşeğin sahibi karşısında bulunduğu durumdadır..
nerede duracağımıza başkaları karar verir..
insan imal eden biri : emirlerine uyan, yakınmadan ona fabrikalar inşa eden insanlar yapacaktır..’
bizi ‘yapan’ bilgileri, en önemli uğraşları mal ürettirip sattırmak olan kişiler seçer.. bizden ve ailemizden kimseye mal ürettirmez ve sattırmaz.. satmak üzere eşya üreten insanlar her yerde azınlıktadır.. roket satan bir insanın, okullarda roketin korkunç bir silah olarak tanıtılmasından hiç çıkarı olabilir mi..’
‘okullarda, özellikle ilkokullarda yapılan dersler boyunca sürdürülen ‘delice’ üretimin ne çaplara vardığını söylemek güç.. ezenlerin okullarında gözleri korkmuş ana-babalarımız, bu korkularından dolayı hala onlar öğrenciyken kendilerine yutturulan öğretilere göre davranıyorlar.. eğer ahlaksızca, sapıkça ve aptalca yaşamayı önlemek istiyorsak – en azından önlemeye başlamak istiyorsak- işe düşüncelerimizin biçimlendiği, zenginlerin bilgi verdirdikleri yerden –yani okuldan başlamalıyız..
okullardaki eğitim programına, gazete, radyo ve televizyon programlarına karşı kendimizi savunmazsak, kafamızdaki düşünceler, düşmanımız olmaya devam edecektir..’
E. A. RAUTER
‘Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur..’ , Çeviri : Merlin Ecer (Çeviriyi Gözden Geçiren : Felicitas Hörmann, Türkçe İlk baskısı : Gözlem Yayınları, Ekim 1976), Yeni Baskı : Kaldıraç Yayınevi, 2011, 80 Sayfa..
yaşamak bir an içinde
şair oldum baktım her şey yazılmış
ressam oldum gördüm her yer çizilmiş
seyyah oldum sordum dünya gezilmiş
hiçbir yerde yeni bulamadım ben
öğrendiklerimin çoğunu dinlediklerimden
bildiklerimin çoğunu düşündüklerimden
unuttuklarımın çoğunu yaşadıklarımdan
yazdıklarımın çoğunu unuttuklarımdan çıkardım
en uzun hep kendime konuştum
başkalarına hep kısa yazmak istedim
ne kendim dinledim ne başkaları
yetersiz iyi niyet kötüsüne yol açar
söylenemiyor çok şey susmadan
çok bilen çok yanılır, az bilen daha çok
unutmayın ki yaşam öldüresiye güzel değildir
yalan ölümden daha çok yitirir yaşamı
saklamak düşürür ağır ağır
insanın düşeceği en alçak ortamı
sözden korkmak, korkup susmaktır
şairler şiirlerinde yaşamaz
ulu yalnızlıklarında düşünür
“yalnız seni sevdim, seni yaşadım”
nasıl bir sevgidir bu, bilmiyorlar ki!
“dün yine günümüz geçti beraber
ölürsem yazıktır sana kanmadan”
çok şey var, olmakla olmamak arasında
var oldum öyle anlar oldu ki
var olmamak içindim kimi zaman
insan bir sonuç değil bence
sürekli bir yaşamadır
kısaca: sonuç varsa o insandır
benim bahçem yoksuldu
iki dala bir yaprak düşerdi ağaçlarımdan
kuşlarım ödünç alırdı kanatlarını
işlerinden yorgun dönen arkadaşlarından
parçalar çıkarıyor kocaman romanlardan
deyimler, bulgular, şiirlerden dizeler..
doğa yenilenirken yinelenir
gene papatya, gene gül, gene kayısı
toplum yinelenirken yenilenir
yarısı dündedir, yarındadır öbür yarısı
sevmek noktalanmaz
o, noktadır
bilim gitmeli bilenden bilmeyene
varlıklı olmalı bilen
karanlığı delen ışıklar gibi
hep gülmeli öğreten
seninle ölmek varken
onunla yanlış yaşamak
ben her şeyi bileceğimi bilirdim de
seni unutmasını bileceğimi bilmezdim
ahmaklığa alınyazısı demek
alınyazısına bir ahmaklık çizgisi çizmektir
benim gücümdür bunları saran
bende bitmedikçe bende başlamayan
sakladığım sensin
yaklaşmak yarıyı geçtikten sonra başlar
eskisinin dışında yenisinin içinde
gelmesen önemli değil, gelsen önemli olurdu
gelmemen benim büyük yalnızlığımı doldurdu
yitirmek korkusunu göze almak
sevmeye eşit bir davranıştır
bir ev, küçülür, büyür öbür evlerle
oysa içinde ilk akla gelen yaşamaktır
yaşanılır diye düşünürken düşüncelerle
ölünür, beraber sevgilerle
büyümek en güçlü düşmesidir insanın doğadan
kesin konuşmak için bir şeyi az bilmek yeter
denizlerden geçerim, dosttan geçmem
değil onun iyiliğinden, fenalığından geçmem
onun yolundan değil, kendi yolumdan geçerim
dost yok biliyorum ama, aramaktan geçmem
anı yazmak ya da anlatmak
bir savaş sürerken
eski bir savaşı anlatmak gibi bir şeydir
Özdemir Asaf
‘Benden Sonra Mutluluk’ – Özdemir Asaf , Epsilon Yayınevi , 2001 , 366 Sayfa.
MANASTIRLI HİLMİ BEYE BİRİNCİ MEKTUP..
işte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben
işte şu begonya, işte yalnızlık
işte su damlacıkları, alnımda, kollarımda
işte yok oluşumdan doğan kent
hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız
ben dediğim koskocaman bir oyuk
koltuğun üstünde, aynadaki yansıda
bir oyuk! sofada, mutfakta, yatağımda
yaşamayı tersinden kolluyorum sanki
yetişip öne geçiyorum sık sık. sözgelimi
bir iki saatte bitiveriyor bir mevsim
iyi
bugün pazartesi mi? kapının, pencerenin durumu
salıyı gösteriyor.
salondaki büyük saati sattım
saatin ölçebileceği
herhangi bir zaman parçası yok
gittiği yeri bilmeyen böcekler gibiyim
bir oyuğa, oyulmuş bir yaşama
ne gereği var ki saatin
balkona çıkıyorum sürekli
yollar yollar yollar katediyorum sanki böylece
bir semtin ilk rengini alıyorum
örneğin ümraniye’de bir çay bahçesindeyim
bazen
anılardan anılara bir yol
ve
anılardan anılara sallanan bahçe
hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor
iyi.
yeniköy’de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah
bu sabah bu sabah
oralı olmadı kimse —pazartesi miydi—
oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde
nasıl?
güllerse güller içinde yani
ve balkon demirinde bir martı. dedim ki
deniz şuralarda bir yerde olmalı
çıt yok evin içinde
deniz şuralarda bir yerde olmalı
çıt yok
sanki dünyadaki bütün cay ocakları kapalı
ve göklerden tepelere inen bir sokak
ya da bir akarsuyum ben
denizse
şuralarda..
yok önemi bir iki gün kaldı —martı—
balkonda
deniz de öldü sonra, martı da
iyi iyi.
suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi
günler —seni anımsadığım zaman—
birden kurtuluş’tan taksim’e giden bir tramvay görüntüsü
mavi bir elektrik çakımı tellerde
sanki kar yağıyor da sürekli, tepebaşı’ndayız
karlar gıcırdıyor ayaklarının altında
besbelli gümüşsuyu’ndayız, rus lokantasındayız
—ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz—
şarap içmişiz, üşüyoruz
dışarda dünya silinmiş
ikimiz ikimiz ikimiz
böyle birkaç defa ikimiz
sonraki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
nasılsa
sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben
üşümüyorum da
bende herkes var, diyen bir kızın titrek
sesleri dökülüyor kucağıma
dudaklarım kan mavisi bugün.
biz burada iyiyiz, biz burada çok iyiyiz
biz burada kırk yaşındayız hepimiz
dördümüz bir kişiyiz de ondan
içimizden biri uyuyor olsa, falan filan
onu bekliyoruz bir kişi olmak için
evet evet, yanılmıyorum ben
bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
doğrusu ya
yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor
duvardaki vitray, begonya
begonya, vitray
kurtuluşla asmalı mescit birbirine geçiyor
bir tramvayın durmasıyla durmaması arasındaki ayrım
karanfil kokuyorsa biraz
yeni koparılmış bir demet karanfilim ben
saçlarım soğuk ve uzun.
ne diyordum? yağmurlar, evet
üşümüyorum ürperiyorum sadece
biçimini zorlayan bir kedi gibi
dur biraz
kapı çalındı, hayır, telefon
telefon kapı telefon
ikisi birden mi yoksa
yoksa
ne telefon ne kapı
bir şimşek sesi hiç olmazsa
o da değil
ses filan duymadım ki ben
yuvarlandıkça büyüyen
bir kartopunun yumuşak sesi mi? belki
iki sesi taşıyan bir ses
neden olmasın
biraz önceki gibi
üstümden biri kalkmıştı —yok canım—
öyle değil, bir gölgeydi hepsi hepsi
yer değiştiren gezgin bir gölge
bahçedeki ceviz ağacından
içeri sürüklenen..
EDİP CANSEVER..
‘Sonrası Kalır II , YKY , Nisan 2005..’
+ Ölüme doğru değil bu koşu, doğum felaketinden kaçarız çırpınarak. Bu yıkımdan kurtulanlar, onu unutmayı deneyenlerdir sadece. Doğum anındaki endişenin geleceğe yansımasından başka bir şey değildir ölüm korkusu … Doğum tiksindirir bizi, bu kesin. Oysa en büyük iyiliğin doğmuş olmak, en kötüsünün hayatın başında değil; sonunda olduğunu ezberlettiler bize. Kötülük, gerçek kötülük, yine de arkamızdadır, önümüzde değil.
+ Ne kadar yıkıcı olsa da her gerçeğe dayanılır, yeter ki her şeyin yerini tutsun, yerini aldığı umut kadar yaşamsallığa sahip olsun.
+ Hiçbir şey yapmıyorum, kabul. Ama saatlerin geçtiğini görüyorum – bu, onları harcamaya çalışmaktan iyidir.
+ İnsanlığın gerilemede hangi noktada olduğunu; doğumun üzüntü ve gözyaşlarıyla karşılanmadığı tek bir kabile, tek bir topluluk bulma olanaksızlığından daha iyi kanıtlayan bir şey yoktur.
+ Kalıtıma başkaldırmak, milyarlarca yıla, ilk hücreye başkaldırmak demektir.
+ Tüm cinayetleri işlemiş olmak, baba olma cinayeti dışında.
+ Hayatta olmak – Ansızın bu deyimin garipliği ile şaşkına döndüm. Sanki hiç kimseyi ilgilendirmiyormuş gibi.
+ Mümkün olanın yakasını asla bırakmamak, geçici sonsuzlukta yan gelip yatmamak ve doğmuş olduğunu asla unutmamak gerek.
+ Çünkü her kaygı, boşa çıkmış bir metafizik deneyimden başka bir şey değildir.
+ Cennet dayanılır gibi değildi; yoksa ilk insan kendini ona alıştırmış olurdu. Bu dünya da ondan aşağı kalmaz; çünkü burada cenneti özlüyoruz ya da ondan başka bir şey umuyoruz. Ne yapmalı peki, nereye gitmeli? Hiçbir şey yapmayalım, hiçbir yere gitmeyelim. Hepsi bu kadar basit.
+ Kimileri mutlu, kimileri kaygılı günler yaşıyor. Hangileri en acınacak durumda?
+ Bir uykusuzun, her gün çarmıha gerilmesinin yanında, İsa’nın bir kerecik çarmıha gerilmesi nedir ki?
+ Doğmuş olmaktan dolayı kendimi bağışlamıyorum. Sanki dünyaya gelerek bir gizeme saygısızlık etmiş, adı olmayan önemli bir hata etmiştim.
+ Çünkü, başarı, bizde ve her şeyde özel olarak bulunan şeyden bizi uzaklaştırdığı halde, her zaman özsel olan başarısızlık bizi bize açımlar, Tanrı’nın bizi gördüğü gibi, bize bizi görme fırsatını verir.
+ Zamanın henüz varolmadığı bir zaman oldu … Doğumun reddi, zamandan önceki bu zamanın özleminden başka nedir ki?
+ İki çeşit ruh vardır: gündüz ve gece görünen. Yöntemi de, töresi de farklıdır bunların. Gün ortası saklanılır, her şey karanlıkta söylenir. Başka insanların uykuya gömüldüğü saatlerde insanın kendine sorduğu şey için düşündüklerinin iyi ya da kötü sonuçları pek önemli değildir. Bunun için, kendisine ya da başkalarına yapabileceği kötülüğü düşünmeksizin doğmuş olma talihsizliğini kurcalar durur. Ve gece yarısından sonra başlar tehlikeli gerçeklerin baş döndürücü sarhoşluğu!
* Bizi çevreleyen şeylere, onlara isim verdiğimiz ve ötelerine geçtiğimiz ölçüde tahammül ederiz.
* Bir inanç için acı çekmiş olandan daha tehlikeli varlık yoktur: En büyük zalimler, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar.
* Eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak anlayabilseydik, eğer kıyaslamak yaşamaktan ayrılmaz olsaydı, varlığımızın minicikliğinin açığa çıkması bizi ezerdi. Ama yaşamak kendi boyutlarına karşı körleşmektir.
* EVREN, HÜZNÜMÜZÜN BİR YAN ÜRÜNÜDÜR.
* Zaman boşluğunun önünde yürek boşluğu: Karşı karşıya birbirlerine yokluklarını yansıtan iki ayna, iki hiçlik görüntüsü.
* Hayat: koordinatları belli olmayan bir alan üzerinde kopartılan patırtıdır, evren ise sara hastalığına tutulmuş bir geometri.
* Hayat ancak hayal gücümüzün ve hafızamızın zayıflıklarıyla mümkündür.
* Dünya her adımda ümitlerimizi geçersiz kılar. Artık bilgelikten başka tehlike kalmamıştır.
* Yeryüzü, varılamayan hedefler ve ayaklar altına alınmış sırlarla doludur.
* Başka yer saplantısı, anın imkansız olmasıdır. Bu imkansızlık da nostaljinin ta kendisidir.
* Bu dünyada önümüze geleni kabul etmemize neden olan, ama bu dünyanın kendisini bize kabul ettirecek güçte olmayan bir bayağılık vardır.
Böylelikle hem hayatı boşlayıp hem de onun dertlerine tahammül edebilir, hem arzuyu reddedip hem de kendimizi arzunun aktığı maceralarda sürüklemeye bırakabiliriz.
Varoluşa rıza göstermede bir nevi alçaklık vardır!
* Hayatın anlamı yoktur, olamaz da...
* Melankoli, egoizmin düş halidir.
* Hayat, maddenin romanıdır.
* Hayaletlere gönül vermiş bir toz zerresi: İnsan budur işte.
* Bütün duygular mantıklarını salgı bezlerinin sefilliğinden alırlar. Aşk: iki tükürüğün karşılaşmasıdır.
* Aşk, düşüncelerin ortasındaki sapıtmadır.
* Dünyaya evet demekten daha aşağılık bir şey var mıdır? Diğerlerinin yaşadıkları gibi yaşayabilir, ama yine de dünyadan bile daha büyük bir HAYIR’ı gizleyebiliriz.
* İnsan gerçekliği üzerine yanılsamaz kafa yoran düşünür, eğer dünyanın içinde kalmak istiyorsa, bir de kaçış yolu olan mistikliği bertaraf etmişse, BİLGELİK, BURUKLUK ve ŞAKANIN birbirine karıştığı bir görüşe varır.
* En esrarengiz baş dönmelerimizin sadece asabi rahatsızlıklardan ileri geldiği nasıl kabul edilebilir? İçsel dertlerimizi nesneleştirme eğilimi atalarımızdan gelmektedir. Kanımıza mitoloji sinmiştir.
* Mahvımıza sebep olan DERT'e bir açıklama bulmaktan vazgeçmek zorundayız.
* Bir varoluşun aslında uygunluk derecesi kendi yıkımından ibarettir.
* Hangi hünerlerin yardımıyla başka bir hayatın, yeni bir hayatın peşinden gidebilecek yanılsama kuvvetini bulabiliriz?
* İçimizde “derin” olan şeyden dolayı bütün dertlere maruz haldeyiz. Varlığımıza uygun olma halini korudukça hiçbir selamet mümkün değildir.
( E. M. Cioran, Çürümenin Kitabı, Metis Yay. )
‘XVII
ah kaçabilseydim, kırlarda nasıl da koşardım!
hayır, koşmamam gerekir.. dikkat çeker, insanları kuşkulandırabilir.. tam tersine yavaş yavaş yürümek gerek; başınız dimdik olacak ve şarkı mırıldanacaksınız.. kırmızı desenli, mavi renkli, eskimiş gömlek gibi şeyler giyeceksiniz üstünüze.. bunlar insanı iyi gizler.. nasıl olsa yöredeki bütün sebzeciler böyle giyinirler..
kolejdeyken, arcueil dolaylarında arkadaşlarımla her perşembe kurbağa avlamaya gittiğim bir bataklığa yakın bir koru var.. akşama kadar orada saklanırdım..
akşam olunca, yoluma devam ederdim.. vincennes’a giderdim.. hayır, ırmak bana engel olurdu.. o zaman arpajon’a giderdim.. saint germain yolundan gidip havre’a varmak, sonra da ingiltere’ye giden bir gemiye binmek daha iyi olurdu.. ne fark eder! longjumeau’ya varıyorum.. bir jandarma geçiyor, bana pasaportumu soruyor.. eyvah! yakalandım!
ah! mutsuz hayalperest, önce seni hapseden şu üç ayak kalınlığındaki duvarı yık! ölüm! ölüm!
düşünüyorum da, küçükken buraya, bicétre’e gelmiştim; büyük kuyuyu ve delileri görmeye!..
XXXIV
saat bir, biraz önce çaldı.. bilmiyorum hangisi; saatin çekicini zor duyuyorum.. kulaklarımın içinde bir org sesi duyuyorum sanki; uğuldayan son düşüncelerim bunlar..
anılarımın arasında derin düşüncelere daldığım bu en yüce anda, korkunç bir biçimde, işlediğim suç ile yüz yüze geliyorum; ancak, daha çok pişmanlık duymak isterdim.. mahkum edilmeden önce, çok acılarım vardı, o zamandan bu yana yalnızca ölüme ilişkin düşünceler var gibi geliyor bana.. gene de daha çok pişmanlık duymak isterdim..
yaşamımda geçmiş herhangi bir dakikayı düşlediğim ve onu her an bitirmek durumunda olan o balta darbesini anımsadığım zaman, sanki yepyeni bir şey görmüşüm gibi titriyorum.. güzel çocukluğum! güzel gençliğim! ucu kanlı yıldızlı kumaş.. o zaman ile bugün arasında, bir kan ırmağı, başkasının kanı ve benim kanım var..
bir gün, insanlar benim bu öykümü okurlarsa nice masumiyet ve mutluluk dolu yıllardan sonra, bir cinayet ile başlayan ve bir idamla sona eren bu korkunç yılın varlığına inanmak istemeyeceklerdir; eksik bir yanı, eksik bir havası olacak..
ve yine de, ey sefil yasalar, sefil insanlar, ben kötü biri değildim!
ah! birkaç saat sonra ölecek olmak ve bir yıl önce, aynı gün, özgür ve suçsuz olduğumu, güz gezintileri yaptığımı, ağaçların altında dolaştığımı ve yapraklar arasında yürüdüğümü düşünmek!’
‘Bir İdam Mahkumunun Son Günü..’ – VICTOR HUGO
Çeviri : ERHAN BÜYÜKAKINCI, CAN Yayınları, 1992..
“Kardeşim sen düşünceden ibaretsin.
Geriye kalan et ve kemiksin.
Gül düşünürsün, gülistan olursun.
Diken düşünürsün, dikenlik olursun.”
Hz. Mevlana
The Secret
Sahip olduğunuz her düşünce nesnel bir gerçeklik; bir kuvvettir.
Zihninizde canlandırabildiğinizi, ellerinizde de tutabilirsiniz.
Sizin ısrarla düşünerek çağırmadığınız giçbir şey yaşamınıza giremez.
Hislerimiz ne düşündüğümüzden haberdar olmamız için bize verilmiş en müthiş armağandır.
Düşündükleriniz çok fazla bağlayıcı olmayabilir ama, hissettiklerinizi aynen alırsınız.
NO : 13
‘on üç – bu sayıda duraklamaktan zalim bir zevk aldım..’ – marcel proust
‘yaprakları açılmamış kitap, hala bakire, daha önceki ciltlerin sayfa kenarlarını kana bulayan kurban törenini bekler; kendisine temellük edecek silah ya da sayfa açacağının girişi..’ stéphane mallarmé
I. kitaplarla ve fahişelerle yatılabilir..
II. kitaplar ve fahişeler zamanı dokur.. geceye gündüz, gündüz de geceymişçesine hükmederler..
III. ne kitaplar ne de fahişeler dakikaların onlar için değerli olduğunu belli ederler.. ama biraz daha yakından tanındıklarında, ne kadar büyük bir telaş içinde oldukları görülebilir.. biz kendimizi kaptırdığımızda onlar dakikaları saymaktadır..
IV. kitaplar ve fahişeler öteden beri mutsuz bir aşkla birbirlerini severler..
V. kitaplar ve fahişeler – her ikisinin de onlardan geçinen ve onlara kötü davranan bir erkeği vardır.. kitaplarınki, eleştirmenler..
VI. kitaplar ve fahişeler umuma açık yerlerde hizmet verirler – öğrenciler için..
VII. kitaplar ve fahişeler – onlara sahip olanlar nadiren sonlarına tanık olurlar.. göçmeden gözden yitmenin bir yolunu bulurlar..
VIII. kitaplar da fahişeler de nasıl bu yola düştüklerini anlatan hikayeler uydurmaya bayılırlar.. oysa çoğunlukla ne olduğunu kendileri bile fark etmemişlerdir.. yıllar boyunca ‘kalbin’ sesine kulak verilir; günün birinde sırf ‘hayatı gözden geçirmek’ için durulan bir köşe başında kellifelli bir gövde pazarlığa başlar..
IX. kitaplar ve fahişeler kendilerini sergilerken sırtlarını dönmeyi severler..
X. kitaplar ve fahişeler doğurgan olur..
XI. kitaplar ve fahişeler – ‘dar kafalı yaşlılar, genç orospular..’ bir zamanların kötü şöhretli kitaplarından ne kadar çoğu bugün gençleri eğitmekte kullanılıyor..
XII. kitaplar ve fahişeler kavgalarını herkesin gözü önünde ederler..
XIII. kitaplar ve fahişeler – birinin sayfalarındaki dipnotlar neyse, ötekinin çoraplarındaki banknotlar da odur..
‘SON BAKIŞTA AŞK..’ , WALTER BENJAMIN , METİS Yayınevi.. Sunuş ve Hazırlayan : NURDAN GÜRBİLEK.. , 1993 , Kasım 2008..