22 Ağustos 2021 Pazar

Bitik Adam – La Haine

Bitik Adam – La Haine

 

‘Kuramda anlıyoruz insanları fakat uygulamada onlara katlanamıyoruz, diye düşündüm, onlarla çoğunlukla isteksiz birlikte oluyor ve onlara kendi bakış açımızla davranıyoruz. Oysa insanlara kendi açımızdan değil her açıdan bakmalı ve ona göre davranmalıyız, diye düşündüm, onlara öyle davranmalıyız ki, onlara önyargılı davranmadığımızı söyleyebilelim, fakat bunu beceremiyoruz, çünkü gerçekten de herkese karşı önyargılıyız...’

 

Thomas Bernhard – Bitik Adam

 

Türkçe’ye Protesto adıyla çevrilmiş olan La Haine’ı izkerken Hakan Günday’ın “Kinyas ve Kayra”, “Zargana”, “Az” Thomas Bernhard’ın “Bitik Adam” adlı kitabını okur gibi hissettim. Toplumun değer ve normlarına uymayan, sosyalleşemeyen ve aynı zamanda toplum tarafından da dışlanmış, aile ve arkadaş ilişkileri sorunlu karakterleri görmekteyiz. Filmdeki karakterler ve sözünü ettiğim romanlarda yer alan karakterler adeta Oğuz Atay’ın Tutunamayanları gibi toplumsal yaşama tutunmayı başaramamış kişilerdir. Dolayısıyla olabildiğince öfkelidirler.

 

“Benim adım Kinyas. Gün ağrıyor. Başım ağrıyor. İsmimi kendime ben verdim. Bitmeyen bir öfke ve bitmeyen bir mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım. Yaşadıkları için. Hayattan midem bulanıyor... Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirim. Benim adım Neron. Geceleri, çaldığım arabalarla gezerim. Tokyo'da doğdum. İki zenciye üç gram kokain karşılığında bileklerimi kestirttim. Sabah uyandığımda okyanus beni yıkadı. Benim adım Steve McQueen. Bütün bildiklerimi kusarak hayatta kalıyorum.” (Hakan Günday – Kinyas ve Kayra)

 

Etnik azınlıklar, dini azınlıklar ve alt kültürler egemen kültürün tahakkümü altında kalma ihtimali bulunmaktadır. Etnikmerkezcilik ve zenofobi gibi ötekiye karşı ayrımcılığı körükleyen yaklaşımlar azınlıklarla egemen kültür arasındaki mesafenin daha da artmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle La Haine adlı filmi kültürlerarası uyum modelleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyim.

Berry tarafından geliştirilen kültürlerarası uyum modeline göre egemen kültür ile öteki kültürden bireyler arasında bütünleşmenin gerçekleşebilmesi her iki guruptan insanın eylemleri etkili olmaktadır. Buna göre kültürel, etnik, dini guruplar arasında yakınlaşmanın olması Entegrasyon/Çokkültürcülük veya Asimilasyon/Eritme potası ile mümkündür. Eğer iki gurup arasında ilişkiler olumda yönde ilerlemiyorsa azınlıkta olan gurup “ayrılma” ve egemen kültüre mensup insanlar ise “ayrım” eyleminde bulunur. En kötü senaryonun yaşanması durumunda ise azınlık gurup marjinalleşirken egemen kültürün oluşturduğu gurup ise bu kesimden insanları dışlamayı tercih etmektedir. Yani her durumda yalnızca bir kesimden uyum sağlamaları beklenmesi doğru değildir. Uyum çift yönlü bir süreçtir, dolayısıyla her iki gurubun da aynı yönde adım atması beklenmektedir.

Navas’ın kültürlerarası uyum modelinde ise Berry’nin modelinden farklı olarak söz konusu entegrasyon /  çokkültürcülük, asimilasyon / eritme potası, ayrılma / ayrım ve marjinalleşme / dışlama unsurları her iki gurup için de sosyo-kültürel yaşamın farklı alanlarında farklılık gösterebileceği vurgulanmıştır. Buna göre insanlar ekonomik açıdan topluma entegre olurken dini açıdan ayılmayı, siyasi açıdan marjinalleşmeyi tercih etmeleri mümkündür. Bu bağlamda Navas; dini inançlar, düşünme yolları, sosyal ilişkiler, aile ilişkileri, ekonomi, iş, siyaset alanlarında farklı kültürel uyum stratejilerinin tercih edilebileceğini belirtmektedir.

