Bitik
Adam – La Haine
‘Kuramda
anlıyoruz insanları fakat uygulamada onlara katlanamıyoruz, diye düşündüm, onlarla
çoğunlukla isteksiz birlikte oluyor ve onlara kendi bakış açımızla
davranıyoruz. Oysa insanlara kendi açımızdan değil her açıdan bakmalı ve ona
göre davranmalıyız, diye düşündüm, onlara öyle davranmalıyız ki, onlara
önyargılı davranmadığımızı söyleyebilelim, fakat bunu beceremiyoruz, çünkü
gerçekten de herkese karşı önyargılıyız...’
Thomas Bernhard – Bitik Adam
Türkçe’ye
Protesto adıyla çevrilmiş olan La Haine’ı izkerken Hakan Günday’ın “Kinyas ve
Kayra”, “Zargana”, “Az” Thomas Bernhard’ın “Bitik Adam” adlı kitabını okur gibi
hissettim. Toplumun değer ve normlarına uymayan, sosyalleşemeyen ve aynı
zamanda toplum tarafından da dışlanmış, aile ve arkadaş ilişkileri sorunlu
karakterleri görmekteyiz. Filmdeki karakterler ve sözünü ettiğim romanlarda yer
alan karakterler adeta Oğuz Atay’ın Tutunamayanları gibi toplumsal yaşama
tutunmayı başaramamış kişilerdir. Dolayısıyla olabildiğince öfkelidirler.
“Benim adım
Kinyas. Gün ağrıyor. Başım ağrıyor. İsmimi kendime ben verdim. Bitmeyen bir
öfke ve bitmeyen bir mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım. Yaşadıkları
için. Hayattan midem bulanıyor... Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda
oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirim. Benim adım
Neron. Geceleri, çaldığım arabalarla gezerim. Tokyo'da doğdum. İki zenciye üç
gram kokain karşılığında bileklerimi kestirttim. Sabah uyandığımda okyanus beni
yıkadı. Benim adım Steve McQueen. Bütün bildiklerimi kusarak hayatta kalıyorum.”
(Hakan Günday – Kinyas ve Kayra)
Etnik
azınlıklar, dini azınlıklar ve alt kültürler egemen kültürün tahakkümü altında
kalma ihtimali bulunmaktadır. Etnikmerkezcilik ve zenofobi gibi ötekiye karşı
ayrımcılığı körükleyen yaklaşımlar azınlıklarla egemen kültür arasındaki
mesafenin daha da artmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle La Haine adlı
filmi kültürlerarası uyum modelleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini
düşünmekteyim.
Berry
tarafından geliştirilen kültürlerarası uyum modeline göre egemen kültür ile
öteki kültürden bireyler arasında bütünleşmenin gerçekleşebilmesi her iki guruptan
insanın eylemleri etkili olmaktadır. Buna göre kültürel, etnik, dini guruplar
arasında yakınlaşmanın olması Entegrasyon/Çokkültürcülük veya
Asimilasyon/Eritme potası ile mümkündür. Eğer iki gurup arasında ilişkiler
olumda yönde ilerlemiyorsa azınlıkta olan gurup “ayrılma” ve egemen kültüre
mensup insanlar ise “ayrım” eyleminde bulunur. En kötü senaryonun yaşanması
durumunda ise azınlık gurup marjinalleşirken egemen kültürün oluşturduğu gurup
ise bu kesimden insanları dışlamayı tercih etmektedir. Yani her durumda
yalnızca bir kesimden uyum sağlamaları beklenmesi doğru değildir. Uyum çift
yönlü bir süreçtir, dolayısıyla her iki gurubun da aynı yönde adım atması
beklenmektedir.
Navas’ın
kültürlerarası uyum modelinde ise Berry’nin modelinden farklı olarak söz konusu
entegrasyon / çokkültürcülük,
asimilasyon / eritme potası, ayrılma / ayrım ve marjinalleşme / dışlama
unsurları her iki gurup için de sosyo-kültürel yaşamın farklı alanlarında
farklılık gösterebileceği vurgulanmıştır. Buna göre insanlar ekonomik açıdan
topluma entegre olurken dini açıdan ayılmayı, siyasi açıdan marjinalleşmeyi
tercih etmeleri mümkündür. Bu bağlamda Navas; dini inançlar, düşünme yolları,
sosyal ilişkiler, aile ilişkileri, ekonomi, iş, siyaset alanlarında farklı
kültürel uyum stratejilerinin tercih edilebileceğini belirtmektedir.
La
Haine adlı filmde yer alan 3 arkadaşı incelediğimizde görgü kurallarına
uymayan, oldukça kaba ve istedikleri şeylere norm ve yasalara aykırı
yöntemlerle sahip olmaya çalışan etnik ve dini azınlık gurubunda
değerlendirebileceğimiz, düşük eğitimli kişiler olduğunu görmekteyiz. Örneğin,
bir sanat galerisinde kızlarla tanışırken ne denli uyumsuz olduklarının, görgü
kurallarından, insan içinde nasıl davranılmaları gerektiğinden habersiz
oldukları görülmektedir. Bu durum içinde yaşadıkları toplumda adeta mor koyun
gibi sürekli dikkat çekmelerine ve dışlanmalarına neden olmaktadır
(dışlanmalarının sebebi sadece egemen kültür değildir, kendileri de
dışlanmalarından doğrudan sorumlu oldukları söylenebilir). Konu bakımından
önemli gördüğüm bir başka sade ise Vinz, arkadaşı Abdel ölürse bir polisi
öldüreceğini söylemektedir. Buna karşılık arkadaşı Hubert, Vinz’e “eğer okula
gitseydi, nefreti nefretle yenemeyeceğini öğrenirdin” der. Vinz eğitimsiz
biridir ve sistem nedeniyle adeta fare deliklerinde yaşıyor gibi hisseder. Bu
bakımdan Vinz ve arkadaşları uyum modelleri bağlamında marjinalleşme eğiliminde
oldukları ve dolayısıyla egemen kültür tarafından dışlanmalarına sebep olduğu
söylenebilir.
Birinci
makalede sisteme ve polislere karşı nefret besleyen Vinz ve arkadaşları ile
polislerin aynı semtte yetişen insanlar olduklarından bahsedilmektedir.
Polisler de bir zamanlar yetiştikleri semt nedeniyle sisteme karşı nefret
besleyen insanlarken polis üniformaları altında neden yaşadıkları semtin
insanlarına saldırdıkları sorulmakta ve Althusser’in Devletin İdeolojik
Aygıtları bağlamında bu soru yanıtlanmaktadır.
Althusserci görüşe ek olarak, polisler egemen kültüre en azından siyasi ve ekonomik açıdan uyum sağlamış olmaları nedeniyle eskiden taşıdıkları öfkeden arındıkları söylenebilir. Ayrıca polis olduklarına göre eğitim düzeyleri daha yüksektir. Bu durum içinde yaşadıkları topluma uyum sağlamalarını kolaylaştıran bir unsurdur. Eğer Vinz ve arkadaşları daha iyi bir eğitim almış olsalardı veya ekonomik açıdan topluma uyum sağlamayı başarsaydı çok daha farklı şekilde davranabilirdiler. Fakat sadece ekonomik hayata uyumun toplumsal uyumu sağlayabileceğini iddia etmiyorum. Sınıf çatışması, göçmenlik, etnik ve dini kültürel azınlık olma durumu bireylerin egemen kültür tarafından ayrımcılığa uğramalarına neden olabilmektedir. Örneğin, Arap Baharını başlatan olayları tetikleyen bir kadın zabıtanın erkeğe tokat atmasıdır. Otoriteye karşı tüm olumsuzluklarına ve hoşnutsuzluklarına rağmen itaat eden bireyler, kimliklerine saldırıldığı anda o güne kadar hiç görülmemiş tepkiler göstermeleri mümkündür. Hoffer bu nedenle toplumsal hareketlerin tek bir nedenle gerçekleşmediğini, mevcut eylemlerin farklı tetikleyici unsurlardan oluştuğunu belirtmiştir.
Kitle
hareketli nadiren tek yönlüdür. Genellikle kitle hareketle farklı unsurları
ihtiva eder. Örneğin Hz. Musa ile İbranilerin isyan edip Mısır’dan çıkması hem
dini hem milliyetçi bir harekettir. Fransız Devrimi yeni bir din olmuştur; “bu
dinin temel noktası, Hürriyet ve Kutsal Eşitlik şeklinde Devrimin prensipleri
halini almıştır. Hatta kendine özel ve Katolik merasiminden alınma bir ibadet
şekli de vardır. Aynı zamanda Fransız Devrimi milliyetçi bir harekettir.
Arap
kültüründe bir kadının bir erkeğe tokat atması kabul edilebilir bir şey
değildir. Toplum bir tokat vesilesiyle siyasi sisteme karşı harekete geçmiş,
ardından zincirleme bir şekilde Arap ülkelerinin mevcut siyasi sistemlerine
karşı ayaklanmalarına vesile olmuştur. Burada yalnızca alt kültür ve kültürel
farklılıklardan söz etmek mümkün değildir.
Bu
filmden çıkardığım sonuç, toplumsal olaylarda ortaya çıkan nefreti farklı
değişkenleri bir arada düşünüp değerlendirmenin, mevcut sorunları analiz
ederken çok daha doğru çıkarımlar yapmamızı sağlayacak olmasıdır.
Engin Durukan Abdulhakimoğulları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder