Yaşadığımız, postmodern olarak tanımlayabileceğimiz
toplumlarda zevk almaya mecbur tutuluruz.
Zevk almak sapkınca bir göreve dönüşür adeta.
Arzu etmek, belirli bir nesneye karşı durulan arzu değildir.
Bu aynı zamanda arzulamaya karşı duyulan bir arzu olagelmiştir.
Arzulamaya devam etmeye karşı duyulan arzu.
Belki de en çok arzu ettiğimiz şeye kavuştuğumuzda
artık onun bir şey ifade etmemesinin nedeni de budur.
O isteğimiz tatmin olduğundan artık arzulamayız.
(Slavoj Zizek- Sapığın İdeoloji Rehberi)
Postmodernizm,
küreselleşme, popüler kültür, ağ toplumu, tüketim toplumu gibi kavramların
sıkça konuşulduğu bir dönemdeyiz. Bu kavramlar birbiriyle ilişkili olmakla
birlikte modern dönemden bir kopuşu ve farklılaşmayı göstermektedir.
Dolayısıyla söz konusu kavramlara postmodernizm çatısı altında yer vermek
gerekmektedir. Postmodernizm temelde modernizm sonrasına işaret etmekle
birlikte kavramın mevcut tartışmalar ışığında farklı anlamları ihtiva ettiği
görülmektedir. Bu tartışmalar ekonomik, siyasi ve kültürel düzeyde meydana
gelen değişimlerle ilgili olduğu kadar kavramın modernizmden tam anlamında bir
kopuşun olmaması çerçevesinde gerçekleşmektedir. Nitekim, Mike Featherstone
postmodernizm için “hiçbir anlamı yoktur, olabildiğince sık kullanın” diyerek
kavramın ne denli farklı anlamlara işaret ettiğini ironik bir dille eleştirmiştir.
Fakat postmodernizm -tıpkı modernite düşüncesinin süreç içerisinde belirli bir
ontolojik ve epistemolojik kabuller çerçevesinde gelişmesi gibi- modernizmin paradigmasından
daha farklı kabullerle ayrılmaktadır. Örneğin Bauman’ın ifadesiyle modernizmin
sloganı “özgürlük, eşitlik, kardeşlik”, postmodernizmin sloganı ise “özgürlük,
farklılık ve hoşgörü”dür. Özgürlüğün iki dönemde de aynı kalırken değişen diğer
iki unsur aynı zamanda modern dönem ve postmodern dönem için sosyolojik
tartışmaların hangi eksene evirildiğini de göstermektedir. Modern dönemde
mevcut sosyolojik tartışmaların merkezinde genel olarak sınıf çatılmaları yer
alırken postmodern dönemin merkezinde ise genel olarak kimlik tartışmalarının
yer aldığı görülmektedir. Temelde bu dönüşüm pozitivist paradigmanın,
kapitalizmin ve Marksizm eleştirisini de ihtiva eder. Fakat postmodernizmin
farklılıklara olan hoşgörüsü nedeniyle bu tür anlatılara karşı sert bir tutum
sergilemez ve bu anlatıları da içinde barındırır. Tıpkı Pessoa’nın “Anarşist
Banker” adlı kitabında olduğu gibi tezatlıkları iç içe barındırmaktadır.
Postmodernizm her
ne kadar ekonomik, siyasi ve kültürel yaşamda yaşanan yeniliklerle modernizmden
ayrılsa da ekonomik ve kültürel boyutta yaşanan kopuş daha ön plana
çıkmaktadır. Ekonomik açıdan bakıldığında fordist üretim tarzının yerini post-fordist
üretim tarzına bıraktığı görülmektedir. Seri üretim devam etmekle birlikte
boyut değiştirerek tek tip üretim yerini bireylerin tercihlerine göre
şekillenen çeşitlilikleri de içeren üretim şekline dönüşmüştür. Fakat bu
dönüşüm endüstriyel kapitalizm serüveninde bir sonun değil, farklılaşarak
sürekliliğinin devamı niteliğini taşımaktadır.
Ekonomik açıdan
yaşanan bir diğer önemli değişiklik ise arzdan ziyade talebin öne çıktığı bir
sürece geçilmesidir. Söz konusu tüketim, zorunlu gereksinimlerden ziyade
gösterişçi ve sembolik tüketim ekseninde gerçekleşmektedir. Bu durum tüketim
merkezli yeni bir kültürün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Nitekim tüketim
kültürü çalışmaları postmodernizm çalışmalarıyla paralel gitmektedir. Modern
dönemin tek tipçi, homojen yapısı postmodernizmle birlikte farklılıklara
yapılan vurguyla kendini göstermektedir. Farklılıklara yapılan vurguda ise
sembolik tüketim önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde öne
çıkan bir diğer kavram ise küreselleşme ve kü-yerelleşme kavramlarıdır.
Dövüş Kulübü
Bizler
eşşiz değiliz.
Süprüntü ya
da pislik de değiliz.
Biz sadece biziz.
Biz sadece biziz ve hayatta başımıza gelenlerin bir nedeni yok.
Dinleyin Sürüngenler;
Sizler özel değilsiniz,
Sizler güzel yada eşi benzeri olmayan kar tanesi de değilsiniz,
sizler işiniz değilsiniz,
sizler paranız kadar değilsiniz,
bindiğiniz araba değilsiniz,
kredi kartlarınızın limiti değilsiniz,
sizler iç çamaşırı değilsiniz,
Sizler herkes gibi çürüyen birer organik maddesiniz..!
Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden pislikleriyiz.
Hepimiz aynı pisliğin lacivertleriyiz ...!
Dövüş Kulübü,
Palahniuk’un aynı ismi taşıyan romanından sinemaya uyarlanmış bir baş yapıttır.
Temel eleştirisi artık hislerimizin körelmesidir. Tüketim vasıtasıyla kendimizi
“tamamlamaya”, tüketim vasıtasıyla kimliğimizi inşa etmeye güdülendiğimizi
vurgulayan eser, tüketimle tamamlanmış olmanın, kusursuz olmanın temel insani
duyguların körelmesine neden olduğu yönünde eleştiriler getirmektedir. Dövüş
kulübü, nitelikten ziyade niceliklerin, nasıl olduğunun değil nasıl
göründüğünün önemli olduğu döneme dair bir eleştiridir. Filmde bu durum
postmodernizmin, tüketim kültürünün ve popüler kültürün eleştirisi şeklinde yansıtılmıştır.
Filme farklı
sosyolojik kuramlar perspektifinden bakmak mümkündür. Yapısal işlevselci kuram
açısından filmi değerlendirirsek; insanların tüketim yönlü eylemleri
neticesinde tüketim toplumunun ortaya çıktığı söylenebilir. Bu toplumda
kültürel sistem tüketimin bir değer olarak kabul edilmesiyle gerçekleşmiş,
toplumsal sistem içinde insanlar arası rollerde tüketim ve popüler kültür
belirleyici olmuş, kişilik sistemlerinde tüketim ana motivasyon aracı olmuş ve
nihayetinde topluma uyum sağlamak için herkesin birer tüketici olmasını
gerektirmiştir. Fakat Merton’un bakış açısından değerlendirirsek, tüketimin
açık ve örtülü amaçları neticesinde tüketim bozuk bir işlev olarak varlığını
sürdürmektedir. Tüketimin bozuk bir işleve dönüşmesi toplumsal sistemin alt
sistemi olan kişilik sisteminde yarattığı tahribattan kaynaklanmaktadır. Bu
durum filmde tüketime yapılan birçok eleştiriyle yer almaktadır. Örneğin
tüketim bağımlılığın geldiği vahim boyut filmde şu sözlerle ifade edilmektedir “Onları
almazsam ölürdüm. Bütün bunları almak için ömrümü verdim ben”. Fakat
ilerleyen bir sahnede başrol karakteri ev eşyalarını bırakıp dövüşmeye
başladığı için kendini aydınlanmış biri olarak görmektedir. Böylece tüketimin
kişilik sistemine yaptığı tahribat giderilmiştir.
Tüketimin bir
toplumsal sistem oluşturmasına Dahrendorf’un çatışmacı kuramı açısından bakmak
da mümkündür. Dahrendorf’un kuramında yapısal işlevselcilikten farklı olarak
sistem durağan değil, çatışmayla sürekli değişen bir yapıdadır. Postmodern
dönem için değerlendirirsek, mevcut sistem herkes tarafından arzulandığı için
değil, toplumda üst sınıfta olanların baskıları nedeniyle işlemektedir.
Dolayısıyla bu durum çatışmayı da beraberinde getirmektedir. Postmodernizmde
kapitalizme yönelik eleştirilerin devam etmekle birlikte kapitalizmin hiç güç
kaybetmeden varlığını sürdürmesi bu çatışmayı açıklayacak bir niteliktedir.
Filmde ekonomi merkezi gökdelenlere yönelik saldırı, üst düzey yöneticilere
yönelik tehdit sahnesi bu çatışmaya örnek niteliğindedir.
Yukarıda
bahsedilen kuramlar ışığında postmodern dönemde tam anlamıyla sınıflar arası
çatışmanın sona erdiği ve söz konusu çatışmaların kimlik eksenine kaydığını
söylemek doğru değildir. Bu bağlamda Bourdieu’nun sermaye ve habitus kavramları
ile filmi analiz etmek de mümkündür. Filmde farklı ekonomik ve kültürel
sermayeye sahip bireylerin yaşantılarına değinilmektir. Önemli bir araba
firmasında risk uzmanı olarak çalışan kültürel sermayesi yüksek olduğu
anlaşılan başrolün yanı sıra daha alt sınıflarda yer alan bireylerin
yaşamlarına da değinilmektedir. Her biri tüketim toplumunda hiç ihtiyaç
duymadıkları nesneleri satın alabilmek için çalışmaktadırlar. Öyle ki bu durum
popüler kültüre bağımlılığın neticesinde uç noktalara taşınmaktadır. Örneğin,
eskiden vücut geliştirme uzmanı olan Bob, popülerliğini kaybetmesi neticesinde
vücudunda yarış atlarında kullanılan dopingleri kullanması neticesinde kadın
göğüsleri gibi göğüslerinin oluşmasına neden olmuş, sağlığını bozmuştur. Bu
durum neticesinde diyebiliriz ki tüketim toplumunda bireylerin habitusları
doğal yaşamlarını tehlikeye atacak düzeyde değişime uğramıştır. Spor yapmak
gibi doğal bir eylem popüler kültür nedeniyle asla spor yapmak için
gerçekleştirilen bir eylem değildir; daha iyi görünmek, daha geniş kaslara
sahip olmak vs gibi nedenlerle bedenin metalaşmasına hizmet eden bir eyleme
dönüşmüştür. Dövüş kulübü ise farklı sermayelere sahip bireylerin tüm
farklılıklarını asgari düzeye indirerek insani özelliklerini
hatırlayabildikleri bir alanı sunmaktadır.

Filmler, müzikler, romanlar... her biri sosyolojinin araştırma nesnesi niteliğindedir. Solda yer alan kitapta filmler üzerinden sosyolojik analizler yer almaktadır. Filmlerle Sosyoloji adlı kitapta ayrıca Dövüş Kulübü adlı film üzerinden de analizler yer almaktadır.