La Haine adlı filmde yer alan 3 arkadaşı incelediğimizde görgü kurallarına uymayan, oldukça kaba ve istedikleri şeylere norm ve yasalara aykırı yöntemlerle sahip olmaya çalışan etnik ve dini azınlık gurubunda değerlendirebileceğimiz, düşük eğitimli kişiler olduğunu görmekteyiz. Örneğin, bir sanat galerisinde kızlarla tanışırken ne denli uyumsuz olduklarının, görgü kurallarından, insan içinde nasıl davranılmaları gerektiğinden habersiz oldukları görülmektedir. Bu durum içinde yaşadıkları toplumda adeta mor koyun gibi sürekli dikkat çekmelerine ve dışlanmalarına neden olmaktadır (dışlanmalarının sebebi sadece egemen kültür değildir, kendileri de dışlanmalarından doğrudan sorumlu oldukları söylenebilir). Konu bakımından önemli gördüğüm bir başka sade ise Vinz, arkadaşı Abdel ölürse bir polisi öldüreceğini söylemektedir. Buna karşılık arkadaşı Hubert, Vinz’e “eğer okula gitseydi, nefreti nefretle yenemeyeceğini öğrenirdin” der. Vinz eğitimsiz biridir ve sistem nedeniyle adeta fare deliklerinde yaşıyor gibi hisseder. Bu bakımdan Vinz ve arkadaşları uyum modelleri bağlamında marjinalleşme eğiliminde oldukları ve dolayısıyla egemen kültür tarafından dışlanmalarına sebep olduğu söylenebilir.

Birinci makalede sisteme ve polislere karşı nefret besleyen Vinz ve arkadaşları ile polislerin aynı semtte yetişen insanlar olduklarından bahsedilmektedir. Polisler de bir zamanlar yetiştikleri semt nedeniyle sisteme karşı nefret besleyen insanlarken polis üniformaları altında neden yaşadıkları semtin insanlarına saldırdıkları sorulmakta ve Althusser’in Devletin İdeolojik Aygıtları bağlamında bu soru yanıtlanmaktadır.

Althusserci görüşe ek olarak, polisler egemen kültüre en azından siyasi ve ekonomik açıdan uyum sağlamış olmaları nedeniyle eskiden taşıdıkları öfkeden arındıkları söylenebilir. Ayrıca polis olduklarına göre eğitim düzeyleri daha yüksektir. Bu durum içinde yaşadıkları topluma uyum sağlamalarını kolaylaştıran bir unsurdur. Eğer Vinz ve arkadaşları daha iyi bir eğitim almış olsalardı veya ekonomik açıdan topluma uyum sağlamayı başarsaydı çok daha farklı şekilde davranabilirdiler. Fakat sadece ekonomik hayata uyumun toplumsal uyumu sağlayabileceğini iddia etmiyorum. Sınıf çatışması, göçmenlik, etnik ve dini kültürel azınlık olma durumu bireylerin egemen kültür tarafından ayrımcılığa uğramalarına neden olabilmektedir. Örneğin, Arap Baharını başlatan olayları tetikleyen bir kadın zabıtanın erkeğe tokat atmasıdır. Otoriteye karşı tüm olumsuzluklarına ve hoşnutsuzluklarına rağmen itaat eden bireyler, kimliklerine saldırıldığı anda o güne kadar hiç görülmemiş tepkiler göstermeleri mümkündür. Hoffer bu nedenle toplumsal hareketlerin tek bir nedenle gerçekleşmediğini, mevcut eylemlerin farklı tetikleyici unsurlardan oluştuğunu belirtmiştir.

Kitle hareketli nadiren tek yönlüdür. Genellikle kitle hareketle farklı unsurları ihtiva eder. Örneğin Hz. Musa ile İbranilerin isyan edip Mısır’dan çıkması hem dini hem milliyetçi bir harekettir. Fransız Devrimi yeni bir din olmuştur; “bu dinin temel noktası, Hürriyet ve Kutsal Eşitlik şeklinde Devrimin prensipleri halini almıştır. Hatta kendine özel ve Katolik merasiminden alınma bir ibadet şekli de vardır. Aynı zamanda Fransız Devrimi milliyetçi bir harekettir.

Arap kültüründe bir kadının bir erkeğe tokat atması kabul edilebilir bir şey değildir. Toplum bir tokat vesilesiyle siyasi sisteme karşı harekete geçmiş, ardından zincirleme bir şekilde Arap ülkelerinin mevcut siyasi sistemlerine karşı ayaklanmalarına vesile olmuştur. Burada yalnızca alt kültür ve kültürel farklılıklardan söz etmek mümkün değildir.

Bu filmden çıkardığım sonuç, toplumsal olaylarda ortaya çıkan nefreti farklı değişkenleri bir arada düşünüp değerlendirmenin, mevcut sorunları analiz ederken çok daha doğru çıkarımlar yapmamızı sağlayacak olmasıdır.

Engin Durukan Abdulhakimoğulları


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder